“Bulmayı düşlediğin hazine hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyorsan; sahip olduğun sürünün onda birini bana vermelisin...” dedi yaşlı adam...-“Sürü yerine bulacağım hazinenin onda birini versem; daha iyi olmaz mı?..” diye sordu Çoban Santiago...Yaşlı adam yanıtladı:-“Henüz sahip olmadığın bir şeyi vaat ederek gidecek olursan, onu ele geçirmek arzusunu yitirirsin...”ALIŞTIĞIN VE İYİ YAPTIĞIN ŞEYİ TERK EDEBİLME CESARETİ...Ne kadın, ne yaşlı adam kendisinin bir çoban oluşunu dikkate alıyorlardı...Hayatta hiçbir şeye artık inanmayan çobanların, bir gün duygusal olarak “koyunlarına bağlanabileceklerini” anlayabilecek durumda olmayan yalnız insanlardı bunlar!..***Kendisi koyunlarını çok iyi tanıyordu...Hangisi topallıyor?..Hangisi iki ay sonra kuzulayacak?..Hangileri tembel?..Hepsini biliyordu...Onları kırkmayı ve kesmeyi de biliyordu...Gitmeye karar verirse; koyunları acı çekerdi...***“Koyunlarımla; düşlerimdeki istediğim hazine arasında sıkışıp kaldım...” diye düşündü...Karar vermek; alıştığı şey ile sahip olmayı çok istediği şey arasında bir seçim yapmak zorundaydı...***“Annemi, babamı, doğduğum kentin şatosunu terk ettim... Onlar bu duruma alıştılar... Ben de alıştım...Koyunlar da benim yokluğuma alışırlarsa iyi ederler...” diye düşündü...***Gündoğusu daha sert esmeye başlamıştı...Rüzgarı yüzünde hissetti...Rüzgar “Bilinmez”in peşine düşmüş, altın, serüven ve piramitleri aramaya çıkmış insanların terini ve hayallerini getiriyordu...***Rüzgarın özgürlüğünü kıskandı delikanlı ve onun gibi olabileceğini anladı...Kendisinden başka hiçbir şey engel değildi buna...ACEMİ ŞANSI...“Sürüyü satmaya karar verince, arkadaşım sürüyü hemencecik satın aldı... Ömür boyu çoban olmayı hayal ettiğini söyledi bana... İyiye alamet...”-“Hep böyle olur...” dedi yaşlı adam...-“Biz buna Lütuf Kuralı adını veririz... İlk kez kağıt oynadığın zaman, kesinlikle kazanırsın... Acemi talihi...”-“Peki neden böyle oluyor?..” diye sordu Çoban...-“Çünkü hayat senin Kişisel Menkıbeni yaşamanı istiyor...***Hazineye ulaşmak için işaretlere dikkat etmen gerekiyor...Tanrı, izlemesi gereken yolu yeryüzüne çizmiştir, yazmıştır... Senin yapman gereken, senin için yazdıklarını okumaktır... İşaretleri anlayarak...***Her şeyin bir ve tek olduğunu asla unutma...Simgelerin dilini unutma...Ve özellikle Kişisel Menkıbe’nin sonuna kadar gitmeyi unutma...”,MUTLULUĞUN GİZİ NEREDE?..Zengin bir adam; Mutluluğun Giz’ini öğrenmesi için oğlunu, en bilge adamın yanına yollamış...***Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir şatoya varmış...Söz konusu bilge burada yaşıyormuş...***Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen delikanlı, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış...Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor... Bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş...Dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış...***Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş...Bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış...***Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge...Ama Mutluluğun Giz’ini açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona...Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş...***-“Ama sizden bir ricada bulunacağım...” diye eklemiş...Delikanlının eline bir kaşık verip, sonra bu kaşığa iki damla sıvı yağ koymuş...-“Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz...” demiş...***Delikanlı sarayın merdivenlerini inip çıkmaya başlamış...Gözünü kaşıktan ayırmıyormuş...İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış...***-“Güzel...” demiş bilge;-“Peki yemek salonundaki Acem halılarını gördünüz mü,Bahçevan Başı’nın yaratmak için on yıl uğraştığı bahçeyi gördünüz mü?..Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?..”***Utanan delikanlı hiçbir şey görmediğini itiraf etmek zorunda kalmış...Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çalışmış; başka bir şeye dikkat edememiş...***-“Öyleyse şimdi git; evrenin harikalarını tanı...” demiş bilge ona...-“Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin...”***İçi rahatlayan delikanlı, kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış...Bu kez duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş... Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zerafetini görmüş... Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini bütün ayrıntılarıyla anlatmış...***-“Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?..” diye sormuş bilge...Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş...***-“Peki...” demiş; bilgelerin bilgesi;-“Sana vereceğim tek bir öğüt var... Mutluluğun Gizi dünyanın tüm harikalarını görmektir... Ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan...”(Simyacı-Paulo Coelho)
