Kendini tanıma bireyin, kendisiyle, düşünce ve duygularıyla kendisinde olup biten duygusal ve düşünsel süreçlerle ilgili bir anlayışa kavuşmasıdır. İnsan kendini tanıyıp, kendi olmayı isteyince, bir takım bilimsel teoriler geliştirmek, çağını aydınlatan eserler yazmak ve insanlığı mutlu edecek teknolojik imkanlar sağlamak için çaba sarf edebilir.Kendini tanıyan, dünyayı fark eder... Kendini tanıma bireyin, kendisiyle, düşünce ve duygularıyla kendisinde olup biten duygusal ve düşünsel süreçlerle ilgili bir anlayışa kavuşmasıdır. Kendini tanıma devam eden bir süreçtir. Kendini tanıyan birey, dış dünyada olan olayların ve iç dünyasında oluşan yaşantıların çoğu kez farkındadır; çevresindeki varlıkların onu nasıl etkilediğinin farkında olduğu kadar, kendisinin de diğer varlıkları nasıl etkilediğini bilir. Böylece kendi hayatını yönetebilme yeteneğine kavuşmuş olur.Kendi olabilenler kazançlı çıkacak...İnsanın Yaratıcısıyla olan ilişkisi özel anlamda kendi olmaya dayanır. Dinin, var olanı anlamlandırma, yüksek düşüncelere kaynaklık etme gibi amaçlarının yanında insanın kendi olma arzusunu tatmin etme gibi bir amacı daha vardır.Yunus Emre, kendi olmanın insana umduğunu bulduran, öfkesini dindiren üstün bir varoluş düzeyi sunduğunun bilincindedir. Yunus’ a göre kendi olma her şeyden önce insanın ölüm sonrası yüzleşeceği ilahi bir ortama işaret eder. Bu ortamda ancak kendi olabilenler kazançlı çıkacaklardır. “Armağan gerekdür dosta, yüklü yükün dutsun dimiş”Yunus’ un bu ince yaklaşımının içinde kulun geçici olan bu dünyadaki eylemlerinin iki niteliği vardır: Biri insanın kendi olmasında, dolayısıyla ölümsüzlüğü kazanmasındaki işlevsellik, diğeri Yaradana armağanlar sunma arzusu. Eylemler ancak bu iki niteliği yüklenmekle kalıcı ve anlamlı olur. Olayın diğer bir boyutu da sevenin sevdiğine armağan hazırlarken duyduğu huzurdur.Kalemim Allah’ım için yazıyor...Aşağıdaki satırlarda bir lisans öğrencimin duygularına tanık olacaksınız:“Ben kalemim ve kâğıdımla Rabbimle konuşmak istiyorum. Allah’ım seni çok seviyorum, hem de çok!.. Kalemim senin için yazıyor. Şimdi kalbim her zaman olduğu gibi yine senin için atıyor. Rabb’im, senin yüceliğini, güzelliğini, iyiliğini, anlatmak mümkün olur mu?. Ama çabalayacağım, yardımınla… Sen Yaradanımsın... Bana sağlık verdin, rızık verdin, beni seven, benim de sevdiğim aile ve dostlar verdin. Benim için dünyada yer açtın, bir yol da benim için çizdin. Kimi zaman başka yollarla kesişen, ayrılan... Hepsinden önemlisi bana seni öğrettin, bana iman verdin, sana uzanan yollar açtın, seni öğreten ve seni öğreteceğim ilim verdin. Teşekkür ederim Allah’ım. Hiç bir kelime sana duyduğum şükranı ifade edemez...”ANADOLU’NUN KADIN EVLİYALARISARI ANABir adı da ‘Yörük Fatma’ olan Sarı Ana, iyiliğiyle, hoşgörüsüyle, çevresindekilerin sevgisini kazanmış kadın evliyalardandır. Rivayetlere göre, Kanuni Sultan Süleyman 1522 yılında Osmanlı ordusu ve donanması ile birlikte Rodos’u denizden kuşatmak için yürüyerek 40 günde İstanbul’dan Marmaris’e gelir. Marmaris’te geçici konaklama yapan Kanuni, askerlerinin kadırgalara binişi ve diğer hazırlıkların yapılışı sırasında, ‘Kentin Ulu’su kimdir kimin duasını talep edelim’ diye sorar. Padişah’a hemen Sarı Ana’yı söylerler. Kanuni, Sarı Ana’yı ziyaret eder ve elini öper. Armut hikayesi...Sarı Ana, elinde olan tek ineğini sağarak orduya süt verir. Kocaman ordu karnını bu ineğin sütüyle doyurur. Bunu gören Kanuni, Sarı Ana’nın ermiş olduğunu anlar. Kanuni, Sarı Ana’ya “Sarı anam deyiver Rodos’u alacak mıyız” der. Sarı Ana’nın yanıtı şöyle olur; “Ordunda kimsenin yanında haram nesne yoksa zafer senindir.” Kanuni meraklanır; “Bunu nasıl anlayacağız, Sarı Anam, bize