Kimin yaptığını Öcalan ve Fidan biliyor olmalı

11 Ocak 2013

Yeni İmralı sürecinin hızlı başlaması ne kadar heyecanlandırıcı ve umut vericiyse, bunu sabote etmek isteyenlerin de ellerini alabildiğine hızlı tutmaları o kadar tatsız ve umut kırıcı oldu. Elbette, Paris’te üç Kürt kadın siyasetçinin profesyonelce katledilmesinden söz ediyorum. Barış isteyip, son süreci destekleyen herhangi birinin bu suikastten şu ya da bu nedenle rahatsız ve tedirgin olmaması herhalde düşünülemez. Öte yandan bu rahatsızlık ve tedirginliği en kısa sürede aşıp, süreci kararlılıkla yürütmek de şarttır. Çünkü Paris saldırısını tezgahlayanların, bu süreci torpilleyebilmek için dünyanın dört bir tarafında başka tertiplere de kalkışacacağından kimsenin şüphesi olmasın.Bu aşamada hemen “Kim bunlar?” sorusunun gelmesi kaçınılmaz. Bu sorunun gerçeğe en yakın cevabını bilse bilse son süreci götüren iki taraf, yani devlet ile PKK, yani Hakan Fidan ile Abdullah Öcalan bilir. Çünkü bu saldırının esas muhatabı onlardır. Bilirler bilmesine ama bu bilgiyi olanca açıklığıyla kamuoyuyla paylaşacaklarını sanmıyorum.Katilin karakalem portresiDolayısıyla bizim yapabileğimiz, en fazla seçenekleri sıralamak olur. Bu yazıda böyle bir yola gitmek yerine saldırının muhtemel sorumlularını tasvir etmeye çalışacağım. Şöyle ki Paris saldırısının ardında,1) Türkiye’nin iç içe geçmiş olan Kürt ve PKK sorunlarını çözmesini kendi çıkarlarına aykırı gören;2) Son süreci baltalamak için elinden geleni yapmaya kararlı;3) Bu uğurda müzakere eden taraflar arasında zaten zayıf olan güveni iyice ortadan kaldırmak ve/veya tarafların üzerinde yükseldikleri kitleleri birbirine düşürmek için komplolar/provokasyonlar planlayan;4) Gerek devlet, gerek PKK içinde bazı güçlere ulaşabilme, onları yönlendirme, kullanma imkanlarına sahip odak veya odakların bulunduğunu düşünüyorum.Biraz daha somutlaştıracak olursak, ya dış bağları çok kuvvetli yerli bir güç ya da ülke içinde hayli örgütlü dış bir güç veya güçler koalisyonu söz konusu olabilir.PKK içi çatışma ihtimaliÖnce AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik, ardından Başbakan Erdoğan, Paris’te yaşananların örgüt içi bir olay olabileceğini söylediler. Saldırının yapıldığı yer, öldürülenlerin kimlikleri ve konumları, tepkiler şunu gösteriyor: Eğer bu iddia doğruysa PKK içinde müzakere sürecine karşı olan bir grubun Öcalan’a meydan okumasıyla karşı karşıyayız demektir.Sanmıyorum. Hele bu saldırının sorumluluğunu PKK içindeki müzakere yanlılarına yüklemeye çalışmayı aşırı komploculuk olarak görüyorum. Bununla birlikte saldırıyı gerçekleştiren kişi ya da kişilerin maktuller tarafından tanınıyor olma ihtimalini de yabana atmamak lazım. Kısacası, birileri Kürt siyasi hareketine yönelik bu öldürücü saldırıyı pekala aynı hareket içinde yer alıp sonradan devşirilmiş veya başından itibaren oraya yerleştirilmiş kişiler eliyle gerçekleştirmiş olabilirler. Ancak tekrar altını çizmek şart: PKK içinde müzakere konusunda bir ayrışma olsa bile bunun ortaya çıkması için henüz çok erken ve Paris saldırısı böyle bir ayrışmanın dışavurumu olamayacak kadar sert bir olay.Ne yapmalı?Son sürecin başarılı olmasını arzulayanlar başından itibaren provokasyon ihtimallerini akıllarında tuttukları için, Paris saldırısının ölümcül bir engel olmasına izin verilmeyebilir. Ancak ilk aşamada gerek hükümet çevrelerinin PKK’yı, gerekse PKK’nın “derin devlet”i işaret etmiş olması tarafların en azından kamusal alanda ortak bir dile sahip olmadıklarını, bu tür saldırılar sürerse olmalarının da mümkün olmayacağını gösteriyor.Dolayısıyla BDP’li siyasetçilerin ilk İmralı ziyaretini ve Öcalan’ın telkinlerini beklemekten başka, şimdilik yapacak pek bir şey yok. Tabii bu arada akıllara PKK’yı getirecek herhangi bir terör saldırısı olmaması için dua etmek de zaruri.

Devamını Oku

Eğer yeni İmralı süreci başlamamış olsaydı...