Birkaç gün önce; Paulo Coelho’nun dünyada yüzlerce baskı yapan; bende 75. baskısı bulunan “Simyacı” isimli romanını yeniden okumaya başlıyorum...***İki kez gördüğü bir düşten yola çıkarak; “hayatının gizemini ve amacını arayan İspanyol çoban Santiago’nun hikayesi” elimdeki bu best-seller roman...***Başka kitaplarla birlikte, iki gün önce yeniden okumaya başladığım kitabın yarısına geldiğimde; “Atatürk Havalimanında, kırktan fazla günahsız yolcunun ölümüne, yüzlerce suçsuz turistin yaralanmasına neden olan korkunç terör eylemi meydana geliyor...”***Bir süre öylece kalıyorum...Yaşlı babamın gözünden yaşlar akıyor...-“Ne oldu baba?..” diyorum...-“Hiç oğlum...” diyor;-“Bir şey yok... Gözüm arada bir yaşlanıyor... Bir nedeni yok...”***Yanımızda çocuklar var...Bir gecenin ışıklı karanlığında; daha fazla konuşamıyoruz...Twitter çalışmıyor...Bilgiler azar azar ve tek tük geliyor...Babam meraklı gözlerle bana bakıyor;-“Ölü sayısı arttı mı?..” diye soruyor gözleri...***O sırada hiçbir şeyden haberleri olmadan oynayan; oturduğumuz yerde bulunan gemici dümenini anlamaya çalışan çocuklara bakıyorum...“Onların önünde konuşmaktan çekindiğim bu kaçıncı olay” diye içimden geçiriyorum...***Gece zar zor uyuyorum...Dün sabah yine erkenden saat 06’da kalkıyorum...Çocuklar yatağın iki tarafında mışıl mışıl uyuyorlar...***Ses etmeden balkona çıkıyorum...Paulo Coelho “Çoban Santiago’nun düşünde gördüğü rüyasını gerçekleştirmek için” İspanya’dan kalkıp, Cebelitarık Boğaz’ını geçerek, Afrika’nın çöllerinden aradığı Mısır Piramit’lerine ulaşma öyküsünü biçimlerken; öğrendiği ‘evrene ve hayata ait sırları’ anlatıyor...***Günahsız insanların katline karşı; çocukları koruma ve yaşatma içgüdüsüyle; Paulo Coelho’nun Simyacı’ya dönüşen Çoban Santiago’sundan umut arıyorum... ***Santiago’nun hayatın, sırlarına erdiği öyküsü, bir süre için bir miktar dinginleştiriyor beni...Çocuklar uyandığında; onların karşısına az da olsa dingin çıkabildiğimi fark ediyorum...***Çoban Santiago’nun hayatın sırlarına erdiği öyküsünden; önemli bulduğum pasajları, okuyucuyla paylaşmak arzusu uyanıyor içimde...***Bu pasajlar; “civardaki korkunç ölümlere karşın, yaşamaya uğraşan çekirdek bir ailenin, hayata tutunma çabasının küçük hayalleri” halini alıyor...***Yaşamın her şeye rağmen bitmeyeceğini anlatmak için...Bir rüyanın peşinden giden çoban Santiago bize; “Hayatınızın rüyasını gerçekleştirmeye çabalamaktan vazgeçmeyin... Yüreğinizin sesini duyamaz hale gelmeyin... Yaşamaya ve hayata geliş amacınızı öğrenmeye soruna kadar uğraşın...” diyor...***Bir oksijen etkisi yaratan öykünün ilk sayfalarından aldığım bazı pasajları yayınlamaya başlıyorum...Umutsuzluğu, korkuyu ve ölümü egemen kılma arzusuna inat; yaşamak ve yaşama katkıda bulunmak için...*****SİMYACI... KOYUNLAR...Koyunlarını gündoğusu yönünde sürmeye başladı... -“Hiçbir zaman bir karar vermek gereksinimi duymuyorlar...” diye düşündü...***‘Belki de bu yüzden benim yanımda kalıyorlar...’ Su ve yiyecekten başka bir şeye gereksinim duymuyordu koyunlar...***Onların çobanı olarak Endülüs’ün en iyi otlaklarını bildiği sürece, kendisiyle her zaman dost kalacaklardı...***Güneşin doğuşu ile batışı arasında eğleşen uzun saatlerden oluşan günlerin biri ötekinden farkı olmasa da, kısacık yaşamları boyunca tek bir kitap okumasalar, köylerde olup bitenleri anlatan delikanlının insan dilini anlamasalar da... Yiyecek ve suyla yetiniyorlardı ve bu onlar için yeterliydi...***Buna karşılık, yünlerini arkadaşlıklarını ve kimi zaman da etlerini cömertçe sunuyorlardı...***‘Günün birinde bir canavara dönüşsem ve tek tek hepsini öldürsem, sürünün hepsini boğazladıktan sonra ancak işin farkına varırlardı...’ diye düşündü delikanlı...***‘Çünkü bana inanıyorlar ve artık kendi içgüdülerine güvenmiyorlar... Bu böyle, çünkü onları otlağa ben götürüyorum...’ *****SİMYACI... DELİKANLININ RÜYASI...Delikanlı daha şimdiden birçok şato, birçok kadın tanımıştı... Bir yamçısı bir başkasıyla değiş tokuş edebileceği bir kitabı ve bir sürüsü vardı...***Bununla birlikte, en önemlisi her gün yaşamının büyük düşünü gerçekleştiriyordu... Geziyordu...Endülüs ovalarından bıkarsa; koyunlarını satıp denizci olabilirdi...***Denizden usandığı zaman da birçok kent, birçok kadın tanımış, birçok mutluluk fırsatı yaşamış olurdu...*****“BÜTÜN YÜREĞİNLE BİR ŞEY İSTEDİĞİN ZAMAN, BÜTÜN EVREN SANA YARDIM EDECEK...”Üst üste gördüğü aynı düşün ne anlama geldiğini öğrenmek çok önemliydi onun için...-‘Aynı düşü iki kere gördüm...’ dedi...Koyunlarımla bir otlaktaydım... Derken bir çocuk göründü ve koyunlarla oynamaya başladı...İnsanların koyunlarımla oynamasından pek hoşlanmam, tanımadıkları insanlardan korkarlar...Ama kendileriyle oynamaya gelen çocuktan korkmadılar...Çocuk bir süre koyunlarla oynamayı sürdürdü... Ve birden elimi tuttu ve beni Mısır Piramitlerine götürdü...Mısır Piramitleri’nin önünde, çocuk bana ‘Buraya gelirsen gizli bir hazine bulacaksın’ dedi...Tam bu hazinenin yerini söyleyeceği sırada uyandım... İki kez oldu bu...***Yaşlı adam delikanlıya;-“Senin Kişisel Menkıbeni gerçekleştirme gücün var...” dedi...-“Hayatın bu döneminde her şey açık seçiktir...Her şey mümkündür... İnsan hayal kurmaktan hayatında gerçekleşmesini istediği şeylerin olmasını istemekten korkmaz...Ama zaman geçtikçe gizemli bir güç, Kişisel Menkıbe’nin gerçekleştirilmesinin olanaksız olduğunu kanıtlamaya başlar...***Olumsuz gibi görünen güçlerdir bunlar...Ama aslında sana; Kişisel Menkıbe’ni nasıl gerçekleştireceğini öğretirler...***Zihnini ve iradeni bunlar hazırlarlar...Çünkü dünyada bir büyük gerçek vardır...Kim olursan ol; ne yaparsan yap, bütün yüreğinle gerçekten bir şey istediğin zaman Evren’in Ruhu’nda bu istek oluşur...Bu senin yeryüzündeki özel görevindir...***İnsan yalnızca yolculuk yapmak isterse...Ya da bir kumaş tüccarının kızıyla evlenmek isterse...Ya da hazine aramak isterse...Dünyanın Ruhu; insanların mutluluğuyla beslenir...Ya da mutsuzluklarıyla, arzularıyla, kıskançlıklarıyla...Kendi Kişisel Menkıbe’sini gerçekleştirmek insanların biricik gerçek yükümlülüğüdür...***Her şey bir ve tek şeydir...Ve bir şey istediğin zaman, bütün Evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar...
