‘Oku’yarak güçlenmek; Kadir...

21 Haziran 2017

610 yılı Ramazan ayının Kadir Gecesi’nde Hz. Muhammed, Hira’da düşünmeye daldığı sırada Melek O’na: “Oku” dedi. “Yaratan Rabb’inin adıyla oku.” Nedir okumak? Derin düşünebilmek, incelikleri kavrayabilmek, hikmetli konuşabilmek, doğruyu yanlışı ayırt edebilmek okumakla mümkündür...610 yılı Ramazan ayının Kadir Gecesi’nde, Hira’da düşünmeye dalmış olduğu bir sırada, bir sesin kendisini ismi ile çağırmakta olduğunu duydu Hz. Muhammed. Allah’ın Selamı Onun üstüne olsun. Başını kaldırıp etrafına baktı; kimseyi göremedi. Bu sırada her tarafı ansızın bir ışık kaplamıştı, karşısında vahiy meleğini gördü. Melek O’na: “Oku” dedi. “Yaratan Rabb’inin adıyla oku.”Nedir okumak?VeNedir Yaratan Rabbinin adıyla okumak? Derin düşünebilmek, incelikleri kavrayabilmek, hikmetli konuşabilmek, doğruyu yanlışı birbirinden ayırt edebilmek okumakla mümkün olabilir.Yunus Emre dizelerinde okumanın ne olduğunu sormuş ve cevabını şöyle vermiştir:“Okumaktan mana ne?Kişi hakkı bilmektir.Çün okudun bilmedinHa bir kuru emektir.”Muhammed İkbâl’e göre insan çevresinde bulunan öteki varlıklardan daha fazla bir hakîkât derecesine sahiptir. Bütün yaratılmışlar arasında Hâlik’ın yaratıcı hayatına şuurlu bir şekilde iştirâk etmeye muktedir olan yegâne varlık insandır.Okuyunca anlarız...Yaratan Rabbimizin adıyla okuduğumuzda evrende hiçbir olayın tesadüf olmadığını anlarız. Kendimizi, diğer insanları ve yaşadığımız olayları yargılamayız, anlayışla çözüm arayışına gireriz. Her insan ve her olay bir öğretmendir bizim için. Peygamberimizin “Rabbim beni terbiye etti ne güzel terbiye etti” sözünde olduğu gibi. Öğretmen gözü ile bakılan bir şey kişiyi kızdırabilir mi, bunalımlara sürükleyebilir mi? İmkanlarımızı en iyi şekilde değerlendirir, önümüze konmuş her şeyin tadını çıkarabilir, olmayan bir şeyin hasretini de çekmeyiz. Acılarımızı gelişme fırsatına dönüştürürüz.Üzüntüden kurtulmak...Yapılan çalışmalarda, insanların kurtulmak için en fazla çaba sarf ettikleri ruh hallerinin başında üzüntü geldiği ve kederden kurtulmaya çalıştıkları sırada, çok daha varoluşlarını keşfettikleri bulgulanmıştır. Bir kaybın verdiği üzüntünün değiştirilemeyen bazı etkileri vardır. Eğlenceye, zevk alınan şeylere karşı ilgimizi keser, dikkati kaybedilen şeye odaklar, en azından bir süreliğine yeni girişimler için gereksindiğimiz enerjiyi tüketir. Bu durum kişiyi hayatın meşgalelerinden uzaklaştırıp, derin düşüncelere yöneltir. Kaybımızın yasını tutabilmemiz, anlamını derinlemesine düşünebilmemiz ve sonuçta hayatımızı devam ettirmemizi sağlayacak gerekli psikolojik ayarlamalarla yeni planlar yapabilmemiz için, bizi askıya alır.Duygusal zeka açısından umutlu olmak; kişinin zorlu engeller veya yenilgiler karşısında bunaltıcı kaygıya yenik düşmemesi anlamına gelir. Umut besleyebilen kişiler, hedeflerine doğru ilerlerken diğerlerine oranla daha az kaygılı ve duygusal açıdan da daha az sıkıntılı görünür. Umut teknik anlamda her şeyin er geç yoluna gireceğine inanan aşırı iyimser görüşten öte bir şeydir. Hedefe ulaşmak için gerekli irade ve yönteme sahip olduğumuz inancıdır umut.Kadir gecesinde Rabbimizin adıyla okuyalım hayatı, umutlarımız yeşersin…PROF. ÖZNUR ÖZDOĞAN'DAN ÖRNEK HAYATLARKUR’AN-I KERİM HAYATIMIZA DOKUNDUĞUNDA…İnsan, “Rabbin seni ne terk etti ne de sana darıldı” ayetini okuyunca bütün düşünceleri, alt üst oluyor. Ben bu ayet sayesinde kendimi hiçbir zaman çaresizlik ve yalnızlık içerisinde hissetmiyorum. Çünkü biliyorum ki beni terk etmeyen, beni dinleyen Allah var...Aşağıdaki satırlarda Kur’an’ın insan hayatına dokunuşlarını, insanların kendi ifadeleriyle okuyacaksınız. “İslam dini açısından Kur’an-ı Kerim, Allah’ın nasihatlarıyla, ümitlendirmeleriyle kıssalar anlatılmasıyla, insanları yardımlaşmaya ve toplumsal huzura ve sağlıklı kişiliklere yöneltmesiyle “Rabb” sıfatını gerçekleştirdiği bir metindir. Ben, Kur’an-ı Kerim’in ve dolayısıyla Allah’ın “Pişmanlık tevbedir” prensibinden her an etkilenen biriyim. Çünkü insanoğlu hatalı bir varlık. Önemli olan hata yapmamak değil, onda ısrar etmemektedir.Ümitsiz ve karamsar değilim...Yani çoğu zaman hata yapıyorum ama hiç bir zaman ümitsiz ve karamsar bir insan değilim. İnanıyorum ve diliyorum ki her gün daha güzele doğru ilerliyorum. Belki hiçbir zaman mükemmel olamayacağım ama, olsun. Allah’ın ümitlendirmesi ve tevbeleri kabul etmesi (hatta pişmanlık bile yeterli) beni ümitli ve kendimle barışık bir insan haline getiriyor.”Her ayet yeni pencere açıyor“Kutsal kitaptan insanın etkilenmemesi mümkün değildir. Allahu Teala zaten bu kitabı insanlara göndermiş. İnsanlara değer vermiş ve insanı kendisine muhatab almıştır. Kitabın gönderilişi gayesi insanın iç ve dış gözlemini yapması, kendini tanıması, anlaması ve duygularını tanımlayabilmesi içindir. Biz her ayeti okuduğumuzda ayetlere kendi penceremizden bakmalı ve kendimize uygun almamız gereken dersi ondan çıkarmalıyız. Ben bu şekilde ayetleri okuduğum zaman bende her defasında yeni pencereler açılabiliyor. Hangi duygu potansiyeli içinde olursam Allah okuduğum o ayetle benim bu yönümü dengeliyor, düzenliyor. özellikle bir ayet söylemem gerekirse beni en çok etkileyen kendimi bulmamı sağlayan ayet şudur:Rabbin seni terk etmedi!Allah duha suresinde kuşluk vaktine ve birçok şeye yemin ettikten sonra “Rabbin seni ne terk etti ne de sana darıldı.” Bu ayeti insan okuduğu zaman gerçekten bütün düşünceleri, altüst oluyor. Ben bu ayet sayesinde kendimi hiçbir zaman çaresizlik içinde, yalnızlık içerisinde hissetmiyorum. Çünkü biliyorum ki beni terk etmeyen, beni dinleyen ve bana güvenen bir Allah var. Böyle düşününce ben de ona güveniyor ve çabalıyorum. İnsan hayatta bir çok engelle karşılaşıyor. Birçok insandan olumsuz tavırlar görüyor. Ama Allah böyle değil o bizim en olumsuz anımızda bile yanımızda. Bütün insanlara karşı hoşgörülü sevecen olabiliyor. Çünkü bu durumda insan özünü yakalamış ve kendisiyle barışık olmuş oluyor. Bu ayet beni çukurlara düşmekten kurtarıp, istikrarlı bir hayat sürmemi sağlıyor. Kur’an’ı bu yüzden çok seviyorum.”