10 Ocak 2013

Yazıya üç ayrı alıntıyla başlamak istiyorum: Önce Başbakan’ın başdanışmanı AKP Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan’ın Akit Gazetesi’ne söylediklerinden:“Hükümet-İmralı görüşmeleri devletin bir acziyeti, zaafı, bir yenilgisinin neticesi değil. Terör örgütünün hedeflerinin boşa çıkartılmasının, ciddi bir bozgun ve hezimet yaşamasının neticesinde gelinen bir nokta. Yani İmralı, eskiden buna Oslo süreci de dahil, ne kadar çok eylem olursa ben o kadar muhatap alınırım anlayışındaydı. Bu yüzden eylemlerin olmasını da bu şekilde el altından destekliyordu. Eylem olduğu kadar kendisinin ciddiye alınacağı kanaatine sahipti. Şimdi devlet ne yaptı? Bütün kapıları kapattı. Hem güvenlik politikalarıyla örgütü durdurdu hem İmralı’yla diyalogu kesti. Avukat görüşmeleri vs. bu irtibatı kesti. Örgüt bu eylemleriyle seni İmralı’ya gömdü, seni boşa düşürdü ve ben de bu şeyi kesiyorum dedi. Ve İmralı bir anda anlamsızlaşmaya başladı. Şimdi İmralı şunu görüyor: Burada konsept değişti. Artık örgüt eylem yaparsa muhatap alınırım değil, örgüt eylem yaparsa ben burada anlamsızlaşıyorum, bertaraf ediliyorum, devre dışı bırakılıyorum. Bunu gördüğü için örgütün eylem yapmasını isteyeceği kanaatinde değilim İmralı’nın.”İkinci olarak Oslo görüşmelerinde de yer alan PKK yöneticilerinden Mustafa Karasu’nun Yeni Özgür Politika Gazetesi’ndeki dünkü yazısından:“AKP Hükümeti 2012 yılında Kürt Özgürlük Hareketi’ni ezme üzerine bir konsept uyguladı. Çok boyutlu olan entegre bir planlamayla tasfiyeyi gerçekleştirme ya da marjinalleştirmeyi hedefliyorlardı. Ancak 2012’de AKP’nin düşündükleri gerçekleşmedi. Kürt Özgürlük Hareketi sadece Türkiye içinde değil, Ortadoğu’da da dengeleri etkileyen siyasi bir güç haline geldi. Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi AKP’yi ise içeride ve dışarıda politik çıkmazlar içine soktu. İmralı ile görüşmelerin yeniden başlaması bu koşullarda gerçekleşti.”Son olarak BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın önceki günkü Meclis grup konuşmasından:“Yendik, bitirdik, ezdik, şimdi sıra teslim almaya geldik yaklaşımını kimseye anlatamazsınız. Zaten İmralı’ya giden heyetiniz de böyle denmediğini biliyor. Yendiyseniz neyi müzakere ediyorsunuz? Yenme ve yenilme üzerine kurduğunuz diyalog süreci sakıncalı olacaktır.”Kim kazanıyor, kim kaybediyorKuşkusuz herkes siyaset yapıyor. Bu nedenle kendisini olduğundan daha güçlü, karşısındakini de olduğundan daha güçsüz göstermeye çalışıyor. Bunda kınanacak, eleştirilecek pek bir şey yok. Ancak Türkiye’nin en eski, en yıpratıcı sorununu nihayet çözmek için kollar sıvanmışken tarafların herbirinin sözlerini daha dikkatli seçmesi de şart.Kaldı ki “örgütün hesabı boşa çıktı”, “devlet düşündüğünü gerçekleştiremedi” gibi tespitler hem doğru, hem yanlış. Çünkü son dönemde her iki taraf da, kendi stratejisini egemen kılmaktan çok karşısındakinin stratejisini boşa çıkartmak için çabaladı ve kısmen de bunda başarılı oldu. Sonuçta mutlak anlamda kimsenin kazanmayıp, yine mutlak anlamda kimsenin kaybetmediği yıpratıcı bir aşamadan sonra yeni İmralı süreci başladı veya Oslo süreci verilen uzun aradan sonra yeniden ele alındı.“Kimse kazanmadı ama kaybetmedi de” ama yeni sürecin başlamasının esas nedeni yakın gelecekte her iki tarafın da kaybetme ihtimalinin hayli yüksek olmasıydı. Nitekim Abdullah Öcalan’ın Başbakan Erdoğan’a yolladığı mektubun -ya da mektupların- ana temasının “bu gidişle hepimiz kaybederiz” olduğu söyleniyor. -Mektup demişken, bu mektubu (ya da mektupları- Başbakan’a ileten ve Levent Gültekin’in www.gazeteciler.com sitesinde yer alan yazısındaki tespitle “bu süreci başlatmak için kendini masaya koyan” Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e teşekkür etmek gerek.)Öcalan’ın “bu gidişle hepimiz kaybederiz” derken esas olarak bölgemizdeki tüm Kürtleri yakından ilgilendiren gelişmeleri kastetmiş olabileceğini, “Kürdistan sorununun figüranı değil, başrol oyuncusu olma fırsatı” (http://rusencakir.com/Kurdistan-sorununun-figurani-degil-basrol-oyuncusu-olma-firsati/1917) başlıklı yazıda bir ölçüde ele almıştık, bundan sonraki yazılarda da bu tartışmayı sürdürürüz.Gülen’in angajmanıŞimdilik barışın olmaması durumunda Türkiye’yi neyi beklediği konusunda bir başka kişiye başvuralım. Bu seferki alıntımız Fethullah Gülen’ün www.herkul.org sitesinde çıkan mesajının son bölümünden olacak:“Güzergâh emniyetini tehlikeye atmamak lazım. Ülkenin parçalanmasına meydan vermemek lazım. Devletimizin bir devlet-i aliyye olması istikametinde yoluna devam etmesini sağlamak lazım. Devletler muvazenesinde muvazene unsuru olmasını sağlamak lazım. Bu kadar vâridâtı, getirisi olan bir şey karşısında bazen kafamıza uymayan şeylere de katlanabiliriz.”Gülen’in, yeni İmralı sürecinin ana amacının Türkiye’nin bölünüp parçalanmasının önünü almak olduğunu görüp bunun başarısına angaje olması son derece olumlu. Öncelikle Gülen hareketinin küresel boyutlardaki güç ve imkanlarının bu sürece katkıda bulunma ihtimali çok önemli. İkinci olarak, devlet içindeki bazı odakların PKK ile müzakerelere karşı çıkmalarının meşruiyet zemininin bu açıklamayla ortadan kalkacağı da muhakkaktır.Erdoğan’ın Erbakan’a verdiği Kürt raporuÖnceki gün twitter’da Tayyip Erdoğan’ın İstanbul İl Başkanı iken hazırlattığı ve Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’a sunduğu Kürt raporunu hatırlatınca yoğun bir ilgiyle karşılaştım. Bugün olup bitenleri anlamada belli ölçülerde yardımcı olabilecek bu raporun bir özetine şuradan ulaşabilirsiniz: http://rusencakir.com/Erdoganin-16-yil-once-Erbakana-verdigi-Kurt-raporu/882