Kız ünlü sinema salonunun yanında aynı adı taşıyan pastanede oturmuş; genç erkeğin karşısında konuşmaya başlarken; ikisi de romantizmin doruklarında uçuyordu...***İkinci görüşte birbirlerine deli gibi aşık olmuşlardı...Birbirlerine çok benzediklerini düşünmüşlerdi... Bir elmanın iki yarısı gibi olduklarını hissetmişlerdi...***Yirmili yaşlarının başlarındaydılar...Hayata yeni başlıyorlardı...Birey olarak kendilerini; birilerine, bir yerlere, etrafa, çevreye, ahaliye ispat etme duygusunun yarattığı hırs, azim ve yırtıcı enerji ikisinin de ortak gıdasıydı...***Genç kız, hırslı, iddialı ve tutkuluydu...İnatçıydı...Zekasına ve aklına çok güvenirdi...Güzeldi...Güzelliği önemsemez görünse de, güzelliğinin farkındaydı...***Güzellikle birleşen, zeka, akıl, ve başarı çizgisi genç kızın üzerinde kaçınılmaz bir özgüven anaforu yaratmıştı...Yaptığı her şeyin hakkı olduğuna inanıyor; iddialı bir yaşam felsefesinin kendi mukadderatı olduğunu düşünüyordu...***Eylemlerini öylesine akıl dolu bir mantık örgüsüyle izah ederdi ki; karşı taraf ya susar; ya da onaylardı... O gün konuşmaya da öyle başlamıştı...***Konuşma isteği, geçmişi deşme ve geleceğe köprü tesis etme talebi genç kızdan gelmemişti...Bu daha çok genç erkeğin düşüncesiydi...***Hayatının kadınını bulduğunu hissediyordu... Onunla uzun yıllara dayanacak mutlu bir beraberliği bir an önce oluşturmak derdindeydi...***Geçmişlerini birbirlerine tüm çıplaklığıyla açacak; her şeyi birbirlerine eldivensiz söyleyeceklerdi...***Yalansız, dolansız tertemiz bir aşk mimarisi onların eseri olacaktı...Bunu hak ettiklerine inanıyorlardı...Dahası bunun için yaratıldıklarını bile hayal ediyorlardı...AŞKIN HÜSRAN ÇAĞIRAN AYAK SESLERİ...Genç kız konuşmaya başladı... Yaşadığı özgün, maceracı, dogma tanımayan hayatı; bütün açıklığıyla anlatmaya girişti karşısındaki gence...***Kendine, güzelliğine, aklına, zekasına ve başarısına karşın; sınıfta aşık olduğu erkek arkadaşı tarafından ilk kez öldürülmüştü genç kız...***Aşklarının sonsuz olacağını düşünmüş; kendisini her şeyiyle erkeğine vermişti genç kız...Oysa bir süre sonra, genç sınıf arkadaşı bir başka aşka yelken açmış; kendisine her şeyini veren güzel, akıllı, zeki ve başarılı genç kızdan kopmuştu...***Genç kız aradan yıllar geçtikten sonra olaydan duyduğu acının üstesinden geldiğini söylüyordu...Kendisiyle eskiden beri beraber olmak isteyen bir başka sınıf arkadaşıyla gidermeye çalıştığı “acı”, yürümeyen ilişkiyle; yarasına merhem olmamış o ilişki de başlangıcındaki hata nedeniyle bitmişti...***Arkasından çok başka bir dünyaya yelken açmıştı genç kız...Doğa sporlarına yönelmiş; o dünyanın içinden gelen; kendi kültürüne oldukça yabancı bir erkekle “alternatif bir yaşamın mutluluk perdesini açmaya yönelmişti...”O da bir süre sonra hüsranla sonuçlanmıştı...***Hayatlarındaki ve yaşam biçimlerindeki farklılık; genç kızı bir süre sonra o dünyadan hayal kırıklarıyla dolu olarak kopartmıştı...***Tersini yaşayacağına inandığı batılı değerlerle yetişmiş entelektüel erkek ise ona aradığını hiç vermemişti...***Şimdi, aradığı prensinin karşısındaydı...Hayata onunla yepyeni bir başlangıç yapıyordu...Mutluydu...Karşısındaki gencin kendine yönelik özgüveninden müthiş etkilenmişti...***Ona yaşadığı hayal kırıklıklarını hatırlatmayacak, özgüveni yüksek, çağdaşlığı ve batılılığı hayatının mihenk taşı yapmış genç adamla “çok değerli bulduğu ve kimselerin anlayamadığı” hayatını paylaşacaktı...PRENS VE PRENSESİN “KIRILMALARI” VE SONRASINDAKİ HAYATLARI...Genç adam; sevgilisini dinliyordu...Her şeyi anlatıyordu en ince ayrıntısına genç kadın...Kendini her şeyiyle verdiği sınıf arkadaşına bir öfke duymadığını söylüyordu... Olaydan etkilenmişti, ama kısa zamanda aşmıştı...***Diğer erkeklerle ilişkileri ise zaten baştan yanlış temeller üzerine kurulmuştu... Bitmeleri doğaldı ve başından belliydi ve nitekim bitmişti...Şimdi doğru temeller üzerine kurduğu ilişkisi müthiş başlıyordu...Umutluydu...***Nutkunun tutulduğunu hissetmişti genç adam... Prensesin kısacık hayatında yaşadığı tecrübeler; genç adamı tahmin edilmeyecek ölçüde derinden sarsmıştı...***Bir genç kızın yaşadıklarıyla aynı yaşlardaki genç bir erkeğin yaşadıkları arasında; bu derece büyük bir tecrübe farkının olması karşısında ne diyeceğini şaşırmış, sesi soluğu çıkmaz olmuştu...***Neden sonra, zar zor toparlanabildi...Her şeyi açıkça anlattığı için, genç kıza teşekkür etti... Genç kızın yaşadıklarını anlayabilecek, onları toparlayabilecek, onu güçlü ve güvenli bir ilişki sağlayabilecek bir tecrübenin çok uzaklarındaydı genç adam...***Olan ilişkileri, hiç bu yamaçlara erişmemişti...Çok daha erken bitmişti ilişkileri...Çok daha az yaşanmıştı yaşanmışlıkları...Genç kıza; kendisine hayran bıraktığı özgüveniyle; hayal kırıklığı yaratmayacak bir ilişki kuracağına inanıyordu, ama o günden sonra bünyesi buna bir daha izin vermedi...***Mide ağrıları o günlerde girdi genç erkeğin hayatına...Uzun yıllar bir daha çıkmak bilmedi...Mide yanması, gastrit, içinde koskoca bir delik yara varmışcasına yanan, ülser belirtisi hep o günün eseriydi...***Genç erkeğin fizyolojisi iflas etmişti... Ne yapsa fayda etmiyordu...Genç kızla bir daha ne ilk bir aydaki gibi, tutku ve aşk dolu bir hayat kurabildi; ne nedenini anlayamadığı fizyolojik belirtilerin üstesinden gelebildi...***Bir süre sonra mide yanmaları, dayanılmaz bir hal almaya başladı...Geceleri uyuyamaz, gündüzleri yaşayamaz hale geldi... Gecenin bir vakti ter içerisinde uyanıyor, sigara üzerine sigara içerek, içindeki yangını söndürmeyi düşünüyordu... Dumandan; içindeki yangını söndürmesini talep ediyordu genç adam...Hiçbir şey fayda etmeyecek; Tutku ve aşkla başlayan genç bir ilişki, bir daha dikiş tutmayacak harap olup bitecekti...***O günden sonra; gastrit yanması, ülser belirtisi hayatının hep bir yerlerinde, “kaygı duyduğu günlerde, kendini ifade edemediğini hissettiği biçare anlarda” kendisini yokladı durdu...***Kaygının; hayatı tehlikeli bulmanın ve kendini ifade edememenin gastrit ve ülsere neden olduğunu öğrendi genç adam... Kaygıdan kurtulmanın, kendini ifade etme biçimini özgüvenle pekiştirme arayışını o yıllar içinde gıdım gıdım güçlendirmeye çalıştı...Bir daha “nutkunun tutulmasına” sebebiyet vermeyecek, bir ruh halinin kimyasını oluşturma çabasına girişti...Ülser ve gastrit, uzun yıllar sonra, yanmaları, kıvrandırmaları, nefessiz bırakmalarıyla tarihe karıştı...***Ülserle “yaşlı” başlayan hayatı, midesinin tıkır tıkır işleyen “gençlik aromasıyla” bambaşka bir dünyaya geçmişti; kaygılardan ve kendini ifade edememe virüsünden kurtulduğunda gençleşen adam... “İyi yaş almanın gençleşme anlamına geldiğini” ilk o zaman fark etti adam...***Kendini ifade edememe durumlarına kendini sokmamaya çalıştı...Kendini ifade edememe; kaygıyı...Kaygı koruyu; Korku fizyolojik reaksiyonları tetikliyordu...Prenses mi; hiç evlenmedi?..Prens mi?..O da evlenmedi...