Devamını Oku

Mümin olmadıkça Cennete giremezsiniz... Birbirinizi sevmedikçe de Mümin olamazsınız

20 Haziran 2017

Sevgi imanın davranışında kendini gösterir, onu canlı tutar, güçlendirip zenginleştirir. Salt kalpte yaşayan, insanı eyleme geçirmeyen bir iman, eksik bir imandır. Böyle bir mümin ise iman kavramını henüz özümseyememiştir. İlahi aşk, iman eyleminin en üst basamağıdır...İman kelimesinin sözlük anlamı; huzur ve korku karşısında emniyettir. İslam düşünce sistemindeki anlamı; Allah’a, Resulüne ve risaletin muhtevasına inanmak ve güvenmektir. İman sadece ‘sözel olarak ifade edilmemekte, davranışı da kapsamaktadır. Allah’a güveni kişiliğiyle bütünleştirerek ilişkilerine yansıtmak ve güven toplumunu oluşturmak demektir. İman eylemlerle zenginleşir ve büyür yürekte. Mümin gönüllülükle yaptığı güzel işlerle, ibadetlerle Allah’a yaklaşır. İmanıyla birlikte sevgisi de artar. Öyle bir noktaya gelir ki, inancı onun hayat tarzı oluverir. Her eylemi Allah’a yaklaştıran bir adım, her sevinci O’nun sevgisini yüreğinde yücelten, kökleştiren bir adım olur. Her varlık, O’nu, O’nun güzelliğini, yüceliğini anımsatır. Bu yüzden tüm yaratılanı sever, Yaratan’dan ötürü. Hucurat suresi 10. Ayette şöyle buyrulmaktadır: “Şu bir gerçek ki, müminler sadece kardeştirler. O halde kardeşleriniz arasında barışı sağlayın ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki, O’nun rahmetine-sevgisine erişesiniz .”Taze bir başlangıçİbranice’de sevecen sözcüğü, döl yatağı (rahim) sözcüğü anlamına gelen reechen sözcüğünden türetilmiştir. Bundan çıkan sonuç, sevecenliğin, yeni bir doğum ya da taze bir başlangıcı düşündüreceğidir. Bu taze başlangıç, beraberinde daha derin anlayışı ve beklentileri getirir. Kızgınlık ve kin olmaksızın sevme gücü umudumuzu yeniler.Sevgi imanın davranış boyutunda kendini gösterir, onu canlı tutar ve güçlendirip zenginleştirir. Salt kalpte yaşayan, insanı eyleme geçirmeyen bir iman, eksik bir iman; böyle bir mümin ise iman kavramını henüz özümseyememiş bir mümindir. İlahi aşk, iman eyleminin en üst basamağıdır. İnsan hayatının amacı olan, ‘kendini ve Yaratıcıyı bilme’nin zirvesidir. Ve insan, iman ve sevgiyi kalbinde birlikte taşıdığında ve bu birlikteliği hayatına yansıttığında olgun insan olabilir.Tolstoy, “Eğer yüreğinde sevgi yoksa, hiçbir yere kımıldama. Kendini eşyalarınla, kendinle, istediğin herhangi bir şeyle oyala; fakat insanlarla değil. Yaşamak için, sadece acıktığın zaman yemek yiyebilirsin. İnsanlara yararının olması için, sevgiyi hissettiğin zaman onlarla ilişki kurmalısın.” diyor.Müminin olgunu...İmanın olgunluğu ahlakın güzelliği ile ilgilidir Hz. Ayşe anlatıyor: Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “İman yönünden müminlerin en olgunu ahlâkı en güzel olanlarıdır.”İman emn kökünden gelmektedir. Kendimize ve başkalarına güvenmek demektir. Mümin, kendisine, Yaradanına, hayata güvenen ve kendisine güvenilen insan demektir. Bu güven sevgiyle beslenmektedir. Yunus Emre’nin dizelerine yansıdığı gibi;“Gelin tanış olalımİşi kolay kılalımSevelim sevilelimDünya kimseye kalmaz.”ÖRNEK HAYATLARİSLAMIN GÜZEL SESİ BİLAL HABEŞİBilal Habeşi, yanık sesiyle Ezan-ı Muhammedi’yi okumaya başlayınca, sadece insanlar değil adeta tüm kâinat dinlerdi. Mekke fethedildiğinde Hz. Muhammed’in emri ile Kâbe’nin üzerinde ilk kez ezanı da o okumuştu.Bilal Habeşi Mekke’de bir köle idi. Hz. Muhammed’in halkı İslamiyete gizlice davete başladığı ilk zamanlarda Müslüman oldu. Müslümanlığa çok bağlı, temiz kalpli bir insandı. Müslüman olduğunu ilk açıklayanlardan birisiydi. En çok işkence çekenlerdendi. Kaynaklarda işkenceye tabi tutulanlar arasında Bilal Habeşi’nin, inanmayanların istedikleri şeyleri söylemediği açıklanmaktadır. Bilal Habeşi ömrü boyunca Hz. Muhammed’in yanında bulunmuştur. Bilal Habeşi’nin yeteneği güzel sesiydi. Bu nedenle İslam’da ilk ezanı okuyan odur. O, yanık sesiyle Ezan-ı Muhammedi’yi okumaya başlayınca, sadece insanlar değil, tüm kâinat dinlerdi adeta. Mekke fethedildiğinde Hz. Muhammed’in emri ile Kâbe’nin üzerinde ilk defa ezanı, o okumuştu. Peygamberimiz: “Bilal, ne güzel bir karaktere sahiptir! O müezzinlerin önderidir, efendisidir” demiştir. Bilal-i Habeşi, Peygamberimiz’in müezzinliğinin yanında, O’nun hazinedarlığı ile de meşgul olurdu. Çok üzüldü, Şam’a gitti...İki cihan güneşi sevgili Peygamberimiz’in sonsuz aleme geçişi, onu da çok etkilemişti. Bu ayrılığa dayanamıyordu. Oradan ayrılacak ve uzaklara gidecekti. İnsanlığa hizmet ederek yaşamına devam edecekti. Belki, kederini azaltarak, hasretini bu şekilde dindirebilirdi. Hazreti Ebu Bekir’in yanına gelerek: “Ey Allah’ın elçisi’nin Halifesi! İzin ver, Şam’a gitmek istiyorum” dedi. Hz. Ebu Bekir gitmesini istemiyordu. “Ey Bilal! Sen bizi şu hal üzere bırakıp gideceksin öyle mi? Yanımızda kalıp bize yardımcı olsan olmaz mı?” diyerek izin vermedi. Fakat Bilal Habeşi kesin kararlıydı, dedi ki: “Eğer, sen beni kendin için alıp azâd ettiysen, yanında alıkoyabilirsin. Yok eğer Allah rızası için azâd ettiysen, beni bırak, Yüce Allah’ın hizmetine gideyim.” Hz. Bilal kesin kararını vermişti. Hz. Ebu Bekir sadece “peki” dedi. Bilal Habeşi Şam’a gitti. Azim ve kararlılık engelleri aşarBilal Habeşi’nin hayatından yeteneklerimizi yaşadığımızda, dürüst ve sabırlı olduğumuzda insanlık tarihinin önde gelen insanlarından olacağımızı öğreniyoruz. Şu anda içinde bulunduğumuz şartları, hedeflerimiz için yeterli ve uygun göremeyebiliriz. Fakat bilelim ki azim ve kararlılık inançla birleşince bütün koşulları aşar ve bizleri hedeflerimizin ötesine taşıyabilir. Bizler şartların oluşmasını beklemeden yeteneklerimizi keşfedip onları geliştirirsek ve doğruluktan ayrılmazsak, bizim hayatımızda da açılımlar gerçekleşir. Umudumuzu azimle besleyelim. Özümüze ve Yaradanımıza sonsuz güvenelim. Böylece, hedeflerimize adım adım ilerleriz ve bir gün gerçekleştiririz. İnsanlık tarihinde barışa yönelik hizmetlerimizle yer aldığımız nice günler dileğiyle.