Devamını Oku

Temkinli değil eleştirel iyimserlik

7 Ocak 2013

İki gün önceki yazıma “PKK’nın silahsızlanması: İmkansıza yakın ama pekala mümkün” başlığını attığımda cümlenin ilk kısmına bakanlar benim “kötümser”, ikinci kısmına bakanlarsa “iyimser” olduğuma hükmettiler. Yeni İmralı süreci etrafındaki tartışmalar genellikle iyimserlik/kötümserlik ikileminde değerlendirildiği için bunda şaşılacak bir şey yok.O zaman oradan yürüyelim. Genel olarak kendimi, “mutsuz iyimserler” sınıfına yerleştiririm. Bunu, yaşadığımız sorunların büyüklüğü karşısında üzülüp geleceğe umutla bakmak olarak çevirebiliriz. Bunun karşısında tabii ki “mutlu kötümserler” yer alıyor. Yani yaşarken hallerinden çok memnun olup geleceğe yönelik felaket tellallığı yapanlar.Yeni İmralı sürecindeyse yeni bir kavramla tanıştık: İhtiyatlı iyimserlik. Yani PKK’nın silahsızlanması ve Kürt sorunu konusunda iyimser olmakla beraber taraflardan biri veya her ikisinden kaynaklanabilecek nedenlerle başarısızlıkla sonuçlanmasından korkup sürece belli bir mesafede yaklaşanlar. (Onların karşısındaysa herhalde “ihtiyatsız kötümserler yer alıyor olsa gerek. Yani daha ilk günden, çıkan her türlü arızayı allayıp pullayıp, “boşuna heveslenmeyin, burdan bir şey çıkmaz” diye sevinç çığlıkları atanların hevesleri muhtemelen kursaklarında kalacak.)İhtiyatlı olmak kuşkusuz iyi bir şey, ama ihtiyatı gerekçe gösterip sürecin dışında kalma ihtimalinin doğru olmadığı kanısındayım ve bu nedenle bir başka tavır öneriyorum: eleştirel iyimserlik. Yani sürecin tüm aktörlerine önyargısız ama eleştirel yaklaşıp iyimserliği elden bırakmadığımız takdirde herbirimiz gücümüz, birikimimiz oranında PKK ve Kürt sorunlarının çözümüne katkıda bulunabiliriz, bulunmalıyız.Bütün haritalar aynı yola çıkıyorİlk bakışta, Ortadoğu gibi bir coğrafyada 30 yılı aşkın bir süredir esas olarak silahla varolan bir örgütün kendi rızasıyla silahsızlanmasının objektif koşullar açıdan, imkansıza yakın derecede zor olduğu söylenebilir. Bu bağlamda, yine de PKK’nın silahtan arınmasının “pekala mümkün” olduğunu ileri sürmek “aşırı sübjektif” bulunabilir. Tam tersini düşünüyorum: PKK çoktan silah bırakmalıydı. Ama gerek kendilerinden, gerek devletin tutumlarından, gerekse dış koşullardan kaynaklanan nedenlerle bu gerçekleşmedi. Yani doğal olan silahlardan arınmış bir PKK’nın yasal siyasi süreçlere eklemlenmesidir, zarardan ne kadar erken dönülürse herkes için o kadar kârlı olacaktır.Peki bu nasıl olacak? Medyada birbirinden farklı gözüken ama sonuçta aynı kapıya çıkan “yol haritaları” tarif ediliyor. Anlaşıldığı kadarıyla Öcalan’ın mesajını alacak olan örgüt önce, bir süredir fiilen yürüttüğü ateşkesi alenileştirecek ve kış şartlarının bitmesinin ardından silahlı güçlerini Irak’a çekeceğini ilan edecek. Bu süreçte yeni yargı paketiyle çok sayıdaki KCK tutuklusu serbest kalacak; ülkeyi terk edecek silahlı militanlara yönelik operasyon yapılmayacak. Bu süre zarfında örgütün tamamen silah bırakması yolunda görüşmeler, Öcalan’ı merkeze alarak sürdürülecek. Bu amaca uygun olarak birtakım yeni mekanizmalar inşa edilecek ve sonunda, belki de çok geçmeden PKK silahları bırakmayı kabul edecek.Bütün bu aşamaların herbirinin son derece çetin geçeceği aşikâr. Ama bir yanda çözüm iradesi sergileyen bir devlet, onun karşısında artık silahla bir yere gidemeyeceğini kabul eden bir örgüt ve onun lideri olunca pekala bütün zorlukların üstesinden gelinebilir.Son bir not: “Ne kadar ümitlenirseniz hayal kırıklığınız o kadar büyük olur” uyarısını yapanlara şu karşılığı vermek iyi olabilir: “Hayal kırıklığı yaşamak için önce hayal sahibi olmak gerekir.”-BİTTİ-