Cehennem insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir...Dostoyevski ***Bazen öyle konuşacaksın ki; karşındaki cevap veremeyecek...Bazen de öyle bir susacaksın ki; karşındaki konuşmaya cesaret edemeyecek...Marquez***Bir tarafım söylemek istediklerimle doluyken; diğer yanım onları yok etmekle meşguldü...Buitmar***Gerçek şu ki; ahlaktan önce sevgiyi bulmalı insan...Yoksa ikisi de yok olup gidiyor...Albert Camus***Beni ya şımartın; ya da kapı dışarı edin... Yarı içtenliğe dayanmam zor benim... Oğuz AtayİNSANLAR ASLA SÖYLEDİKLERİ KADAR MEŞGUL DEĞİLLERDİR...İnsanın en kolay aldatabildiği budala kendisidir... Peyami Safa***Kusurumuz ne kadar çoksa; o kadar kusur ararız...Cenap Şahabettin***Ey kalbim...Ey suları usul usul yükselen deniz...İçimiz damar damar parçalansa da;Dışımız lal gibi sessiz...İsmet Özel***Hayallerinizi küçümseyenlerden uzak durun!..Ruhu küçük insanlar, başkalarını da azaltmak ve daraltmak isterler...M. Twain***Zaman unutturmaz; uyuşturur...Bukowski***Yalnızlık biraz da her şeyi bilmenin ta kendisidir...Hasan Ali Toptaş***Çok konuşuyorum kendimle bugünlerde...Ne yapıyım?..Başkalarının sohbetinden hoşlanmaz oldum... Oğuz Atay***Hayatta bulabileceğiniz en doğru kişi; sizi tüm hata ve eksiklerinizle sevebilecek olan kişidir...Natsume Soseki***İnsanlar asla söyledikleri kadar meşgul değillerdir...İnsanların öncelikleri vardır ve bazen sıra sana gelmez...Paul AusterHAYATTA UNUTAMAYACAĞINIZ EN BÜYÜK PİŞMANLIK;...Keşke aramızdaki mesafe, sadece kilometrelerle ölçülebilen cinsten ibaret olsaydı...İsmet Özel***Öfke rüzgar gibidir...Bir süre sonra diner...Ama birçok dal kırılmıştır bile...***Hayatta unutamayacağınız en büyük pişmanlık; pişman olurum diye yapmadıklarındır...Tolstoy***Aslından uzaklaşan her canlı; uzaklaştığı oranda aslına dair bilgisini kaybeder...İbn Arabi***En insani davranış; bir insanın utanacağı duruma düşmesini önlemektir... Nietzsche***Şeytana aşkla bakınca; onu melek sanırsın... Sadi***Aramanın bulmaktan kutsal olduğunu bilenler; dünyanın hazinelerine değil, sırlarına meylederler... Butimar***Kimi ruhlar evvelden aşinadır birbirine...Butimar (Kaan Murat Yanık)***Çağın vebası...Mutsuz insanlara karşın verilen mutlu fotoğraflardır...Butimar***İnsanlarla münasebetin; ateşle münasebetin gibi olsun...Çok uzaklaşma ki donmayasın...Çok yaklaşma ki, yanmayısın...SadiBU DÜNYA HASSAS KALPLER İÇİN BİR CEHENNEMDİR...Arkamda bıraktığım köprüleri yıkarım ki; ilerlemekten başka çarem kalmasın...Fridjof Nansen***Bu dünya hassas kalpler için bir cehennemdir... Goethe***Önce biraz ağladılar... Ama alıştılar şimdi...Aşağılık insanoğlu her şeye alışır!..Dostoyevski***Aklımı kaçırana kadar her şeye kapayacağım kendimi...Herkesle bozuşacak; kimselerle konuşmayacağım...Franz Kafka***Herkesin anlatacak bir hikayesi vardı...Fakat kimsenin anlatacak mecali kalmamıştı...Butimar***Hiçbir yararı olmayacağını bile bile, insan kalmanın çok önemli olduğunu düşünüyorsan, onları yendin demektir...George Orwell***Ne okumak istediysem onu okudum...Ve okuduklarımdan; bana okulda öğrettiklerinden çok daha fazlasını öğrendim...George Orwell***Herkes gibi günlük sevinçlerin, heyecanların akışına kapılıp gidemez miyim/..Neden olaylar benim üzerimde silinmez izler bırakıyor?..Oğuz AtayBİR YERDE HERKES BİRBİRİNE BENZİYORSA; ORADA KİMSE YOK DEMEKTİR...Bir yerde herkes birbirine benziyorsa; orada kimse yok demektir... Foucault***Doğruyu söylemek değil, anlatmak güçtür... Cemil Meriç***Dürüst bir insan; daima çocuk kalır...Sokrates***Bir defa aldatan kişiyi affedersen; seni yine kullanır...Çünkü ihanet bir ruh hali değil; karakterin dökülüş biçimidir...Paul Auster***Ne kadar kaçmak ve uzaklaşmak arzusu ile dolu isem, o kadar bağlanmak ve kalmak istiyorum...Sait Faik Abasıyanık***Bir tren!.. Gece ya da gündüz... Hangi saatte olursa olsun... Beni alıp götürsün...Burada boğuluyorum... Andre Gide***Uyumamak sormak demektir...İnsan cevabı olursa uyuyabilir...Kafka***Bazılarımız dayanmanın bizi güçlü kıldığını zanneder...Oysa bazen bizi güçlü yapan bırakmaktır... Hermann Hasse***Birçok giden memnun ki yerinden...Çok seneler geçti...Dönen yok seferinden...Yahya Kemal Beyatlı***Derin etkiler dilsizdirler...Peyami Safa***Sessizliğin içine her şey konabilir...Romain Gary***Başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğü kaygısı, kendi vicdanımızdan daha güçlüdür... Paverse***İstediğin zaman söndür lambayı...Senin karanlığını tanıyacağım ve onu seveceğim... Tagore----(Edebiyat Sokağı isimli twitter hesabından derlenmiştir...)