Devamını Oku

Bedenim zihnim ve gönlümle bir bütünüm...

19 Haziran 2017

Hz. Muhammed, kalbin/gönlün, insan varlığındaki önemini, “Dikkat ediniz bedende bir et parçası vardır; o iyi olunca insan sâlih olur; o fesâda uğrayıp bozulunca insan da bozulur. Bu et parçası insanın kalbidir” diye ifade etmektedir... Gönül, insanın kişiliğini besleyen özdür. Hz. Muhammed Allah’ın selamı Onun üstüne olsun, hadisinde kalbin/gönlün, insan varlığındaki önemini, “Dikkat ediniz bedende bir et parçası vardır; o iyi olunca insan sâlih olur; o fesâda uğrayıp bozulunca insan da bozulur. Bu et parçası insanın kalbidir” şeklinde ifade etmektedir.Nuru hisseden gönüldürKur’an’da Yüce Allah’ın arşa istivâsından bahsedilmektedir. İlahî nuru ağırlayan ve hisseden insanî özellik gönüldür. Gönül, bu yönüyle sûfî ıstılahında “arş-ı ekber” olarak görülmektedir. “Ben yere, göğe sığmam ancak mümin kulumun kalbine sığarım” kudsî hadisi de bu hususa işâret olarak yorumlanmıştır. Yunus Emre bu bakış açısını şöyle dizelerine yansıtmıştır:Ben gelmedim dava içinBenim işim sevi içinDostun evi gönüllerdirGönüller yapmaya geldimGönül, sûfilere göre insanın en derin akıl ve irfânını içeren bir bilme gücüne sahiptir. Basiret, lübb veya gönül gözü gibi isimlerle atıfta bulunulan gönlün bu irfânı sayesinde insan, idrâkinin erişemediği boyutları algılar. Basireti, Tehânevî şöyle tanımlamaktadır: “Gönlün bir kudretidir ki ilahî nurla aydınlanır ve eşyanın ebedi ve değişmez özellikleri, onun sayesinde bilinip fark edilir. Varlığın dış yüzünü görmeye yarayan gözün, iç âlemdeki karşılığı olup iç dünyamızın gözüdür.”Mevlana’ya göre gönül gözüMevlânâ, gönül gözünün insan için önemini şöyle ifade eder:“Ey gözü açık kişi, bu iki göz, sana yüzlerce anadır, yüzlerce baba!Hele gönül gözü yok mu? O, bu göze nispetle yetmiş kat azizdir, yetmiş derece kuvvetlidir, bu iki göz, onun nimetiyle geçinmededir.”Kim can gözüyle görürse gözü, her şeyi apaçık görür.“Can halkın tevatürüyle kanaat etmez, inanç, gönül gözünden meydana gelir.”Mevlânâ, insan varlığının ve şahsiyetinin temelini teşkil etmesi bakımından gönlü, ağaç köküne benzetir:“Kişinin sırrı, ağacın köküne benzer. Yaprakları, o kökten feyz alır da kupkuru gövdesinden çıkar, yeşerir.Kök, gizlice ürer, kök verir ama ‘Eseri, yüzlerinde görünür’ (Burada Fetih suresi 29. ayete işaret edilmektedir.) yaprağı yemyeşildir. Yücelmiş dal, o kökün zehirden, şekerden ne yediyse, yediklerini bağıra, bağıra ilan eder.Kökte bir maya bir sermaye yoksa daldaki bu yeşil yapraklar nedir?Toprak, kökün ağzını mühürlese bile el ve ayak dalları tanıklık eder.”ÖRNEK HAYATLARFarkındalığın oluşumu ve ahlakgelişiminde insan-peygamber ilişkisi“Peygamberimizin hayatını okudukça onun ne kadar sabırlı olduğunu anladım. Şu anda problemler karşısında peygamberimizin tutumunu uyguluyorum, hem kendimi hem de başkalarını kırmadığım için huzurlu oluyorum...”Bilincine varış ve farkında oluş, yaşamımızın her yönünü, duygularımızı, düşüncelerimizi, davranışlarımızı kapsadığı gibi, gerçekleşen olayları ve bizim onlarla nasıl bir ilişki içinde olduğumuzu da kapsar. Farkında, bilincinde oluşun bize ne yararı olabilir? Niçin bu kavram hayatımızda önemlidir? İnsanlar ne istediklerinin, ne gibi duygular içinde bulunduklarının, ne yaptıklarının farkında değillerse duygu, düşünce ve davranışları üzerinde bir denetimleri, seçimleri olamaz; sadece alışkanlıklarının etkisi altında davranırlar. Farkında olmayış, kişinin özgür bir insan olmasını engelleyen en önemli etkendir. İnsanın hayatında peygamberin yerini incelemek amacıyla Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi son sınıf öğrencilerine “Peygamberlerin hayatınıza etkisi oldu mu, olduysa yaşantılarınızla örnekleyiniz?” sorusu sorulmuştur. Aşağıdaki satırlarda öğrencilerimin ifadelerini olduğu gibi aktarıyorum:Problemler kolay çözülüyor!“Önceleri oldukça asabi bir insandım, çabuk sinirleniyor ve sinirlendiğim zaman etrafımdaki insanları kırıyordum. Peygamberimizin hayatını okudukça ve onu daha yakından tanıdıkça onun ne kadar sabırlı olduğunu, olaylar karşısında soğukkanlılığını kaybetmediğini ve çevresindeki insanları kendisine kötülük yapmış bile olsalar kırmamak için büyük gayret sarf ettiğini gördükçe hatamı anladım ve bunu düzeltebileceğimi öğrendim. Şu anda problemler karşısında peygamberimizin tutumunu uyguluyorum ve her şeyin daha kolay halledildiğini görüyorum, böylece hem kendimi hem de başkalarını kırmadığım için huzurlu oluyorum hem de problemler daha kolay çözülüyor.”Peygamberimiz ne yapardı?“Ben bu ilişkiyi zor zamanlarda veya çok mutlu olduğumda daha çok hissediyorum. Yaşadığım bir olayda peygamberimiz benim yerimde olsaydı acaba ne yapardı, diye düşündüğümde onunla iletişime geçtiğimi hissediyorum. Ancak peygamberimizin ve bizim ayrı birer şahsiyet olduğunu unutmuyorum. Hadislerde şunu keşfetmiştim; peygamberimiz yapınız, ediniz gibi yumuşak ifadeler kullanıyor. Kendi kendime karar verdim, ben de insanlarla olan ilişkilerimde hep kibar ve ince düşünceli olacağım. İşte o zamandan beri insanlara saygılı olmaya, kibar olmaya çalışıyorum.” Allah kalplerinize bakar...“Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyor: ‘Allah sizin şekillerinize ve ekonomik gücünüze bakmaz, kalplerinize (niyetlerinize ve amellerinize )bakar.’ Bu hadis beni çok etkilemiştir. Önceleri hep başkalarını örnek almaya çalışırdım, başkalarının giyindikleri gibi giyinmeye, başkalarının yaşadığı gibi yaşamaya çalışırdım, bunun için çok para harcardım, fakat yaptıklarımı sadece, kendimi tatmin ve başkalarına iyi görünmek için yaptığımı fark ettim. Böyle yapmakla sadece kendimi kandırıyordum. Önemli olan yapılan iş ve bunun niçin yaptığım olmalıydı. Bu hadis bana gösterişten uzak durmam, kendim olmam gerektiğini öğretti.”