Devamını Oku

“Kürdistan sorunu”nun figüranı değil başrol oyuncusu olma fırsatı

6 Ocak 2013

ABD’de genel olarak tüm Kürtleri, özel olarak Irak Kürtlerini savunan en etkili isimlerden biri Peter Galbraith’tır. Irak Anayasası sürecinde Talabani ve Barzani için danışmanlık yapan Galbraith ile, 2006 yılında çıkan “Irak’ın Sonu” kitabı üzerine söyleşi yaptığımda “Irak’ta bağımsız Kürdistan kaçınılmaz bir olgu. Tarihin akışı önünde duramazsınız” demişti.Türkiye’nin yanıbaşında bağımsız bir Kürt devletine nasıl tepki vereceğini sorduğumdaysa şu şaşırtıcı cevabı almıştım: “Türkler bağımsız bir Kürdistan’ı istemiyor olabilirler ama bunun çoktan gerçekleşmekte olduğunu da fark ediyorlar. Bağımsız bir Kürdistan’ın Türkiye’ye bağımlı olacağını biliyorlar. Başka kime dayanabilir ki Kürtler? Kürtler, Türklerin en yakın müttefiki, hatta Türkiye’nin ‘uydu devleti’ olacaktır.” (http://rusencakir.com/Peter-Galbraith-Bagimsiz-bir-Kurt-devleti-Turkiyenin-uydusu-olur/665 )Galbraith’ın “kaçınılmaz” dediği Irak’ta bağımsız Kürt devleti konusunda epey bir yol katedilmiş durumda, eli kulağında dersek pek yanlış yapmış olmayız. Türkiye’nin böylesi bir gelişmeye ses çıkarmayacağı, hatta destek vereceği şeklindeki öngörüsünün de doğru çıkabileceğine dair ortada çok sayıda işaret var. Örneğin Ankara’nın Bağdat ile olan mesafesi açılıp Erbil ile olan hızla kapanıyor. Yakın vadede Türkiye’nin Irak’taki en güçlü partnerinin Kürtler olması şaşırtmayacak.Dolayısıyla “yeni İmralı süreci”ni Türkiye’nin Irak politikalarıyla birlikte değerlendirmek şart. PKK, Irak Kürt yönetiminin denetlemesi gereken Kandil ve civarında üslenmeye ve Irak sınırından sızıp saldırılar düzenlemeye devam ettiği müddetçe Ankara’nın Erbil ile istikrarlı bir ilişki sürdürmesi ve bunu daha da geliştirip bir tür “stratejik ortaklık”a dönüştürmesi mümkün olamaz.Suriye’den gelen alarmYeni süreci tetikleyen bir diğer gelişme de hiç kuşkusuz Suriye’de PKK’ya yakın olarak bilinen PYD’nin dikkat çekici faaliyetleri. Ankara’nın bu noktada tam bir şok yaşadığını biliyoruz. Bunun üç ana nedeni vardı. İlk olarak Kürtlerin Esad’dan yana tutum almaları halinde Baas rejiminin yıkılması iyice zorlaşacaktı. Kürtlerin muhalefete katılması halinde Esad sonrasında en azından özerklik talep edip elde etmeleri kuvvetle muhtemeldi; bu da Türkiye’deki Kürtler için Irak’tan sonra yeni bir örnek teşkil edecekti. Son olarak, yeni Suriye’de daha güçlü bir konuma sahip olmaları kesin gözüken Kürtler içinde PKK/Öcalan çizgisinin etkili olmasının ek zorluklar çıkartması muhakkaktı.PKK içinde Suriye Kürtlerinin sayı ve etkisinin giderek artmasından zaten kaygılanan Ankara’nın PYD’nin önünün kesilmesi için değişik yöntemlere başvurduğu ileri sürülüyor ancak bunlardan belirgin bir sonuç elde ettiği söylenemez. Bütün bunlar düşünüldüğünde, Öcalan’la Suriye konusunun da konuşulduğu, hatta görüşmelerin yeniden başlamasında Suriye’deki gelişmelerin rolünün yüksek olduğu yolundaki haberler hayli inandırıcı.Sırada İran varIrak ve Suriye’den sonra İran’ı da denkleme mutlaka eklemeliyiz. “Yeni İmralı süreci”nin İran’la bağlantısının birçok boyutu var. Öncelikle İran ile Türkiye arasındaki rekabet her geçen gün tırmanıyor ve PKK tam da bu noktada Ankara’nın önünde ciddi bir engel olutşturuyor. Eğer bu süreç başarıyla sonuçlanırsa, yıllar boyunca ihtiyaç duyduğunda PKK içindeki nüfuzunu kullanarak Türkiye’de istikrarsızlık yaratma imkanı Tahran rejiminin elinden alınmış olacak.Ayrıca Irak ve Suriye’den sonra sıranın İran’a gelmesi çok yüksek bir ihtimal ve böyle olursa gözler tabii ki Kürtlere çevrilecek. PKK’nın tıpkı Suriye’de olduğu gibi İran’da da Kürtler arasında örgütlü olduğunu, hatta bir ara PJAK’ın Tahran yönetiminin başına bela olduğunu biliyoruz. Şayet Türkiye PKK sorununu çözebilirse, İran Kürtleri üzerinde belli bir nüfuza da sahip olabilir.Toparlayacak olursak, “yeni İmralı süreci” bölgedeki Kürt sorununun bir “Kürdistan sorunu”na dönüştüğü bir konjonktürde, büyük ölçüde mecburen başladı. Hükümet bu müdahaleyi yapmasaydı Türkiye bu bölgesel gelişmenin akıntısına kapılıp savrulup iyice istikrarsızlaşacaktı. İşte bu yeni süreç Ankara’ya krizi fırsata dönüştürme şansını sunduğu için çok değerli. Eğer PKK’nın silahsızlandırılması ve Kürt sorununun barışçı çözümü mümkün olabilirse Türkiye “Kürdistan sorunu”nun baş aktörü olabilir. Aksi takdirde yaşanabilecekleri yazmak bile ürkütücü.Yarın: PKK nasıl silah bırakır?