bildir” diye sorar. Sarı Ana da “Şimdi armut mevsimidir. Askerlerin torbasına bak. Armut varsa bu, Marmaris bahçelerinden toplanmış haram nesnedir. Ancak benim de bir dileğim var. Torbasından haram çıkana bir şey yapmayacaksın. Onu gazadan alıkoy. Bu ona en büyük cezadır” der. Kanuni torbaları aratır. Birkaçından armut çıkar. Bu askerleri gazadan beri kılar ve sefere çıkar. Ve Rodos’u kuşatarak savaşı kazanır. Denizcilerin koruyucusu...Rodos’tan zaferle dönen Kanuni, teşekkür etmek ve hayır duasını almak için Marmaris’e Sarı Ana’nın yanına uğrar. Ancak Sarı Ana’nın vefat ettiğini öğrenir ve üzülür. Hemen Sarı Ana’nın kabri üzerine bir türbe yapılmasını ve önündeki dereye de halkın ziyareti için bir köprü inşa edilmesini emreder. Yöre halkının inancına göre, Sarı Ana balıkçıların ve denizcilerin koruyucusudur. Denizde zor durumda kalanlar ondan medet umarlar, oda yardımlarına koşar.
Kur’an insanı Allah’ın yeryüzündeki halifesi (Bakara,30) olarak sunmaktadır. Dolayısıyla insan, bütün varlıklara ve yeryüzüne karşı sorumludur Psikolojik açıdan sağlıklı insan, kendisini olduğu gibi kabul eder, zayıflıklarını bilir ve bunu gidermek için çaba gösterir. Mükemmel değildir ancak kendisini olduğu gibi kabul eder ve sever. İnsanın diğer canlılarla ortak yönleri olmakla beraber (çevredeki uyarıcıların cazibesine kapılmak, anlık hazlar peşinde koşmak gibi), bu yönlerinin ötesinde ve üstünde ve bu yönlerini de denetim altında tutabilecek bir şekilde kullanabileceği bir bilinci, öngörüsü, farkındalığı vardır. Neyin ne zaman yapılabileceğine, atılan her adımın, davranışın sonuçlarının nelere mal olabileceğine ilişkin değerlendirmeler yapan bir aklı vardır. “Akıl, bilinç, farkındalık” devreye girdiğinde, anlık zevkler, ihtiraslar ortadan kalkacaktır. O durumda kişiyi yöneten çevredeki uyarıcıların çeldiricilikleri olacağına, kendi içindeki değerlendirmeleri, değerleri, ahlak ilkeleri, empati yeteneği olacaktır.İnsanlar gelişimlerini olumlu bir yönde sürdürmeye güdülenmiştir. İnsan kendi başına bırakıldığında, hayatın yükü altında ezilmezse, kendini tatmin eden bir varoluş noktasına doğru ilerler. Kendini gerçekleştirmiş bir birey duygularına güvenmeyi öğrenir. Bu kişiler, yeni deneyimlere açıktır. Birbirine benzer kalıpsal davranışlar göstermek yerine yaşamın onları nereye götüreceğini görmek isterler. Yaşamın her anını değerlendirmek isterler. İnsan, ahlaki enerjisini en üst düzeye çıkarıp gelişme gösterebilir.Kuran-ı Kerime göre İnsan, Allah’ın en güzel biçimde yarattığı (Tin,4), üstün kıldığı (İsra,62 ,70) melekleri ona secde ettirdiği (Sad,72, Araf,11) , ilim sahibi olabilecek kapasiteyle donattığı (Bakara, 31) , kâinatı hizmetine sunduğu (Bakara,29) bir varlıktır. Allah, “insana ruhundan üflediğini” (Hicr,29) buyurmaktadır. Buradaki “ruh” kelimesi “nefs” değildir. Aslında insanda hayat özelliği taşıyan ve düşünce, sevgi gibi insandaki özelliklerin merkezi olan “Ruh” tur. Nitekim bu “ruh”un mahiyeti sorulduğunda “ruh Rabbimin emrindendir. Size onun hakkında çok az bilgi verilmiştir” (İsra,85) diye cevap verilmektedir. Bektaşi literatüründe ruh, nefes ve şuur anlamlarına da gelmektedir. Bu nedenle, “Ona ruhumdan üfledim” cümlesinin bir yorumu da, “Onu Tanrısal şuura eriştirdim” olarak alınır. Bu nedenle insan şuurlu bir varlık olarak tanımlanır.Kur’ an insanı Allah’ın yeryüzündeki halifesi (Bakara,30) olarak sunmaktadır. Dolayısıyla insan, bütün varlıklara ve yeryüzüne karşı sorumludur. Her insan diğerlerinden farklıdır ve kendine özgü özellikleri bakımından da tekdir. Hiçbir insan diğerinin aynı değildir, (İsra, 84). İnsan diğer varlıklara nazaran mükemmel bir yaradılışa sahiptir. Allah’ın sıfatlarından yansımalar taşımaktadır.