Devamını Oku

Kur’an-ı kerim’in temel kavramlarından takva

18 Haziran 2017

En yüksek anlamda takva, tamamen mecz olmuş ve bütünleşmiş insan şahsiyeti ve bütün olumlu parçaların birleştirilmesi ile meydana gelen ‘kararlılık, sebat’ demektir...Fazlur Rahman’a göre, bütünleşmiş ahlakî davranıştaki nazik dengeye Kur’an “takva” adını vermiştir ve belki de Kur’an’ daki en önemli kavram budur. En yüksek anlamda takva, tamamen mecz olmuş ve bütünleşmiş insan şahsiyeti ve bütün olumlu parçaların birleştirilmesi ile meydana gelen “kararlılık, sebat” demektir. Ona göre “orta yol” sadece en iyi yol değil, aslında tek yoldur, ondan başka kurtuluş yolu yoktur. Kur’an’ın tarif ettiği “orta”, olumlu, yenilik getiren ve bütün bir ahlakî yapıdır. Bunun içindir ki orta yol, otomatik olarak elde edilebilen bir yol değildir. Aksine orta yolun elde edilebilmesi için, insanın, bütün dikkat ve gücünü bir araya toplaması gerekir. Bunun için akıl, farkındalık ve bilinç güçlerinin aktif olması gerekir. Orta yol, her iki aşırı tarafın en belirgin şekilde kayıp değil, hazır olduğu; parçalandığı değil, bütünleştiği dengeleme anıdır.İman; vicdani duygulara da seslenirFikir, tefekkür, istidlâl, kıyas, mantık, zekâ ve zihin gibi kavramlar akıl ve düşünce yönümüzü ifâde ederler. Bir de heyecan, cezbe, vecd, sevgi, aşk gibi kavramlar vardır ki bunlar da his ve duygu dünyamızı ifâde ederler. Bu iki yön ne kadar güçlü ve dengeli ise, davranışlarımız da o oranda tutarlı ve mükemmel olacaktır. Sadece hisseden, duyan, fakat düşünmeyen; ya da sadece düşünen, fakat his ve duygusu körelmiş olan insan tipleri genelde normal davranışlar sergilemezler. Bu iki yön, biri diğerinin yerini tutmayan, birbirinin tamamlayıcısı olan önemli iki unsurdur. Fıtrat her ikisine de ihtiyaç duyar. Bu fıtratın Yaratıcısı, Kur’an’da, îmân konusunda sadece aklı esas almamış, aynı zamanda vicdanî duygulara da seslenmiştir.Takvanın yeri: Kalp...Mevlana’ya göre, takva sahibinin yaptığı ibadetler sadece şekilden ibaret değildir. Yapılan her ibadetin, zahiri görüntüsünün ardında derin bir anlamının olduğunu savunur. Oruç ibadetini üç kısma ayırır. Bunun birinci kısmı yeme içmeyi terk etmek. İkincisi ise birincisiyle beraber vücuttaki bütün arzuların da şiddetli bir perhize tutulmasıdır. Orucun üçüncü kısmı masiva’dan geçmeyi ancak takva ehlinin yapabileceğini söyler. (Masiva, dünya, kainat, tasavvufta alem, Allah’tan başka her şey demektir.)Hac suresi, 32. Ayette takvanın yeri kalp olarak belirtilmekte ve şöyle açıklanmaktadır.“Kim Allah’ın nişanelerini yüceltirse, şüphesiz bu kalplerin takvasındandır.”ÖRNEK HAYATLARDOST HZ. EBU BEKİR SIDDIK...İslâm’dan önce de saygın, dürüst, putlara tapmayan “hanif” bir tüccar olan Ebû Bekir, ölümüne kadar Hz. Peygamber’den hiç ayrılmamıştır. Peygamberimizin İslâm’ı tebliğe başlamasından sonra ilk iman eden hür erkektirTeymoğulları kabilesi Mekke’de önemli bir yere sahipti. Ticaretle uğraşıyorlar, toplumsal temasları ve geniş kültürlü oluşlarıyla tanınıyorlardı. Hz. Ebû Bekir’in babası Mekke eşrafındandı. İslâm’dan önce de saygın, dürüst, putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan “hanif” bir tüccar olan Ebû Bekir, ölümüne kadar Hz. Peygamber’den hiç ayrılmamıştır. Bütün servetini, kazancını İslâm için harcamış, kendisi sade bir şekilde yaşamıştır. Hz. Ebû Bekir, güzel hasletlerle tanınmış ve iffetiyle şöhret bulmuş sevilen bir kişi idi. Peygamberimizin İslâm’ı tebliğe başlamasından sonra ilk iman eden hür erkektir. Hazreti Muhammed’e iman eden Ebû Bekir insanları dâvet etmeye başlamış, İslâm’ın yayılmasında büyük emekleri olan ilk müslümanların bir çoğu İslâm’ı onun dâvetiyle kabul etmişlerdir. Hz. Muhammed’den hiç ayrılmadı...Hz. Ebû Bekir, hayatı boyunca Hz. Muhammed’in yanından ayrılmamış, aralarında büyük bir dostluk kurulmuştu. Birçok konuda birlikte derin düşünceye dalar ve bunları paylaşırlardı. Hz. Muhammed birçok hususlarda onun görüşünü alırdı. Sık sık buluşur, Allah’ın birliği, Mekke müşriklerinin durumu ve ticaret gibi konularda fikir alışverişinde bulunurlardı. Köleleri satın aldı, azad etti Hazreti Ebû Bekir, Mekke döneminde güçlü kabilelere mensup kişileri İslâm’a kazandırmaya çalıştı, öte yandan inanmayanların işkencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korudu; servetini eziyet edilen köleleri satın alıp azad etmekte kullandı. Genel ve özel olan önemli işlerde ashâbıyla müşavere eden Hz. Peygamber bazı hususlarda özellikle Ebû Bekir’e danışırdı. ‘O dediyse doğrudur...’On üç yıl Mekke’de Rasûlullah’ın yanında kalan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ayşe’nin rivâyetine göre, Hz.Muhammed hicret emrini alıp Ebû Bekir’e gelerek ona beraberce hicret edeceklerini söyleyince Ebû Bekir sevinçten ağlamaya başlamıştı. Hz. Peygamber’in bir gecede Mekke’den Kudüs’e oradan Sidretü’l Münteha’ya gittiği İsrâ ve Mirâc olayını duyan inanmayanlar bunu Hz. Ebû Bekir’e söyledikleri zaman; “O dediyse doğrudur” demiştir. Bu sözünden sonra Ebu Bekir’e; ihlâslı, yalan söylemeyen, özü doğru, itikadında şüphe olmayan anlamında, “Sıddîk” lâkabı verildi. İşte O “Sıddîk” ile O “Emîn”, o iki dost beraberce Sevr’e hareket ederek hicret etmişlerdir. Zorla dost olamayız... Dost derin duygular beslediğimiz bir varlıktır. Gönüllü bir ilişkidir. Özgürce kurulur; zorla dost olamayız. Dostluk sadece duygu değil, bilgi de içerir. Hz. Muhammed ve Hz. Ebu Bekir’in dostlukları gibi. Hepimizin böyle dostlukları yaşadığımız ve hayatımızı daha anlamlı kıldığımız nice güzel günler dileğiyle.