Devamını Oku

Korkmaya gerek yok, Kürt sorunu Türk sorununa dönüşmez

5 Ocak 2013

“Yeni İmralı süreci” çok hızlı başladı: Önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Abdullah Öcalan ile, PKK’nın silahsızlandırılması perspektifinde görüştüğünün resmen açıklandı. Ardından Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata İmralı’ya gidip Öcalan’a görüştü. “Yeni İmralı süreci” çok olumlu syerediyor, barış ve çözüme yönelik ümit ve heyecan tüm ülke çapında dalga dalga artıyor. Bunun bir nedeni, ülkenin bir an önce bu sorunu çözmeye mecbur olmasıysa, bir diğeri, görüşmeleri yürütenlerin arkasında zaten hatırı sayılır bir kamuoyu desteği bulunmasıdır. Ama bununla da kalmıyor, örneğin Öcalan’dan hoşlanmadıklarını bildiğimiz bazı Kürt siyasetçiler de, AKP’ye mesafeli bakan bazı sanatçılar, aydınlar, kanaat önderleri de peşpeşe sürece desteklerini ilan ediyorlar. Bu noktada en sevindirici gelişmelerden biri hiç kuşkusuz, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun da hükümete çözüm için kredi verdiklerini açıklaması oldu. Son olarak, medyanın geneline egemen olan sağduyulu, serinkanlı ve barış yanlısı tutumun altını çizip tahtaya vuralım, “nazar değmesin” diyelim.Diyelim, çünkü içerde ve dışarda, Türkiye’deki çatışma ortamının sonlanmasından son derece rahatsız olacak epey odak mevcut ve bunlar hayli güçlü. Sürecin ilk günlerindeki hız ile olumlu atmosferin onları çok tedirgin ettiği muhakkak, sağda solda açık örneklerine de tanık oluyoruz.Peki ne yapabilirler? Galiba iki yol var deneyebilecekleri. Birincisi, görüşmeleri yürüten taraflar arasında zaten çok az olan, kırılgan güveni ortadan kaldırmaya yönelik bazı provokasyonlara yönelebilirler. Şu ana kadar gerek iktidar partisi, gerekse BDP çevrelerinin son derece dikkatli ve sorumlu davrandıklarını gördük; PKK’dan gelen açıklamaların da ana hatlarıyla olumlu ve yapıcı olduğunu söyleyebiliriz. Ama süreç ilerledikçe ve çözüm yaklaştıkça, her iki bünyede yarıklar açmaya yönelik çabaların arttığını da herhalde göreceğiz. Bu bağlamda, hükümet adına görüşmeleri sürdüren MİT’e ve Müsteşar Fidan’a yönelik yeni kampanyalarla karşılaşmamız da sürpriz olmaz.Milliyetçilikleri kışkırtmaSüreci sabote etmenin ikinci yoluysa zaten kutuplaşmış olan toplumu birbirine düşürmeye yönelik provokasyonlara girişmek olabilir. Bu da en kolay, milliyetçi duyguları köpürtmekle mümkün gözüküyor. Ülkemizde Türk ve Kürt milliyetçiliklerinin birbirini beslediğini, son dönemde Türk milliyetçilerinin daha pasif, Kürt milliyetçilerinse daha aktif olduğunu gözlemliyoruz. Barış içinde bir arada yaşama iradesini yeniden tesis etmeyi hedefleyen (en azından hedeflemesi gereken) bu yeni süreçten memnun olmayan odaklar, Türk ve Kürt milliyetçiliklerine yatkın kitlelere, ayrı ayrı, varılmak istenen noktanın kendi aleyhlerine olacağı propagandası yapmak isteyeceklerdir, ki kısmen başladıklarını da görüyoruz.Bu çevreler, öncelikle Türk kamuoyunu gözlerine kestirmişe benziyorlar, en azından şimdilik. En çok da “Kürt sorununu çözmek isterken Türk sorunu yaratılmasın” diye özetlenebilecek bir argümanı öne sürüyorlar. İlk bakışta makul görünen bir uyarı bu. Ama serinkanlı bir şekilde biraz deştiğimizde bu uyarının hiç de gerçekçi olmadığını anlıyoruz. Çünkü Kürtlerin eşit yurttaşlık temelindeki taleplerinin, cumhuriyet değerlerini benimsemiş hiçbir Türk yurttaşı rahatsız etmesi söz konusu olamaz. Kısacası, “Kürt sorununu çözmek isterken Türk sorunu yaratılmasın” demenin, “böyle gelmiş, böyle gitsin” demekten başka anlamı yoktur.Daha önceki yazılarımda (http://rusencakir.com/Turklerin-kaygilari-Kurtlerin-haysiyeti/1307) arkadaşım Osman Bostan’ın, çözüm için geliştirdiği “Türklerin kaygılarını, Kürtlerin haysiyetini gözeten bir denge” formülünün çok işlevsel olabileceğini yazmıştım. Bu önermeye “Peki ya Türklerin haysiyeti?” diye karşı çıkmaya kalkmanın hiç de haysiyetli bir tutum olduğunu düşünmüyorum.Sonuçta tüm Türkiye ne yapıp edip bu sorunun çözülmesini istiyor; karşılıklı olarak geçmişte yaşanan bazı şeyleri unutmaya, affetmeye yatkınız. Bu nedenle insanlarımız “yeni İmralı süreci”ne temkinli de olsa umut ve heyecanla yaklaşıyorlar. En önemlisi, kötü niyetlilerin çözümü engellemek için her yola başvurabileceklerinin de bilincindeler. Öyle ki çözüm istemeyenler, sırf süreci sabote etmek uğruna canlı bomba olup kendilerini mesela Taksim Meydanı’nda patlatmak zorunda bile kalabilirler.Yarın: Bölgesel dengelerin sürece muhtemel etkileri