İnsanları hayata bağlayan en önemli duygu anlam duygusudur. Anlam bulmak için en temel ihtiyaç ise, “sevmek ve sevilmek”tir. Diğerleriyle ilişkilerinde sevilmek, değer görmek, ait olmak ve bağlanmak insanın sağlıklı olmasına hizmet eder. Aynı şekilde diğerlerini sevmek, değer vermek, ait hissettirmek ve bağ kurmak insanın kendini güvende hissetmesini, mutlu ve üretken olmasını sağlar.Yaradan, güven verir...Olumlu bağlara sahip olmak intihardan koruyucu bir faktördür. Bu bağlar aynı zamanda insanın psikolojik sağlığını da destekler. Bu bakımdan insanlık tarihinde çok önemli yeri olan dinlerin insanlara bu temel güven duygusunu vermesi çok önemlidir. Seven, değer veren bir Yaradan algısı insanları güvende hissettirebilir. Korkulan, cezalandıran bir Yaradan algısı ise güvensizlik oluşturabilir.İnanan zoru başarır...İnanç zor yaşam olayları karşısında insanlara sığınılacak bir liman olabilmekte ve o an yaşanan çaresizlik duygularına dayanma gücünü artırabilmektedir. Eğer birey kendisini seven ve koruyacak olan bir Yaratıcı’ya inanıyorsa bu algıları, yaşadığı olayla başa çıkmasına yardım edebilmektedir. Ancak olayı ilahi bir ceza gibi görme, Yaratıcı’nın gücünden şüpheye düşme gibi olumsuz algılar, stresle sağlıklı olarak başa çıkmanın önüne geçebilmektedir.Yapılan çalışmalar, Yaradan algısı ile insanın kendisine ilişkin algıları arasında doğru orantı olduğunu göstermektedir. Uzak ve cezalandırıcı bir Yaradan algısı ile değersizlik hissi, çökkün ruh hali ve psikolojik sorunlar ilişkili bulunmaktadır.Seven, koruyan Yaradan...Din Psikolojisi alanında Özlem Güler Aydın tarafından yapılan doktora çalışmasında, Seven ve güvenilen Yaradan algısı olan kişilerin, korkulan ve cezalandıran Yaradan algısı olan kişilere göre intihardan koruyucu ve onları yaşamı sürdürmeye iten daha çok sebep bildirdikleri ve intihar düşüncelerinin daha düşük olduğu görülmüştür. Korkulan ve cezalandıran Yaradan algısına sahip olanların ise depresif belirti ve intihar düşüncelerinin daha yüksek olduğu ve yaşamı sürdürmeye yönelik daha az sebep bildirdiği görülmüştür. Seven, koruyan ve yol gösteren bir Yaratıcı’ ya olan inanç, kişileri yaşama bağlayan bir unsur olabilir. Böyle bir Yaradan algısı, zorluklara göğüs germede bireye yardımcı olabilmektedir. Araştırmanın sonuçları sevgi ve güven içerikli inancın önleyici bir faktör olmasının yanı sıra, yaşama bağlayan ve psikolojik sağlığı destekleyen bir yönü olduğunu göstermektedir. Bu nedenle inancın sadece intiharı yasaklayan yönüne değil, psikolojik sağlığı geliştirici yönlerine de odaklanmak önemlidir.