Devamını Oku

Kıssaların diliyle değerler, gerçek kahramanlarla insanlara sunulur

16 Haziran 2017

Peygamberler, bilgeler insanların kalplerini duygunun dilinden konuşarak, meseller, masallar, öykülerle fethetmişlerdir. Aynı zamanda onların sundukları öğreti insanın manevi yönünü beslemiş, güçlendirmiştir... “İlahi öğretinin içeriğinde duyguların tanınması ve yönetimi konusu büyük yer tutar. Özellikle kıssalar bu konuda önemli görev üstlenmiştir: Bu hikayelerle değerler hayatın içine, ilişkilere, yaşantılara dönüşmüştür.Duygusal Zekanın işleyişiDaniel Goleman, Duygusal Zeka adlı kitabında, duygusal zihnin işleyişinin çağrışımsal olduğunu, bir gerçekliği simgeleyen ya da onun bir anısını çağrıştıran , o gerçekliğin aynısı olarak kabul ettiğini açıklamaktadır; teşbih, mecaz ve tasvir, aynen roman, sinema, şiir, şarkı, tiyatro, opera sanatları gibi, doğrudan duygusal zihne hitap ederler. Peygamberler, bilgeler insanların kalplerini duygunun dilinden konuşarak, meseller, masallar, öykülerle fethetmişlerdir. Aynı zamanda onların sundukları öğreti insanın manevi yönünü beslemiş, güçlendirmiştir. Hem dünyayı olabildiğince anlamaya, hem de ona bağlanmayıp, insanın aşkın yanına, sonsuzluğa dikkat çekmişlerdir. Kıssa tarihin derinliklerinde kaybolmuş, unutulmuş veya birtakım izleri insanlığın hafızasında varlığını koruyabilmiş, evrensel gerçeklerin, değerlerin, başka kıssalarda bulunmayan bir şekilde, Allah tarafından muhataplarına anlatılmasıdır. Ancak olaylar anlatılırken Kuran tarih kitabı olmadığından detaylardan çok sadece Kur’anın hidayet rehberi oluşuna uygun bir şekilde, muhataplarını irşad edip, aydınlatacak kısımlarını anlatmıştır. Bu anlatma şekli de Yaradanın her şeyi kuşatan ilmiyle adım adım izlenerek olayın aslında herhangi bir değişiklik yapılmadan muhatapların tefekkürlerine sunulmasıdır.Önünde olmuş gibi...Kıssalarda olaylar gözlerimizin önünde gerçekleşmişcesine anlatılır. İnsanın özünde, yaradılışında var olan psikolojik ve sosyal nitelikleri göz önünde tutarak anlatım ve ifadede canlı ve etkili bir takip edildiğini görmekteyiz. Kıssaların diliyle değerler yaşanan olaylarla ve gerçek kahramanlarla insanlara sunulur. Böylece kıssaların verdiği mesajlar zihinlere ve gönüllere yerleşir. Birey kendi yaşantılarıyla bağ kurarak öğrendiklerini içselleştirir ve yaşamında uygulamaya başlar.Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesindeki bazı öğretim üyeleri ve yüksek lisans öğrencilerine “kıssaların hayatınızdaki yeri nedir, değerleri öğrenmenizde ve yaşamanızda kıssalardan yararlandınız mı, bu nasıl oldu” sorusu sorulmuştur. Örnek Hayatlar bölümünde bazı cevapları bulabilirsiniz.Sevgi, adalet, güven ve barışAraştırmanın sonucunda, değerlerin, peygamberlerin ve örnek kişilerin şahsında etkileyici ifadelerle sunulmasının, insanın hayatına olumlu yansımaları olduğu görülmüştür. Çalışmaya katılan bireyler özellikle Hz. Yusuf ve sevgi değeri, Hz. Eyüp ve sabır değeri, Hz. Süleyman ve yüksek anlayış-empati değeri, Hz. Zekeriya ve dua değeri, Hz. Yunus ve adalet değeri, Hz. İbrahim ve sözünde durma-doğruluk ve güven değeri, Hz. Muhammed ve barış değerini vurgulamışlardır.ÖRNEK HAYATLARKıssaların insan hayatına yansımalarıBir şey tamamen imkansızlaşmadıkça bana göre her zaman bir umut var demektir. O nedenle, yaşama çoğunlukla pozitif gözle bakmayı tercih ederek geçmişten çok geleceği olumlu kurgulamaya gayret ederim...Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesindeki bazı öğretim üyeleri ve yüksek lisans öğrencilerinin “kıssaların hayatınızdaki yeri nedir, değerleri öğrenmenizde ve yaşamanızda kıssalardan yararlandınız mı, bu nasıl oldu?” sorusuna yanıtları: Güvenen ve güven veren“Hz. İbrahim’in ateşe götürülürken meleğin ona gelip bir isteğinin olup olmadığını sorması ve onun ‘Rabbim benim durumumu biliyor’ diyerek cevap vermesini ve üstelik bunu ateşe çok yaklaştığında tekrarlamasını duyduğumda bütün hücrelerimde etkilendim. Çocukluğumda evimizin karşısındaki karakolun yandığını hatırlıyorum. Çok korkmuştum alevlerden ürpermiştim. Zannediyorum bu yaşantım Hz. İbrahim’i daha derinden anlamama ve onun böyle bir ortamda Yaradanına böylesine yakın olmasının anlamını kavramama yardımcı oldu. Güven değerinin hayatta en önemli değer olduğunu düşünüyorum. Mümin güvenen ve güven veren insan demek değil mi? Bende güven değerinin temellerini bu kıssa attı. Sonra Hz. Musa’nın hikayesi güven değerimi besledi. Annesinin güvenle çocuğunu nehre bırakması, sonra Allah’ın planıyla onun saraya sütanne olarak dönmesi, Kızıldeniz’e halkıyla birlikte giderken hissettiği güven ve denizin ikiye yarılması… Burada da yüzemediğimi ve su korkumu da söylemem önemli zannediyorum. Dikkat ediyorum Yaradanımız son ana kadar somut hiç bir ipucu vermiyor, çözüm son anda geliyor. Yani sonsuz güvenmenin tadını çıkarmak gerekiyor herhalde…”Ümitvar olmak değerli...Musa peygamberin Kızıldeniz’i yararak Firavundan kurtulması, inançla ve iyi niyetle yapılan işlerde samimiyet ve sadakatin başarı şansını artırdığını koşullar ne olursa olsun yaşama olumlu bakarak ümitvar olmanın değerini hatırlatmaktadır.Yine, Allah katında makbul ve ilgiye layık olanın kesinlikle doğruluk olduğu fikrini öne çıkarmaktadır. Yaşam felsefemde de bu yaklaşım esastır. Bir şey (durum) tamamen imkansızlaşmadıkça bana göre her zaman bir çıkış (umut) yolu var demektir. O nedenle, yaşama çoğunlukla pozitif bir gözle bakmayı tercih ederek geçmişten çok geleceği olumlu kurgulamaya gayret ederim.”Hz. Hızır’ın kıssası...Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın Kur’an’da Kehf suresinde anlatılmış olan kıssası idrak yani derin anlayış sahibi kimseler için Allah’ın hikmetinin beşer aklının ne derece ötesine geçebileceğini gösteren ibretlerle dolu bir kıssadır. Bu kıssa Yüce Yaratıcının hikmetini anlamadaki farklılığa göre çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Bizler, neyin rahmet ve hikmet olduğunu bilemeyiz. Yani bizler olaylara üst bir düzeyden bakamadığımız için yanlışlık yapma olasılığımız vardır.