Devamını Oku

PKK’nın silahsızlanması: İmkansıza yakın ama pekala mümkün

4 Ocak 2013

Yeni İmralı sürecinin başlamasıyla birlikte yapılan değerlendirmelerde en çok bardağın boş tarafından hareketle yapılan kötümser yorumlar dikkat çekiyor. Bunda şaşılacak bir şey yok çünkü bu topraklarda Kürt sorununun tarihi çok eski, PKK ise yaklaşık 35 yıldır varlığını sürdüren bir örgüt. Gerek Kürt sorunu, gerek PKK sorunu, sadece ulusal değil aynı zamanda bölgesel, uluslararası, hatta küresel boyutları olan sorunlar. Hal böyle olunca bu sorunların sayısız aktörü mevcut ve bunların hatırı sayılır bir bölümü statükodan, yani sorunların çözülmemesini, hatta daha da derinleşmesini arzuluyor ve bu uğurda ellerinden geleni yapıyorlar ve yapacaklar.Sorunları sadece kendi coğrafyamız içinde çözme şansımız olsaydı bile işimiz yine çok zor olacaktı. Çünkü yaklaşık 30 yıldır bu topraklarda çok kan aktı, çok kişi mağdur oldu ve hafızalar hâlâ taze. Daha önceki yazılarımızda vurguladığımız gibi “Türklerin kaygılarıyla Kürtlerin haysiyeti arasında denge”yi gözeten bir çözüm formülü bulabilmek, bulsak bile bunu hayata geçirebilmek gerçek bir maharet istiyor. Tabii maharetten önce taraflar arasında yok olmaya yüz tutmuş güveni yeniden tahsis etmek şart.Bazı realitelerEğer çözüm istiyorsak birkaç realiteyi kabul etmemiz gerekiyor. Örneğin:1) Artık Kürt sorunu ile PKK sorunlarını birbirinden koparmak imkansız. Önce birini, sonra diğerini çözme formülleri başarısızlığa mahkum. Dolayısıyla PKK’nın silahsızlandırılmasıyla Kürt sorununun çözümünü birlikte hedefleyen stratejilere ihtiyacımız var.2) PKK’nın zor yoluyla tasfiyesinin imkansızlığı yıllar önce ortaya çıktı. Silah bırakmak için örgütün ikna edilmesi zorunlu.3) Birçok iç ve dış odağın kolaylıkla sızabildiği PKK’yı ikna etmede Abdullah Öcalan kilit bir öneme sahip.4) Öcalan’ın her dediğini örgütün tüm birimlerine kabul ettirmesi sanıldığı ve umulduğu gibi kolay olmayabilir.5) Türkiye’nin Kürt sorununu bölgemizdeki genel Kürt sorunundan ayrı ele almak iyice imkansızlaştı. Dolayısıyla Irak, İran ve Suriye Kürtlerini de hesaba katan stratejiler geliştirmek gerekiyor.6) “Kürt sorununu çözmeye çalışırken Türk sorunu çıkartmayalım” şej-klindeki uyarıları abartmadan ciddiye almak şart.7) Türk ve Kürt milliyetçiliklerinin birbirini beslediği, kötü niyetlililerin müdahalelerine son derece açık bir ortam söz konusu.8) Çözüm sürecinin zaman alacağını, nice engelle karşılaşılacağını unutmayıp, her türlü provokasyona karşı tetikte olmak ve kaçınılmaz yol kazalarından büyük hayal kırıklıklarına kapılmamak gerekiyor.Mecburiyetten kaynaklanan umutBurada keselim. Görüldüğü gibi kötümser olmak için binbir neden var. Ama şahsen iiçinde bulunduğumuz durumda, PKK’nın silahsızlanması ve Kürt sorununun çözümünün imkansıza yakın bir zorlukta ama pekala mümkün olduğunu düşünüyorum. Umutlu olmamın en temel (ve bence yeterli) gerekçesi Türkiye’nin bu sorunu çözmeye mecbur olması. Bu statükoyla devam etmemiz halinde Türküyle Kürdüyle, Erdoğan’ı ve Öcalan’ıyla, BDP’si, AKP’si, CHP’siyle hepimiz birlikte kaybedeceğiz.Yarın: Kürt sorunu Türk sorununa nasıl dönüşür, nasıl dönüşmez?