Dün yazmaya başladığım “Dokuz Kehanet”in sekizincisi; insanlarla ilişkilerde enerjiyi doğru kullanmanın yolunu gösteriyor...***Özellikle çocukların hatalarını sürekli düzeltmenin, onların enerjilerini tüketmek olduğunu söyler 8. kehanet...Çocukların hatalarını sürekli düzeltmenin; onlarda kontrol dramaları yarattığını belirtiyor bu öğreti...AŞK İLİŞKİLERİNİZİN ENERJİ EMİCİ İLİŞKİLERE DÖNÜŞMESİ...İki kişi aşık olduğunda, bilinçsiz olarak enerjilerini birbirlerine verirler...Mutluluk ve neşe inanılmaz derecede artar...***Titreşimler yükselir...Ne yazık ki insanlar birbirinden gelen bu enerjiye bağlanırlar ve evrenden sağladıkları enerjiyi keserler...***Oysa iki kişinin birbirine verecek yeterli enerjisi yoktur...***Bir süre sonra birbirlerine enerji vermeye son verip, diğerinin enerjisini elde etmeye çalışırlar...Çocukluk dramalarının içine düşerler... (Dün verdiğim çocukluk dramalarını bugün bir kez daha vereceğim)***Sonuçta ilişki giderek yozlaşır ve güç savaşına dönüşür...Aslında bu durumdan tam olarak kurtulmayı kadar alfabedeki C harfi gibi hareket ederiz...***Karşı cinsten kolay etkileniriz...Onun yarım kalmış C şeklindeki dairesi gelip bizimkiyle birleşir...***Birbirimize enerji akıtmaya başlarız...Gerçekte ise, kendi dışında diğer yarısını arayan bir başka insanla birleşmiş oluruz...***Karşı cinsten birine bağımlı olmamızın nedeni, karşı cinsin enerjisini elde etmek istememizdir...AŞK İLİŞKİSİNDE OYNANAN ÇOCUKLUK DRAMALARI... MESAFELİ DRAMA...Esrarengiz ve gizemli bir görünüm kazanır...Kendi kendine ihtiyatlı davrandığını söyler, ama aslında bu dramanın içine başkasını çekip, kendisine ilgi göstermesini ümit eder...***Birisini bu dramanın içine çekince de, açık davranmaz ve gerçek duygularını anlamaları için karşısındakileri zorlar...***Onlar bu kişinin gerçek duygularını anlamaya çabalarken, fazlasıyla ilgi gösterip, tüm enerjilerini ona yollarlar...***Ne denli esrarengiz davranıp, ne denli ilgilerini çekerse o kadar enerji çalar...SORGULAYICI DRAMA...Sorularıyla insanları eşeleyip, karşısındakinin yaşantısındaki yanlışları ortaya çıkarıp eleştirir...***Eğer istedikleri kişiyi bu dramanın içine çekebilirlerse, karşısındaki “sorgucu”nun karşısında kendini suçlu hisseder...“Sorgucu”nun dikkatini çekecek hatalar yapmamak için, onun düşündükleri ile ilgilenmeye başlar...***“Sorgucu” bu ‘saygı’ sayesinde gereksinim duyduğu enerjiyi çalar...KORKUTUCU DRAMA...Şayet biri, fizik gücüyle ya da statüsüyle başkası üzerinde tehdit yaratıyorsa, öteki başına kötü bir iş geleceği korkusuna kapılır...***Karşısındakine korku nedeniyle ilgi gösterip, ona enerjisini verir...ACINDIRICI DRAMA...Taraflardan biri, başına gelenlerden diğerinin sorumlu olduğunu ima eder...***Ona yardım etmediği takdirde kötülüklerin başına gelmeye devam edeceğini söyler...Böylece sağladığı ilgiyle enerji çeker...***Dikkat edilmesi gereken, dramaların karşı dramaları yarattığıdır...Örneğin mesafeli drama uygulayan kişi; karşısında sorgucu drama oynayan kişiyi yaratır...ÖNCE TEK BAŞINA OLMAYI ÖĞREN!..İçimizdeki kaynaktan aldığımız mistik enerjinin, hem erkek hem de dişi yönü vardır...***Ancak bu bütünleşme zaman alır...Eğer olgunlaşmadan eril ya da dişil enerjimizin artması için, bir başka insan ile bağlantı kurarsak, evrensel kaynağın akışını durdururuz...***Önce daireyi kendimiz bütünlemeliyiz...Bu zaman alır ve ancak bunu sağladıktan sonra yüksek ilişkiler kurabiliriz...***Bu şekilde bütünleşmiş bir insanla romantik ilişki kurduğumuzda; bu tür bir ilişki bizim bireysel gelişimimizi engellemez...***Bu tür ilişkilerde bağımlı olma eğilimi yoktur...Çünkü bu insanların ikisi de gelecek mesajları beklemektedirler...***Bir aşk deneyimine başlandığında; ilişkinin ilk günlerinde duyulan iyilik ve keyfin tadını, tek başına olduğun zamanda çıkarmalı, onu içine almalısın...***Bundan sonra gelişmeye başlarsın...Kendine uygun romantik ilişkiler, sana kendiliğinden ulaşmaya başlar...ENERJİ DÜZEYİNİ ARTTIR!..Dokuzuncu kehanet der ki;Enerji düzeyimiz arttıkça, vücudumuzdaki atomların titreşimlerinin düzeyi de artar...***Kısacası ruhumuzu arındırıp hafifleriz...Her zaman enerji dolu ol ve sevgi durumunda kal...***Bir kere sevgi konumunu elde ettin mi, hiçbir şey ve hiç kimse sendeki enerjiyi çekip alamaz...Gerçekte senden taşan enerjinin yarattığı akıntı, aynı oranda enerjiyi senin içine çeker...10. KEHANET VE BİRKAÇ SÖZ...Bu kehanetlere ek olarak dokuzuncu kehanetin sonunda anlatılan bir de 10. kehanetten söz edilir...***10. kehanette, hayatımızı ölümden sonraki yaşamının; edindiğimiz yüksek bakış açısından görülmesi anlatılır...***James Redfield’ın 9 Kehanet kitabındaki bilgiler; esasen ayrı ayrı birçok bilge yazarın kitaplarında, çalışmalarında ve söyleşilerinde yer alır...***Burada verilen bilgiler; günümüzde; hayatı daha geniş ve derin okuyabilen insanların, rahatlıkla fark ettiği ve günlük yaşamında uyguladığı bilgilerdir...***Bu köşede zaman zaman; görüşlerine katılmasam da, edebi içeriği ve içerdiği uslup hazzı nedeniyle, birçok sözü yayınlıyorum...***İki gündür yayınladığım bilgiler, bir edebi hazdan mütevellit değiller...Bu bilgileri uzun zamandır hayatında uygulayan bir kişi olarak; yaşama katkı amacıyla paylaşıyorum okuyucuyla...