Devamını Oku

Ben kimim? Bu dünyada niçin varım? İnsanlığa nasıl hizmet edebilirim?

14 Haziran 2017

“Neden ve niçin yaşıyoruz? Hayatın bir anlam ve amacı var mıdır, varsa nedir?” gibi sorular günümüz insanının cevap beklediği sorulardır. Mevlana hayatı anlamlandırmak için suretlerden uzaklaşıp, öze yönelmek gerektiğini düşünmektedir...Hayatımızı anlamlandırmak, kendimiz olmak, özgün olmak istiyorsak böyle bir sorgulamadan daha fazla kaçamayız. Derslerde öğretmenimizin gözüne girmek, karnenin yanında takdir veya teşekkür almak, iyi bir üniversite mezunu olmak ve bu uğurda gece gündüz çalışmak, okul bitirmek, evlenmek, bir işte çalışmak… da sorunları çözmüyor artık. Kendimiz olmak, kendimizi keşfetmek ve kendimizi gerçekleştirerek, Yüce Yaratıcımızın bize verdiği nimetlerden olan kabiliyet, meleke ve imkânlarımızı keşfederek özgür ve özgün bir insan olmak gerekiyor.Gerçekleştirilen maddî ve teknolojik gelişme ve bütün ilerlemelere rağmen çağımız insanının pek de mutlu olduğu söylenemez. Acıları, hüzünleri, elemleri, unutmak için insanlar farklı yöntemlere başvuruyorlar. Ayrıca, dünyanın bir çok yerinde savaşlar ve açlık felâketleri devam ediyor.Hayatın amacı var mıdır?Bütün bunlar, “Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değmez” diyen Sokrat’ın haklılığını ortaya koymaktadır. “Neden ve niçin yaşıyoruz? Hayatın bir anlam ve amacı var mıdır, varsa nedir?” gibi sorular günümüz insanının cevap beklediği sorulardır. Hz. Muhammed “Rabbim beni terbiye etti, ne güzel terbiye etti.” sözüyle, hayatın öğrenim ve üretim süreci olduğunu belirtmekte ve yaşantıların öğretici boyutuna dikkatimizi çekmektedir. Felsefeci Karl Jasper’in söylediği gibi, “hayat çözmek zorunda olduğumuz bir kitap değil, yazmak zorunda olduğumuz bir defterdir.” Yunus Emre ne diyor?..Ünlü düşünür Yunus Emre hayatının anlamını şöyle ifade etmektedir:Ben gelmedim dâva içinBenim işim sevi içinDostun evi gönüllerdirGönüller yapmağa geldim‘Öze yönelmek gerekir...’ Mevlana hayatı anlamlandırmak için suretlerden uzaklaşıp, öze yönelmek gerektiğini düşünmekte ve bunun yolunu, insanın kendisinden başlaması olarak göstermektedir. “Ey dostlar, sureti aşarsanız, cennet vardır, gül bahçesi içinde gül bahçesiKendi suretini kırıp, yakarsan her şeyin suretini kırmayı öğrenirsin” O, bir hadis-i şerife işaretle; “Allah, biz gönüle bakarız, su ve topraktan ibaret olan surete değil” demekte ve şöyle devam etmektedir:“Sen ise benim de gönlüm var diyorsun. Gönül arşın üzerine doğru olmalı, aşağıya değil.” Mevlana insanlar için de şöyle dua etmektedir:“Allahım, onlara sabır ver, iyiliklerini artır. Onları suret oluşturanların hilesinden kurtar”“Hangi işe girişir de o işe koyulduğun sırada ölüm bile gözüne görünmezse işte o iştir sevdiğiniz iş” Günlük hayatta ortaya çıkan her oluşum, anlamlandırma sürecinin aktifliğini zorunlu kılar. Her olayda kişisel anlamlandırmaya uygun fırsatlar her zaman bulunur. ÖRNEK HAYATLARALLAH ‘OL’ DER HEMEN ‘OLUR’Allah ‘Ol’ deyince her şey olmaktadır. Yaradanımız istedikten sonra gerçekleşmeyecek hiçbir şey yoktur. İsa peygamberin doğumu, bunu gösteren çok güzel bir örnektirHz Meryem o zamanın kültürlü ve varlıklı bir ailesi olan İmrân ailesinden olup Hz. Zekeriya ‘nın koruması ve gözetimi altındaydı. Meryem’in, Beytü’l-Makdis’te, doğu tarafta özel bir odası vardı. Zekeriya Peygamber onun eğitimi ile yakından ilgilenirdi. Hz. Meryem, Beytü’l Makdis’te ilimle, ibadetle ve iyi işlerle hayatını geçiriyordu. Hayat bu şekilde devam ederken Yüce Melek ile Meryem ne konuştu?Yaradanımız, Meryem’e meleği gönderdi. Meryem suresi 18-21. ayetler arasında konu şöyle anlatılmaktadır:Meryem:“Ben senden Rahman’a sığınırım. Eğer O’na karşı sorumluluk bilinci taşıyorsan bana dokunma!” Melek ona şu şekilde cevap verdi: “Ben, temiz bir oğlan bağışlamak için Rabbinin sana gönderdiği elçiden başkası değilim.”Meryem:“Bana bir insan temas etmemişken, nasıl oğlum olabilir? Ben iffetli bir kadınım” dedi. Melek:“Bu böyledir; çünkü Rabbin, ‘Bu bana kolaydır, onu insanlar için bir ayet ve katımızdan da bir rahmet kılacağız’ buyurdu.”Ağacın altında su kanalı aktıÎsâ Peygamber’in doğumu yaklaştığı sırada, bulunduğu yerin bahçesinde yürürken kurumuş bir hurma ağacının altına geldi. Doğum sancıları başladı ve başına gelen bu hadiseden dolayı çok üzülerek, “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim” dedi. Doğum sancıları şiddetlendiğinde Meryem yakınındaki bir hurma ağacına yaslandı. Ayağının altında su kanalı akmaya başladı. Bu hâl, Hz. Meryem’i tesellî etti. Bu sırada Hz. Îsâ dünyâya geldi. Hz. İsa kundakta konuştu...Hazret-i Meryem’in kucağında yeni doğmuş çocuğu gördüklerinde Hz. Meryem, kundakta bulunan Hz. Îsâ’yı işâret etti. Onlar kundaktaki çocuğun konuşamayacağını söyleyince , kundakta bulunan bebek cevap verdi ve dedi ki:“Ben şüphesiz Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım sürece namaz kılmamı ve zekât vermemi, anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün de, dirileceğim gün de, bana selâm olsun, dedi” (Meryem suresi, 30-33)Hz. İsa’nın doğuşu Hz. Adem’in yaradılışıyla örneklendirilerek Kuran-ı Kerim’de şu şekilde açıklanmaktadır: “Gerçekten İsa’nın dünyaya geliş hâli, Allah katında Adem’in hâli gibidir. Allah, Âdem’i topraktan yarattı, sonra da ona ol dedi; o da hemen oldu” (Âli imrân suresi, 59)Allah ‘Ol’ deyince her şey olmaktadır. Yaradanımız istedikten sonra gerçekleşmeyecek hiçbir şey yoktur. İsa peygamberin doğumu, bunu gösteren çok güzel bir örnektir.