Devamını Oku

Devlet Öcalan’ı, Öcalan da PKK’yı ikna etmek zorunda

4 Ocak 2013

“Yeni İmralı süreci” diye adlandırmanın uygun olacağı PKK’nın silah bırakmasını amaçlayan süreç çatışmanın bir an önce sonlanmasını isteyenleri cesaretlendirecek, sürmesini arzulayanları telaşlandıracak kadar hızlı ilerliyor. Kuşkusuz yılların kangren olmuş bu kadar ciddi bir sorununu kısa vadede çözmek imkansız ama kamuoyunun (daha doğrusu Türkiye’de varolan farklı kamuoylarının) bir an önce aslında ne olup bittiğini anlaması şart. Dolayısıyla sürecin ilk olmazsa olmazını “şeffaflık” olarak saptayabiliriz. Devlet ile Öcalan (dolayısıyla PKK) arasındaki tüm konuşulanları vatandaşların bilmesi doğru olmayabilir, kaldı ki gerekmez de. Fakat nasıl bir yola girilmiş olduğu, buradaki imkan ve risklerin neler olduğu konusunda toplum ne kadar fazla bilgilendirilirse imkanlar o kadar iyi değerlendirilir, risklerden de uzak durulabilir.Bu nedenle medyaya öncelikli bir görev düşüyor. Ancak Türkiye’deki medya yapısının bu görevin üstesinden gelebilmesi pek zor. Bunun sayısız nedeni var. Bazılarını sıralayacak olursak:1) Medya Kürt sorunu ve PKK noktasında bugüne kadar çok ama çok kötü bir sınav verdi;2) Kürt sorununa ret ve inkar perspektifinden bakanlar medyada çok kilit yerlerde yer almayı sürdürüyor;3) Medya çalışanlarında Kürtlerin oranı son derece düşük;4) Medya büyük ölçüde hükümetin kontrolü altında. Yeni süreçte bu “olumlu” bir durum olarak görülebilir ama hükümetin medya üzerinden görüşmeleri tek yanlı yansıtmaya kalkması istenmeyen sonuçlara yol açabilir;5) Son Kürt açılımında hükümetin önce gazetecileri öne sürüp, açılımın durmasının ardından eski çizgilerini sürdürmekte ısrar edenlerle arasına mesafe koyması nedeniyle Kürt sorunu konusunda öne çıkan gazetecilerin çoğu hükümete kuşkuyla yaklaşıyor, güvenmiyor;6) Çatışmanın sürmesini isteyen iç (ki bunların bazıları devlet içinde belli bir güce sahip) ve dış odakların medyanın bir bölümüne ulaşması ve manipüle etmesi hiç de zor değil;PKK’nın fahri başkanı“Yeni İmralı süreci” ile birlikte Öcalan devletle anlaşsa bile PKK’yı ikna edip edemeyeceği sorusu sıklıkla soruluyor, daha da sorulacağa benzer. Aslında bu hiç de eski bir soru değil. Nitekim 5 yıl önce “PKK’yı Anlamak” başlıklı bir dizi analiz kaleme almış ve bunların ilkine “Öcalan artık PKK’nın fahri başkanı” başlığını atmıştım. (http://rusencakir.com/PKKyi-anlamak-1-Ocalan-artik-PKKnin-fahri-baskani/837 )O yazıda Öcalan’ın liderliğinin her geçen gün daha da sembolik bir hal aldığı, onun, başlığa da çıkardığım gibi PKK’nın “fahri başkanı”na dönüştüğünü savunmuştum. Bu fikrimi değiştirmiş değilim. Yani PKK’yı fiilen yöneten isimlerin Öcalan’ın her dediğini kayıtsız şartsız yerine getireceklerini beklemek aldatıcı olur. Ama PKK içinden Öcalan’a karşı bir başkaldırı beklemek de gerçekçi olmaz; diyelim ki oldu, bunun başarı şansı hemen hemen hiç yoktur.Dolayısıyla çok karmaşık ve zor bir süreçten geçiyoruz, geçeceğiz. Devlet (MİT) ile Öcalan arasındaki görüşmeler ne kadar zorluysa Öcalan’ın PKK başta olmak üzere Kürt hareketiyle sürdüreceği görüşmeler de en az o kadar zorlu geçmeye aday. Üstelik bunlar, en azından ilk aşamada doğrudan değil aracılar üzerinden gerçekleşecek. Yani önce devlet Öcalan’ı, ardından Öcalan PKK’yı ikna etmek zorunda. PKK’nın, Öcalan ile devlet arasında varılabilecek mutabakatı tümüyle kabul edeceğinin garantisi yok. Bu nedenle mutabakatın süreçle birlikte şekilleneceğini, eğer gerçekleşirse, silah bırakmadan sonra iyice netleşeceğini düşünebiliriz.Bu arada, süreci sabote etmek isteyecek iç ve dış odakların, taraflar arasında zaten çok az olan güveni iyice yıkmaya ve karşılıklı güvensizliği tırmandırmaya yönelik çaba ve provokasyonlar içinde olacaklarını asla unutmamamız gerekiyor.Yarın: PKK’nın silahsızlanması: İmkansıza yakın ama pekala mümkün

Devamını Oku

Devlet Öcalan’ı kullanıp atacak mı?