9 KEHANET...Eski kız arkadaşım; James Redfield’in Dokuz Kehanet isimli kitabından, çok önemli pasajlar gönderiyor...***İtiraf etmeliyim ki; bu konularla uzun zamandır ilgilendiğim halde, her şeyi bu kadar güzel toparlayan, derin ve güçlü bir rezümeyi uzun zamandır görmüyordum...***Eski kız arkadaşıma; “bu derece önemli bir değer ve katkı sunduğu” için dün teşekkür edip, yazının üzerinde çalışmaya başlıyorum...***Sizlere önerim; bugün 7 kehaneti yarın da diğer iki kehaneti aktaracağım bu bilgileri bir yerlerde saklamanız ve adım adım okuyarak uygulamanız...***Çok önemli bilgiler olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum...Bu bölümde özellikle; “ilgi çekmek ve enerji çalmak için uyguladığımız ‘dramalar’ bölümünü çok dikkatli okuyun...”Yarın üzerinde konuşacağız daha... *****TESADÜF DİYE BİR ŞEY YOKTUR...Yaşadığımız her deneyimin...Hayatta karşımıza çıkan her insanın bize bir mesajı vardır...Özellikle sorunumuz olduğunda yanıtları bize verecek insanlarla karşılaşırız...***Rastlantı yoktur...Ama bu rastlantılara nasıl yanıt vereceğimizi, bize iletilen mesajları algılayabilme kapasitemiz belirler...***Yolumuza çıkan biriyle yaptığımız sohbet, o anki sorunlarımıza yanıt vermiyor görünebilir ama bu yaptığımız sohbetin bir mesaj taşımadığı anlamına gelmez...Sadece biz o mesajı alamamışızdır...*****NEDEN YAŞADIĞINI CEVAPLA...İkinci bilgi gerçeklerin ve kendi farkındalığın üzerine kurulmuştur... Neden yaşıyorsun?.. Bunu sorgulamalısın...*****EVRENDE TEK VE SAF BİR ENERJİ VARDIR...Bu bilgi yaşama yepyeni bir bakış açısı getirmektedir...Modern fizik; evreni tek ve nötr bir enerji olarak tanımlamakta; Bu enerjinin her nasılsa düşüncelerimize yanıt verdiğini söylemektedir...***Yani insanoğlunun yalvarmasına gerek olmaksızın, gerekli istenci gösterdiği takdirde ona yanıt veren bir enerji var...*****RASTLANTILARIN GÜCÜ... TÜM EVREN ENERJİDEN İBARETTİR VE ENERJİ GÖRÜLEBİLİR...Ne var ki hepsinin türü değişiktir...İşte bu yüzden bazı yerler enerjiyi, diğer yerlerden daha fazla arttırır...***Bu senin uyumuna bağlıdır...Önce enerji alanlarını görmeye başla...Bunun için dikkatini çevreye yönelt...***Nesnelerin ve insanların güzelliklerini, eşsizliklerini takdir edince enerji alıyorsun... Hislerin sevgi düzeyine yükselince, gönüllü olarak enerjini geri veriyorsun... Bu mistik bir deneyimdir...***Bu durum ne yazık ki uzun süre korunamaz... Bilinci normal düzeyde olan bir insanla konuşmaya çabalayınca, ya da çatışmaların sürdüğü bir dünyada yaşamaya çalışınca, bu durumdan sıyrılır ve tekrar eski düzeyimize döneriz...***Bundan kurtulabilmek için hissettiklerimizi yeniden, yeniden tekrar etmeliyiz... Çünkü rastlantıları sağlayan bu enerjidir... Ve rastlantılar bir temele dayanan yeni bir düzeyi gerçekleştirmemize sürekli bir şekilde yardımcı olurlar...*****İNSANLARIN; DİĞERLERİNİN DÜŞÜNCELERİNE HÜKMEDEREK ENERJİLERİNİ ÇALMA EĞİLİMLERİ VARDIR...Enerjinizin kesildiğini hissettiğimiz zaman, hepimiz aynı şeyi yaparız...İnsanları ve durumları kontrol ederek, enerjinin bize doğru akışını sağlamak için ‘dramalar’ yaratırız...***Şayet kendimize dikkatle bakıp, enerjiyi yönlendirmek için neler yaptığımızı keşfetmezsek, hiçbir ilerleme olmaz...*****MESAFELİ DRAMAEsrarengiz ve gizemli bir görünüm kazanır... Kendi kendine ihtiyatlı davrandığını söyler ama aslında bu dramanın içine başkasını çekip, kendisine ilgi göstermesini ümit eder...***Birisini bu dramanın içine çekince de açık davranmaz ve gerçek duygularını anlamaları için karşısındakileri zorlar...Onlar bu kişinin gerçek duygularını anlamaya çabalarken, fazlasıyla ilgi gösterip, tüm enerjilerini ona yollarlar...***Ne denli esrarengiz davranıp, ne denli ilgilerini çekerse o kadar enerji çalar...*****SORGULAYICI DRAMASorularıyla insanları eşeleyip, diğerlerinin yaşantılarındaki yanlışları ortaya çıkarıp eleştirir...***Eğer istedikleri kişiyi bu dramının içine çekebilirse diğerleri; sorgucunun karşısında kendilerini suçlu hisseder...Ve sorgucunun dikkatini çekecek hatalar yapmamak için, onun düşündükleriyle ilgilenmeye başlarlar...***Sorgucu bu saygı sayesinde gereksinim duyduğu ilgiyi sağlar...*****KORKUTUCU DRAMAŞayet biri, sözle, fizik gücüyle ya da statüsüyle başkaları üzerinde tehdit yaratıyorsa, diğerleri başlarına kötü kötü bir iş geleceği korkusuna kapılır, ona ilgi gösterip enerjilerini verirler...*****ACINDIRICI DRAMABirisi başına gelenlerden diğerlerinin sorumlu olduğunu açıkça olmasa da vurgular... Ve ona yardım edilmediği takdirde kötülüklerin başına gelmeye devam edeceğini söylerse, sağladığı ilgiyle enerji çeker...***Burada dikkat edilmesi gereken konu, dramaların karşı dramaları yarattığıdır...Örneğin mesafeli drama uygulayan kişi, karşısında sorgucu drama oynayan kişiyi yaratır...*****GEÇMİŞİ BERRAKLAŞTIR... ÇOCUKLUĞUNUN DRAMALARINI TEKRAR ETME...Geçmişi berraklaştırmak, çocukluğumuzda öğrendiğimiz bu dramaları kontrol etmekle başlar...***Dramaların farkında ol...Bunlardan bir kez kurtulduğunda kendini daha yüksek seviyedeki evrimsel kimliğinde bulursun...***Doğru enerji ile her doluşta hayatı daha ileriye götürecek bir rastlantı meydana gelir...Ve ileri düzeydeki enerjiyi içselleştirirsin...*****AKLINA ANİDEN GELEN DÜŞÜNCELERE DİKKAT ET!..Ani düşünceler bize rehberlik etme amacıyla aklımıza gelirler...O zaman ‘neden’ diye sormalıyız...Yaşam sorunumla bunun ne ilgisi var?..***Gözlemci durumuna geçince, her şeyi kontrol etme gereksiniminden de kurtuluruz...Ve bu bizi evrimin akışının içine sokar...***Bu noktada olumsuz düşünceler aklımıza gelirse, 7. kehanet; ‘korku imajları belirir belirmez engellenmelidir... Ardından da aklımıza iyi düşünceler getirmeliyiz...” der...Eğer olumlu imajlardan sonra olumsuz imajlar belirirse yine de bunları ciddiye almak gereklidir...***Örneğin aklına aniden araba kazası geçireceğin gelmişse, biri seni arabayla bir yere götürmeyi teklif ederse reddetmelisin...YARIN; (Diğerleriyle kurduğun ilişkilerde enerjini doğru kullan)