İnsanın Yaratıcısıyla ilişkisinde, sinerjiden söz edilebilir... Çünkü Yaradanımızla birlikte hayat yolunda ilerlemek, insana büyük bir güç sağlayacaktır...Sinerji kavramının Türkçe karşılığı “artı güç” ve “görevdaşlık”tır. Yani, insanların enerjilerinin birleşmesidir. Birleşen her şeyde olduğu gibi, sinerji meydana geldiğinde de onu meydana getirenlerin enerjilerinden çok daha büyük olur. Bu haliyle sinerji, sadece enerjilerin birleştirilmesi değil, var olan enerjiden daha çoğunu oluşturan bir yöntemdir. Bütün, parçadan büyüktürSinerji, doğada her yerde ve her şeyde vardır. İki bitkiyi yan yana diktiğimiz zaman kökler birbirine karışır ve toprağın niteliğini geliştirir. Böylece her iki bitki de ayrı ayrı kaldıkları zamankinden daha iyi yetişir. İki tahta parçasını bir araya koyduğumuz zaman, ayrı ayrı taşıyabilecekleri ağırlıktan daha fazlasını kaldırırlar. Bütün, parçalarının toplamından daha büyüktür. Sinerjinin özü, farklılıklara değer vermektir. Onlara saygı göstermek, güçlü yanlarının üzerine inşa etmek ve zayıf yanlarını telafi etmektir. İnsanlar arasındaki zihinsel, duygusal ve psikolojik farklılıklara değer vermenin anahtarı, herkesin, dünyayı, olduğu gibi değil, kendilerinin olduğu gibi gördüğünü kavramasıdır.Farklılıklara saygı duymak için özde sevgi gereklidir.Özde bir olmak önemli...Yunus Emre’nin “Yaradılanı severim, Yaradandan ötürü” sözünde vurguladığı gibi. Hem kendisinin hem de diğer insanların özde bir olduğunu fark etmek önemlidir.İnsanın Yaratıcısıyla ilişkisinde de sinerjiden söz edilebilir. Yaradanımızla birlikte hayat yolunda ilerlemek büyük bir güç sağlayacaktır.“Yunus sen bir ol, bir ile bir olBir olan âşıklar bu sırdan duyarlar.”Bereket de sinerjidir...Yaratıcısıyla bütünleşen insan kendini parça değil, bütün hissedecektir. Mevlana’nın: “Ben bir damla değilim, bütün bir deryayım.” sözünde olduğu gibi.Kültürümüzde bereket kavramı sinerjinin en belirgin yaşantılarından biridir. Bizler iyi niyetlerle bir araya geldiğimizde yiyeceklerin, zamanın, mekânın bereketlendiğine inanırız ve bunu yaşarız. Birlikten kuvvet doğarAnadolu sinerjik enerji için uygun bir ortamdır. Birçok farklı kültüre ev sahipliği yapmaktadır. Birbirimizi yargılamadan, anlayışla farklılıklarımızdan güç alarak, birbirimizi tamamlayarak barış güneşinin Anadolu’dan doğmasına katkıda bulunabiliriz.Kültürümüzde “imece” kavramı vardır. Sinerjinin tam kalbidir, ruhudur. Anadolu insanı işini imece usulü yapar. İmece, birçok kişinin toplanıp, bir kişinin veya bir topluluğun işini el birliğiyle yapmaları ve böylece işlerin sırayla bitirilmesidir. Başka bir deyişle işlerin eşit şartlarda emek birliğiyle yapılmasıdır. Atalarımız yüzyıllardır,“Birlikten kuvvet doğar.”“Bir elin nesi var iki elin sesi var.”Gibi sözleri hem dil hazinemize kazandırmışlar, hem de belleğimize kazımışlardır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle ilk kez temel kitabımız Kur’an-ı Kerim, Türkçe’ye tercüme edilmiş milletimizin anlam dünyasına girmiştir...Maneviyat yaşamsal ve cesaret veren bir güçtür. Bireyi, bilgiye, sevgiye, anlama, umuda, aşkınlığa, bağlanmaya ve şefkate ulaştırır. Maneviyat bir insanın değer sisteminin gelişme kapasitesini, büyüme potansiyelini içerir. Manevi olan her şey acıları öğrenmeye, düşmanlığı işbirliğine, kayıtsızlığı sevgiye dönüştürür. Derin bir bütünlük