Devamını Oku

Özümüzün gürleşmesi; özgürlük

14 Haziran 2017

İslamiyet, insanlara doğruyu ve yanlışı göstermiş; fakat hiçbir zaman onları inanma konusunda zorlamamıştır. Kimsenin kimseye baskı kuramayacağını belirten İslam dini, herkesi eylemlerinde özgür bırakır. Bu durum Kur’an’daki Bakara suresinde şöyle dile getirilmiştir: “Dinde zorlama yoktur…”Hayatın en temel değerlerinden biri özgürlüktür. Hem iç dünyamızda hem de dış dünyada özgür olabilmek insan olmanın vazgeçilmez gereklerindendir. İç özgürlüğümüzü, özümüzün gürleşmesi olarak da anlayabiliriz. Yani Yaradanımızın bize üflediği ruhumuzu daha çok fark edip yaşayabilmek iç özgürlüktür. İslam inanma konusunda zorlamaz!İnanmak, insanın doğasında var olan bir değerdir. İnanç ilkelerini bünyesinde barındıran İslam dini, insanlara doğruyu ve yanlışı göstermiş; fakat hiçbir zaman onları inanma konusunda zorlamamıştır. İslam dini, her zaman insanın özgürleşmesine katkıda bulunmuştur. Çünkü, insanların barış, huzur ve kardeşlik içinde yaşamalarını ister. Kimsenin kimseye baskı kuramayacağını belirtir ve herkesi eylemlerinde özgür bırakır. Bu da insanın özgür olmasını sağlar. Bu durum Kur’an’da şöyle dile getirilmiştir:“Dinde zorlama yoktur…” (Bakara suresi, 256)“Gerçek Rabbinizdendir. Öyleyse dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin…” (Kehf suresi, 29)Yaradanımız, insanlara seçme hürriyeti vermiştir. Bu nedenle Hz. Muhammed’e şöyle bildirmiştir:“Resule düşen vazife ancak duyurmaktır.” (Maide suresi, 99)“O halde Resulüm, hatırlat, öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin, hatırlatıcısın. Onlar üzerinde bir zorlayıcı değilsin.” (Gaşiye suresi, 21-22)“Eğer Rabb’in dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederdi. O halde sen inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” (Yunus suresi, 99)Hz. Muhammed sevgiyi seçti...Özgür olan yanımız, esas anlamda ruhumuzdur. Mevlana’nın dediği gibi:“Hadi, ben bensiz geleyim, sen sensiz gel” sürecini yaşayabilmek, egodan kurtulmak gerekir. Ego özgürlüğün önündeki en büyük engeldir. Eğer zihnimiz, önyargılarla, ve korkuyla doluysa düşünme yeteneğini gittikçe kaybedebilir ve sonuçta önyargıların, korkuların esiri olarak özgürlüğünü yitirebilir. İnsanlar bir şeylerden ya da başka insanlardan korktukça mutluluk olmaz. Oysa, egolarımızı aşacak tek yol sevgidir. Hz. Muhammed, Allah’ın selamı Onun üstüne olsun, yaşamının hiçbir döneminde insanlara karşı zor kullanmamış, yöntemi hep sevgi olmuştur. Mekke fethedildiği ve insanların telaş içinde olduğu bir zamanda o, Mekkelilere şöyle seslenmiştir:“Bugün hiçbir şekilde hor görülmeyeceksiniz. Haydi şimdi dağılın. Hepiniz hür ve serbestsiniz.”Hz. Muhammed, “sizin dininiz size, benim dinim bana” diyerek Mekkelilerin inançlarına saygı göstermiş, özgürlüklerini kısıtlamamıştır.İnsan özgürse mutlu olabilir...İnsan, özgür olduğu sürece mutlu olabilir. Özgürlük, onurlu bir varlık olan insanın yaşamındaki en büyük erdemdir. İnsanın insanca yaşayabilmesinin garantisidir. Mevlana bunu şöyle ifade etmiştir:“Ayran kasem önümde durdukça,Vallahi kimsenin balını düşünmem.Azıksızlık ölümle kulağım bursa bile,Hürriyeti köleliğe satmam ben.”ÖZGÜRLÜK VE PEYGAMBERLERYusuf peygamber ‘Hür’ olmayı, sadece bedenin hürriyeti olarak algılamadı. Asıl hürriyetin ‘asl’ olanın hürriyeti olduğunu, yani ruhun hürriyeti olduğunu sergiledi. Dışarıda esareti yaşamaktansa, hapishanede özgürlüğü ve iffetli olmayı tercih ettiKıssa, Arapça k-s-s kökünden türetilen bir kelimedir: Anlatmak, haber vermek, sözü nakletmek, hikaye etmek, izlemek, kesmek anlamlarına gelmektedir. Kutsal kitaplarda tarihi olayların, anlatılmasıdır. Kıssalar insanların hayatına çok erken yaşta girmektedirler. Kıssalardaki edebi yön...Kıssalarda kullanılan kelimeler ve kavramlar olayları insanların zihinlerinde canlandırmalarına ve kahramanlarla empati kurmalarına imkan vermektedir. Kıssalarda görülen önemli bir tema edebi yöndür: İnsanın özünde, yaradılışında var olan psikolojik ve sosyal nitelikleri göz önünde tutarak anlatım ve ifadede canlı ve etkili bir takip edildiğini görmekteyiz. Kıssalarda olaylar gözlerimizin önünde gerçekleşmişçesine anlatılır. Kıssaların diliyle yüksek dini değerler yaşanan olaylarla ve gerçek kahramanlarla insanlara sunulur. Böylece kıssaların verdiği mesajlar zihinlere ve gönüllere yerleşir. Birey kendi yaşantılarıyla bağ kurarak öğrendiklerini içselleştirir ve yaşamında uygulayamaya başlar.Rüya yorumlama ilmi verildiYusuf peygamber, dışarıda hata yapmaktansa zindanda olmayı tercih etmişti. Kurtuluşunun bunda olduğunu fark etmişti. Zindanda bulunduğu sürede Yüce Yaradanımız ona hem rüyaları yorumlama ilmini öğretmişti. Yusuf peygamber hapishanedeki arkadaşlarına öğrendiği ilimle eğitim verdi. “Hür” olmayı, sadece bedenin hürriyeti olarak algılamadı, böylece hayatın sadece bedenden ibaret olmadığını gösterdi. Asıl hürriyetin “asl” olanın hürriyeti olduğunu, yani ruhun hürriyeti olduğunu sergiledi. Dışarıda esareti yaşamaktansa, hapishanede özgürlüğü ve iffetli olmayı tercih etti. Yunus Peygamber örneği...Yunus peygamberin yaşadığı deneyimde, balığın karnında günlerce kaldıktan sonra, oradan kurtulmasına sebep olan şeyin döktüğü pişmanlık gözyaşları olduğunu hatırlayalım. Yunus’un adalet anlayışı henüz sevgiyle bütünleşmemişti. Görevini yapmamak için kaçarken kendini bir balinanın karnında bulması, burada sevgisizliğinin ve dayanışma duygusundan yoksunluğunun onu sürüklediği soyutlanma ve hapsolunma durumuyla simgelenmektedir. Karanlıktan aydınlığa, onu, isyan değil, tövbe kavuşturmuştu: “Ben kendime zulmettim, sen merhametlilerin en merhametlisisin…” diye tövbesini ifade etmişti. Yunus peygamberle aynı adı kullanmasının tesadüf olamayacağını düşündüğüm Yunus Emre’nin de, fiziksel olarak hür olmasına rağmen, Yunus peygamberin balığın karnındaki karanlığını, kendi ruh dünyasındaki karanlığa benzetmesi özgürlüğün mekanlarla sınırlı olmadığını gösteren güzel bir örnektir. Ancak, ruhu özgürlüğe kavuştuğu zaman kendisini özgür hissedebilmiştir. Elbette bu bir bakış açısıdır. Bu bakış açısını Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın bir sözüyle vurgulamak istiyorum.“Görenedir göreneKöre nedir köre ne?”Şer gibi görünen şeylerde hayır olabileceği (Bakara suresi 216) düşüncesiyle hayatı algıladığımızda, yaşadığımız deneyimlerin hikmetini, anlamını fark eder, olumsuz olarak algıladığımız deneyimlerin kurtuluşumuza vesile olabileceğini anlarız.