Ünal Aysal’ın Başkan olduğu günlerde; Fatih Terim’e Türkiye’nin futbol direktörlüğü teklifi yapılıyor...O günlerde Terim Galatasaray’ı şampiyon yapan bir teknik direktör...Yazılarımla Terim’in; Galatasaray’dan kopmamasını, Milli Takım’la birlikte çalıştırmasını söylüyorum...***Neden böyle söylüyorum?..Çünkü ben futbolda fair-play’a inanıyorum...Galatasaray’ı sıfırdan alıp, şampiyon yapan Terim’in; Milli Takım’ı çalıştıracak diye camiasından kopartılmasına razı olmuyorum...***Milli görevi kabul etmek durumunda kalan Terim’e Galatasaray’ın “ayrıl” diyerek, haksızlık ettiğini, üstelik esas kulüp olarak kendi bindiği dalı kestiğine inanıyorum...Terim’in o yıllarda Galatasaray’da kalmasının; bizzat Galatasaray için gerekli olduğunu söylüyorum...***Galatasaray’lı değilim; ama fair-play’den yanayım...O gün Galatasaray Terim’i gönderme kararı alıyor...-“İki görev bir arada yapılmaz” diyerek Terim’e yol veriyor...DURSUN ÖZBEK; GİZLİ GİZLİ TERİM’LE GÖRÜŞÜYOR...Üzerinden iki sezon geçiyor...Galatasaray; takımı ve Türkiye’yi bilmeyen İtalyan teknik direktörlerin yönetiminde, futbolcu pazarlayıp para kazanmaya çalışan menajerlerin elinde oyuncak olup; dört yıldızı takamadan sürklase oluyor...***Menajerler Terim’i istemiyor...Çünkü Terim onlara “maniplasyon yaparak futbolcu pazarlatmayacak, para kazandırmayacak...”***Galatasaray kaybediyor...Sonraki sezon; Hamza Hamzaoğlu’yla bir parça silkelenip dördüncü yıldızı takıyor...Arkasından yeniden eski haline dönüyor...***Dursun Özbek; hakkında söylenenlerin aksine; aklı başında, nerede ne söyleyeceğini bilen, zeki bir işadamı...Fatih Terim’le Galatasaray’ı yeniden ayağa kaldıracağını düşünüyor...Terim’le aylardır sürekli bir görüşme halinde...***Terim; Galatasaray’a gelmeye soğuk bakmıyor...İstiyor Galatasaray’a gelmeyi...Bunu ima da ediyor kendi sözcükleriyle karşı tarafa...Ancak Terim’in istediği sadece Galatasaray değil...Terim aynı zamanda Türkiye’nin Futbol Direktörlüğü görevini de sürdürmek istiyor...Yani ilk başta düşünülen formülün olması için zemin yokluyor...MİLLİ TAKIMLA GALATASARAY FORMÜLÜ BİR ARADA İŞLEMİYOR...Oysa bir teknik adam için; Galatasaray’ın başındayken Milli Takım teklifi alıp, ikisini birden yönetmek başka şey...Milli Takım’ın ve tüm Türkiye’nin futbol direktörüyken; bir takımın teknik direktörlük teklifini kabul etmek başka bir şey...***Türkiye’de aklı başında herkes; o günlerde Milli Takım’ın başarısı için; bir Türk takımı olan Galatasaray’ın fedakarlık yapmasını istiyor...Hoca’nın iki tarafta görev yapmasını içine sindiriyor...***Ancak Milli Takımların başındaki ülkenin futbol direktörünün; bir takımın teklifini de kabul edip; ikisini birden çalıştırmasını kabul edecek bir halet-i ruhiye taşımıyor...Terim’in ikisinden birini seçmesi doğruya ve fair-play’e en uygunu...ŞİFRE; SERDAR AZİZ’İN GALATASARAY’A TRANSFERİ...Bursaspor’un milli stoperi Serdar Aziz; önceki gün Galatasaray’a transfer olduğunda; hiç kimse olayın şifrelerini araştırmıyor ya da bilinçli olarak söylemiyor...***Oysa milli stoper uzun zamandır, Serdar Aziz’i Serdar Aziz yapan eski Hocası Şenol Güneş tarafından isteniyor...Güneş defalarca Serdar Aziz’le görüşüyor; ona kendisini istediğini söylüyor...***Bir futbolcunun kendisini parlatan bir Hoca’yla çalışmak istemesi en doğalı...Dahası; Beşiktaş bu yıl şampiyon oluyor ve Şampiyonlar Ligi’ne direkt katılıyor...***Türbülanstan geçen; UEFA’nın gözlemi altına giren Galatasaray şu anda Beşiktaş’la eşit koşullar sunabilecek durumda değil, yeni transferine...***Serdar Aziz, stopere ihtiyaç duyan, şampiyonlar liginde mücadele edecek olan, kadrosu oturmuş Beşiktaş’ı tercih edecek profesyonelce düşündüğünde...Üstelik onu parlatan Hocası da şampiyon takımın başında...***Ancak kimsenin beklemediği oluyor ve Serdar Aziz; Şenol Güneş’in şampiyon olmuş takımı yerine, Hoca’sı ve geleceği henüz belirsiz görünen Galatasaray’ı seçiyor...***Serdar Aziz gibi bir futbolcunun; Hoca’sı belli olmayan bir kulübe; bu kadar isteyeni varken gitmesi akıl dışı...Fatih Terim faktörünün devrede olduğunu ve Serdar Aziz’in kulağına fısıldandığını bilmek için müneccim olmak gerekmiyor... Serdar Aziz’in Galatasaray’a transferi, şifrenin kendisi...SON KARARI NE OLACAK FATİH TERİM’İN?..Fatih Terim’in Avrupa Şampiyona’sında yaşadıklarıyla ilgili çok şeyler söylenebilir...Ailesinin hiç hak etmediği, hakaretlere maruz kalması Fatih Terim’in kararlarını etkiliyor gibi gözükebilir...***Oysa tanıdığım Terim en iyi profesyonellerden biridir...Fransa’da olanlarla hayatını ve işini karıştırmamasını bilir...***Galatasaray’dan defalarca gönderilmesinin farklı olmadığının bilincindedir... Şimdi en zor kararının arefesinde Fatih Terim...“Kongre üyesi, divan üyesi olduğu Galatasaray mı; Türkiye’nin futbol direktörlüğü mü?..”Son karar kendisinin...