3 Ocak 2013

Dünkü yazımızda “yeni İmralı süreci”nin üç temel aktörünün, Başbakan Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Abdullah Öcalan’ın artıları ve eksilerini ele aldık. Bugün sürecin kamuoyu ayağını tartışmak istiyoruz. Ancak ülkemiz Kürt sorunu ekseninde belirgin bir şekilde kamuoylarının ayrışmasına tanık olduğu için biz de mecburen iki farklı kamuoyunu ayrı ayrı ele almak durumundayız. Şöyle ki belli bir süredir Türkiye’de iç içe geçmiş olan Kürt ve PKK sorunları etrafında yaşanan herhangi bir gelişme, diyelim ki Kürtlerin hatırı sayılır bir bölümünü memnun ederken toplumun Kürt olmayan kesimlerinde genellikle rahatsızlığa yol açıyor. Benzer bir şekilde Türklerin çoğunun sevindiği bazı olaylar Kürtlerin belli bir bölümünün üzüntüsüne yol açabiliyor.Tabuların sonuMedyada, PKK’nın silahsızlandırılmasına yönelik olarak Öcalan’la sistemli bir şekilde yeniden görüşülmeye başlandığı haberlerinin çıkması ve hükümetin önde gelen isimlerinin de bunları doğrulamasının ardından da iki farklı kamuoyunun iki farklı tepki verdiğine tanık olduk. İlk ciddi fark şu: Kürtler bu gelişmeyi çok fazla önemseyip üzerinde epey yoğun bir tartışmaya girişmişken toplumun Kürt olmayan kesimlerinde büyük ölçüde bir sessizlik hâkim.Bu sessizliğin bir nedeni herhalde Meclis’in tatilde olmasıdır. MHP Lideri Devlet Bahçeli muhtemelen ilk grup toplantısında Öcalan’la görüşüldüğü için çok sert eleştiriler sıralayacaktır. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da, Bahçeli kadar olmasa da bu yeni süreçle arasına belli bir mesafe koyması beklenebilir. Muhalefetin çıkaracağı itiraz seslerinin kamuoyunda bir ölçüde karşılık bulması da beklenebilir ancak ortada bir infial durumunun olmadığı muhakkak.Örneğin beş yıl önce hükümet, Öcalan ile görüşmeleri bu aleniyette açıklamış olsaydı küçük çaplı bir kıyamet kopabilir ve bu sokağa da yansıyabilirdi. Bugün böyle bir durumun yaşanmamasının birinci nedenle “teröristle masaya oturulmaz” tabusunun çoktan aşınmış, hatta kırılmış olmasıdır. Hatırlanacaktır, AKP hükümetinin Öcalan’la ve ardından doğrudan PKK ile görüşmeleri açığa çıkınca, başta MHP olmak üzere muhalefet bunları iktidar partisinin aleyhine kullanmaya çalıştı ama ne genel seçimlerde, ne de 12 Eylül anayasa referandumunda beklediklerini bulamadı.Bu tabunun yıkılmasının ana gerekçesi de Türk kamuoyunun hükümetlerden artık ne yapıp edip bu sorunu bitirmelerini beklemesi ve onlara geniş kredi açmasıdır. Her iki seçmenden birinin oyunu alan bir parti söz konusu olunca işlerin daha da kolaylaştığı aşikârdır.“Yeni İmralı süreci”nin Türk kamuoyunda bariz bir rahatsızlık yaratmamasının bir diğer nedeni de Başbakan Erdoğan’ın son dönemdeki üslubu olsa gerek. Öcalan imasıyla idamı yeniden tartışmaya açan, açlık grevcilerini aşağılayan, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında ısrar eden bir Başbakan’ın Öcalan’a fazla taviz vermeyeceği, tam tersine onu kullanacağı ve hatta kullandıktan sonra atacağı beklentisini hiç yabana atmamak gerek. Bir de tabii görüşmeler sürerken bile askeri operasyonlara ara verilmemesi var.Artan güvensizlikTam da aynı nedenlerle Kürt kamuoyunun “yeni İmralı süreci”ne daha kuşkucu yaklaştığını görüyoruz. Bir yanda Öcalan’a şaşırtıcı bir şekilde bağlı olup diğer yandan onun devlet tarafından kandırılması, aldatılması ihtimalinden ürkmek ilk bakışta çelişkili gelebilir ama bu duygu Kürtler arasında çok yaygın.Öte yandan Başbakan Erdoğan’ın son dönemde değişen üslup ve söylemi Kürtler arasında ona yönelik kuşku ve güvensizliği artırıyor. Seçimle işbaşına gelen ilk cumhurbaşkanı olmak, ayrıca başkanlık sistemine geçmek istediği bilinen Erdoğan’ın bu son süreci de, seçimlere kadar zaman kazanmak için istediği iddiasının Kürtlerde epey rağbet gördüğünü söyleyebiliriz. Bu iddiayı kuvvetlendirmek için Habur ve Oslo süreçlerinin aslında hükümet tarafından sabote edildiği de ileri sürülüyor ve bir kez daha kandırılmama konusunda çağrılar yapılıyor.Kürt kamuoyunda öne çıkar gibi gözüken bu tür kuşku ve tereddütlerin, sürecin olumlu anlamda ilerlemesi durumunda, örneğin Öcalan’ın konuyla ilgili ilk açıklamasını yapmasının ardından büyük ölçüde ortadan kalkacağını tahmin edebiliriz. Öcalan’ın devlet tarafından basit bir şekilde kullanılıp işi bittikten sonra atılmasının pek de mümkün olmadığının anlaşılmasıyla kuşku ve tereddütlerin, diğer kamuoyunda su yüzüne çıkmasına tanık olabiliriz.Peki ne yapmak gerekiyor? Daha önce de yaptığım gibi (http://rusencakir.com/Turklerin-kaygilari-Kurtlerin-haysiyeti/1307 ), tam da bu noktada, birçok konuda olduğu gibi Kürt sorununda da tam bir “akil adam” profili çizen dostum Osman Bostan’dan bir formülü ödünç almak istiyorum: Eğer “Türklerin kaygıları ile Kürtlerin haysiyeti arasında bir denge” kurmayı başarabilirsek bu süreçten sonuç almak mümkün olabilir. Yarın: PKK, medya, dış güçler ve diğerleri

Devamını Oku