Devamını Oku

İnsanın kendine yabancılaşması; Manevi yoksulluk

13 Haziran 2017

İnsan; içinde manevi gücü barındıran bir varlıktır. O halde, o, her ne pahasına olursa olsun, içindeki gizil güçleri sadece kendini gerçekleştirmek için kullanmalıdır. Aksi davranışlar, onu, kendi olmaktan, yani insan olmaktan çıkarır...Kuran-ı Kerim’e göre insan; Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. (Bakara suresi, 30) Dolayısıyla bütün varlıklara ve yeryüzüne karşı sorumludur. Her insan diğerlerinden farklıdır ve kendine özgü özellikleri bakımından da tektir. Hiçbir insan diğerinin aynı değildir. (İsra suresi 84)Nermin Akça’nın incelemesi...Nermin Akça “Vahiy geleneğinde A-b-d kökünün semantik açıdan incelenmesi” başlıklı doktora tezinde Kur’an’ın odak kavramlarından olan “ibadet”in doğru çözümlenebilmesi için “a-b-d” kökünün anlamını incelemiştir. Zariyat suresi 56. ayette Yüce Yaratıcımız insanın yaratılış amacını şöyle sunmaktadır: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”. “İbadet” kelimesine çok çeşitli anlamların verildiği ayetlerden biri olan bu ayeti, Akça şöyle açıklamaktadır:Allah insana güç vermiştir...Allah insanı yarattığında ona ruhundan üflemiş ve kendi güçlerinden vermiştir. İnsanlar sahip oldukları güçleri kuvveden fiile dönüştürmek için yeryüzüne gönderilmişlerdir. Yani bütün insanlar potansiyel olarak birçok şeyi yapabilecek güçlerle donatılmışlardır. Bu güçleri varlık sahasına çıkarmak ve yeryüzünü ıslah ederek herkesin huzur ve barış içinde yaşayabileceği bir hale getirmek için yaratılmışlardır. Güçlerini varlık sahasına çıkarabilmeleri arınmışlık derecelerine bağlıdır.Kişiyi arındıran araçlarNamaz, oruç, zekat, hac, tövbe, dua ve Allah’ın yapılmasını istediği her şey, kişiyi arındırmaya yönelik eğitim araçlarıdır. Çünkü insan, iyiliği de kötülüğü de yapabilecek güce ve iradeye sahiptir. İbadetler, insanın iradesinin kuvvetlenmesini sağlayarak fıtratına uygun olarak iyi yönde kullanmasını kolaylaştırır. Allah’ın kendisine verdiği potansiyel güçlerini fiile dönüştüren insan, yaptığı çalışmalarla daha da gelişir ve kendisini de toplumunu da ileriye götürür. Yeryüzüne halife tayin edilen insanın amacı bu olmalıdır. Bu amaç gerçekleştiğinde insanın yaratılış amacı da gerçekleşmiş olur. Kur’an’da Allah “bana ibadet edin” derken, insandan bunu istemektedir.Engellemelere karşı koyun!Madem ki insan içinde manevi gücü barındıran bir varlıktır, o halde, o, her ne pahasına olursa olsun, içindeki gizil güçleri sadece kendini gerçekleştirmek için kullanmalıdır. Aksi davranışlar, onu, kendi olmaktan, yani, insan olmaktan çıkarmaktadır. Şu halde, insanın insan olarak kalması, kendi olmasına, kendine yabancılaşmamasına bağlıdır. Ancak, insanın insan olması, olmaya devam etmesi azim gerektirir; çünkü kendi dışındaki dünya, onu, o olmaktan engellemek için elinden geleni esirgememektedir. Ama insan, insan olarak kalmak istiyorsa, bütün engellemelere, karşı koymak durumundadır. Aksi halde insanlığını yitirir; yani ilahi kaynak ile olan bağlantısını yitirir. Bu manevi bir yoksullaşmadır.Kendini bulma yolculuğunda insanı keşfeden düşünürümüz; Mevlana...Mevlana’ya göre insanda iki türlü ‘Ben’ vardır. ‘Özel Ben’ ve ‘Aşkın Ben.’ Özel ben, herkeste ayrıdır. Herkesin mizacı, tutkuları ve yapısı değişiktir. Ancak ‘Aşkın ben’ ilahi bir yetenektir. O herkeste ortaktır. Aşkın ben bilincin derin halidirMevlana’nın felsefesinde insanın bilinçli bir varlık olması önem taşır.Kendinden yola çıkar, kendi varlığında insanı anlamaya çalışır: “Kimim ben? Neden oradan oraya sürüklenip duruyorum? Fezalardaki yıldızlardan birisi miyim ki, burçtan burca geçer, uğursuzluklara ağlar, mutluluklara gülerim? Göklerdeki burçlarda alçalış ve yükselişlerde bazen rüzgârlarla sürüklenir, bazen de kayıtlarla bağlanırım. Bazen yanan ateş, bazen coşan sel olurum. Ne asıldanım, ne fasıldanım, hangi pazarlarda satılırım? Bazen gulyabanîlerin yolunu bile keserim. Bazen içi daralmış ve hüzünlüyüm. Bazen bu iki halden de uzağım ve en yüksek nesnelerden yükseğim”.Aşkın ben: Dinin gerçek alanıMevlana’ya göre insanda iki türlü “Ben” vardır. Biri “Özel Ben”, öteki “Aşkın Ben”dir. Özel ben herkeste ayrı ayrıdır. Herkesin ayrı bir özelliği vardır. Herkesin mizacı, tutkuları ve yapısı değişiktir. Ancak “Aşkın ben” ilahi bir yetenektir. O herkeste ortaktır. Aşkın ben bilincin derin halidir. Aşkın benin alanında varlığın hikmeti düşünülür. Bedenin tutkuları dizginlenir. Yaratıcı sevilir. Barış, sevgi, dostluk ve evrensel duygular egemendir. Bu alan, felsefenin, sanatın ve dinin gerçek alanıdır. İnsan hayatına aşkın benin buyrukları egemen olursa, davranışlar erdemli olur. Geniş ölçüde bedenin tutkularına bağlı olan özel ben, insana egemen olursa davranışlar kötü yönde gelişir. O halde insanı yücelten asıl unsur aşkın bendir. Bu da herkeste ortaktır. Ancak bilincin derin halini yaşamak da her zaman kolay değildir. Mevlâna şöyle söylüyor:İnsanlar çoktur ama iman birdir...“İnsanlar sayılıdır, çoktur ama iman birdir. Cisimleri çoktur ama canları birdir. Hayvani canlarda birlik yoktur. Sen bu birliği rüzgârın ruhunda arama. Bu hayvani can ekmek yese, insanî ruhun karnı doymaz. Bu yük çekse, o sıkıntı çekmez. Hatta onun ölümüyle hayvani ruh neşelenir, sevinir... İnsani ruhun bir şey elde ettiğini görünce de kıskançlığından ölür. Kurtların, köpeklerin canı hep ayrı ayrıdır. Bir olan Allah’ın arslanlarının canlarıdır. Canları diye çoğul sigasıyla söyledim. Çünkü o bir tek can, cisme nisbetle yüz olur. Gökteki bir tek güneşin bir tek ışığı da ev içlerine vurunca yüzlerce ışık olur ya! Fakat ortadan duvarı kaldırdın mı hepsinin de ışığı bir olur.”“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir...”diyen Mevlana’ ya gönüllerimizi açmak dileğiyle.

Devamını Oku