“Hayal kurarken iyi düşün... Çünkü gün gelir gerçekleşir hepsi” demişlerdi de inanmamıştı gazeteci...Çocukken hayalini kurduğu her şey inanılmaz bir şekilde gerçek oluyordu hayatında...***Arabayı tek başına kullanırken, son günlerde yaşadığı gizemli olayları düşünüyordu gazeteci...***Birkaç yıl önce çocukluk aşkıyla karşılaşmışlardı...Telefonlarını vermişler, “araşırız” demişler, sonra da ara sıra görüşmüşlerdi...***Beraber yemekler yediklerinde, hayattan ve eski günlerden söz etmişler, ara ara uzun sohbetler etmişlerdi...Okulun etkinliği için beraber seyahat ettiklerinde ise; eski arkadaşlıklarındaki samimiyetinin ötesinde; hiçbir duygusal dalgalanmanın olmadığını fark etmişti gazeteci...İlk göz ağrısı için de aynı şeyler geçerliydi...***Gazeteci; hayatın ağır günlerini yaşıyor;Geçmiş duygusal yolculuklara; çıkacak bir zeminde olmadığını biliyordu o günlerde...İçinden gelmeyen hiçbir şeyi yapmazdı;Davranışlarını tamamen oluruna bırakırdı...***Mazinin derinlerinde kalan bir arkadaşlığın, yarım yamalak bir çocukluk hazzının; örtülmüş izinin üzerinde, hayatın getirdiklerini ve öğrettiklerini paylaşmıştı çocukluk aşkıyla...***Eski arkadaşlıkların, sonrasında yaşanan farklı hayatlara dayanamadığı gerçeğiyle karşılaşmışlardı bir süre sonra...Birbirlerini arayıp sormaz olmuşlardı...*****İLK AŞK...Birkaç yıl sonra hiç karşılaşmayı beklemediği bir yerde karşılaştılar gazeteciyle “ilk göz ağrısı...”***Karşılaşmanın; birkaç yıl önceki buluşmalar gibi olmadığını ilk anda fark etti gazeteci...***Başka bir duygusal düzlemin içindeydi...Scott Fitzgerald; 1921 yılında Coliers dergisinde yayınlanan “Benjamin Button’ın Garip Hikayesi” isimli öyküsünde, hayatını; yaşlı doğup çocukluğuna doğru tersten yaşayan Benjamin Button’ın garip hayatını anlatır...***Gazeteci; son yıllarda günlük hayatını devam ettirirken, bir yandan da adım adım çocukluğuna doğru yolculuğa başlıyordu...Önce 20’li yaşlarını...Sonra ortaokul ve lise yıllarını bir kez daha yaşamış; Şimdi çocukluğuna doğru sihirli bir yolculuğa çıkmıştı...*****BENZİNCİ BİR FUTBOL SAHASIYDI!..“Hayal kurarken aman dikkat edin” demişti bilge;- “Hayal ettikleriniz bir bir gerçekleşir sonra...”***Arabada giderken; çocukken denize girdiği noktaları işaretledi bir bir...Şurada ilk kez denize girmişti...Şurada, plaj vardı; ayakları yere basarak yüzmeyi denemişti...Şurada; deniz boyu geçiyordu, ayakları yere değmeden akıntının ortasında yüzmeyi öğrenmek zorundaydı...Şurada cup diye onu denize atmışlardı... Soğuk, dalgalı, akıntılı suların ortasına...Noktaları birer birer beyninde senaryolaştırıyor; yaşadığı ilk anları gözünde filmleştiriyordu...***Eski futbol sahasından geçerken, bir an duraksadı... -“Çocuklar size her geldiğimizde meyve suyu ve kol getireceğiz...” diyen adamlar gözünün önüne geldi...-“Ne güzel...” demişti bütün çocuklar...-“Siz hep gelin bu arsaya...”***-“Depoyu doldursana...” dedi gazeteci benzin dolduran gence... -”Sen kaç yıldır burada çalışıyorsun”...-“30 yıl oldu...” dedi benzinci...- “Elli yıl önce burası arsaydı... Biz top oynardık burada...Sonra büyük adamlar geldi... Bize kola ve meyva suyu ikram ettiler...Hep veririz size meyva suyu ve kola dediler... Yeter ki biz burda rahat çalışalım... Siz olay çıkarmayın...O günlerde futbol oynadığımız arsamızı elimizden alacaklarını, burasını benzinci yapacaklarını anlamamıştık...” dedi gazeteci...-“Anladığımızda iş işten geçmişti...O arsa bu benzinciydi... Biliyor muydun bunu?..”***-“Buraların bütün tarihini biliyordum...” dedi benzinci... -”Ama bunu bilmiyordum, yetişemedim... Ne zaman demiştin abi?..” -”50 yıl önce...” diye cevap verdi gazeteci...*****13 YAŞINDA ÇOCUK VE BAŞINA GELENLER...“Hayallerini kurarken; dikkatli ol...” demişti bilge... -“Gün gelir hepsi gerçekleşir... Sakın yanlış bir şeyin hayalini kurayım deme...”***Akşam yemeği için sofralar donatılıyordu... Stadın dışına Boğaz’ı en güzel yerinden görecek bir teras inşa edilmişti özel yemekler ve davetler için...Yemeklerini o terasta yiyeceklerdi...***Yemeğin ortalarında bir yerde; gazetecinin aklına bir anda düştü o olay...13 yaşında evden kaçmış; saatlerce yol kat ederek, şimdi yemek yediği terasın olduğu yere gelmişti...Takımının maçını izleyecekti...Ancak saatlerdir yolculuk yapmaktan bitap düşmüş, susuzluktan dili damağı kurumuştu...***Orada bir büfe vardı...Maç günlerinde vızır vızır işleyen bir büfe... Büfenin önüne gitmiş, büfeciden bir ‘sarı’ bir de sandviç istemişti...***Henüz çocuk sayılırdı... Annesiyle babası çocuğun evden kaçıp üç vesayit değiştirerek stada geldiğini görseler; oracıkta kalpten giderlerdi...***Annesi babasının düşündükleri aklına geldiğinde içini bir korku kaplıyor; onların düşüncelerine empati yaptıkça “Ya başıma bir şey gelirse” duygusu dört bir tarafını sarıyordu...***Büfenin önünde sandviç ve gazoz alırken bu duygular için için kemiriyordu çocuğu...O sırada arkasından 30-35 yaşlarında bir adamın hafifçe sürttüğünü hissetti çocuk...Biraz öne seyirtti...Bir daha sürtündü sanki adam...***Kalbi deli gibi atmaya başladı çocuğun...Acaba adam, gerçekten taciz mi ediyordu onu, yoksa korkudan ona mı öyle gelmişti?..Bunu bilemiyordu...Yoksa annesinin babasının dedikleri gerçek mi oluyordu?.. Ne yapardı öyle olursa?..***Niye gelmişti kalkıp evden ta buralara?..Adam onu takip edip kaçırsa, nasıl bağırır; nasıl sesini duyururdu?..Ne yapacaktı şimdi?..Üç araçla iki saatte gelmişti...Nasıl dönecekti bu adam peşine takılırsa onca yolu... Kaçarcasına uzaklaşmaya çalıştı oradan büfeden çocuk...***Epey bir gitti; merakını yenemeyerek döndü büfeye baktı... -“Belki yanılmışımdır” diye umuyordu...Hayır yanılmamıştı!..Adam hala kendisine bakıyordu...Kaçarcasına koşmaya başladı...Motora bindi...Motorda korka korka gitti...Dolmuşa bindi; dolmuşta etrafındakileri süze süze gitti...Nihayet otobüse bindi; binerken üç kez kontrol etti; kimlerin bindiğini, kimlerin indiğini... Eve gittiğinde hava kararmıştı...***Çocuklarının mahallede dolaştığını sanan anne baba;-“Neredeydin?..” diye çıkıştılar çocuğa...***Boğaz’daki yemek ve gece muhteşem gidiyordu...Garsonlar bir denileni iki etmiyorlardı...O yıl takım şampiyon olmuştu...Kulüp Başkanı alabildiğine mutluydu...“Abi” diye hatip ettiği gazetecinin yanına oturmuş; kulübün durumunu konuşuyordu...***Boğaz ışıl ışıldı... Muhteşem bir manzara, ılık bir rüzgar, tatlı bir esinti ve siyah beyaz renklerle süslü masalar; başarının keyfini sürüyordu... Gazetecinin aklı yemek yediği terasın tam altına denk düşen büfedeydi...Büfenin önünden koşarcasına kaçan 13 yaşındaki çocuk aklından bir türlü gitmek bilmiyordu...