duygusu, bağlanma ve sonsuza kendini açmaktır. Maneviyat doğuştan bir insan yeteneğidir.Maneviyat hepimizin içinde saklı olan bir cevherdir. Hepimizin özümüzü tanımamız için sıklıkla içimize dönüp kendimize sorular sormamız gerekiyor. Ben kimim, bu dünyada niçin varım, insanlığa nasıl hizmet edebilirim?Cumhuriyetimizin kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk’ün bu sorulara verdiği cevaplar O’nun manevi dünyasını yansıtmaktadır:Ben kimim?Bu soruya Atamız, temel bir değeri, özgürlüğü vurgulayarak cevap vermektedir: “İstiklal ve bağımsızlık benim karakterimdir.”“Ulusun bağrında özgür bir kişi olmak kadar dünyada mutluluk var mı? Gerçeği anlamış olan, kalp ve vicdanında manevi ve kutsal hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamların hiçbir değeri yoktur.” (Atatürk ‘ün Söylev ve Demeçleri. Cilt 1 s.264. 1922)Bu dünyada niçin varım?Atamızın aşağıdaki cümleleri, varoluş amacını, kurtuluş mücadelemizi, cumhuriyetimizi ve devrimleri ne güzel özetlemektedir:“Hedef ve hünerimiz, cahil kitleyi de nurlandırarak yolumuzda yürütmek ve onu aydınlığa çıkartmaktır.” (Kocatürk, Utkan. Atatürk ‘ün Fikir ve Düşünceleri, s. 76-77)İnsanlığa nasıl hizmet edebilirim?“Bir ulus bilgelerden oluşan bir orduya sahip olmadıkça, savaş meydanlarında ne denli parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin ayakta kalan sonuçlar vermesi ancak böyle bir orduyla alınabilir. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun elde ettiği kazançlar söner. Ulusumuzu gerçekten mutluluğa ve kurtuluşa çıkarmak istiyorsak, bizi ölümden kurtaran ve yaşamaya götüren bugünkü yönetim biçimimizin sonsuza dek yaşamasını istiyorsak bir an evvel büyük, olgun, nurlu bilgeler ordusuna sahip olmak zorunda olduğumuzu inkar edemeyiz.”(İnan, Arı. Düşünceleri ile Atatürk. Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 305-306)“Herhalde askerlerimizin ruhunu kazanmak, bizim için bir ödev olduğu gibi ilkin onlarda bir ruh, bir amaç, bir karakter yaratmak ta Tanrıdan, Medine’de yatan peygamberden sonra bize düşüyor.”(Kocatürk, Utkan. Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 300-301)Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle ilk kez temel kitabımız Kur’an-ı Kerim Türkçe’ye tercüme edilmiş milletimizin anlam dünyasına girmiştir.Atamızın “fazilet; erdemler bütünü olarak da tanımladığı Cumhuriyetimizin sonsuza dek var olması dileğiyle…
Dua yaşantısı insanın değer sistemini besler. Duygularımızı tanımaya yönlendirir bizleri. Yaratıcımızla bağ içinde bakarız kendimizeİnsanın mutlu olmasında, duygularını tanımasının ve yönetmesinin etkisi büyüktür. Çağımızda, yaşamak, ‘sanat olma’ niteliğini yitirmiş görünmektedir. Çağdaş insan, okuma ve yazmanın, öğrenilmesi gereken bir sanat olduğuna, mimar, mühendis ya da usta bir işçi olmanın büyük bir çalışma gerektirdiğine, ama yaşamanın, hiçbir özel öğrenme çabasını gerektirmeyecek kadar basit bir iş olduğuna inanır görünmektedir. Hepimiz şu ya da bu şekilde yaşadığımız içindir ki yaşamak, hepimizin uzman olduğu bir konu olarak görülür. Ancak, yaşama sanatının niteliklerini gözden kaçırmamız, bu sanatta ustalaşmış olmamızdan ötürü değildir. Toplum olarak, duygularımızı yönetmek gibi temel bir hayat becerisinde zayıf olmamızın nedeni, hem çocuklarımızın öfke yönetimini ya da anlaşmazlıkları olumlu biçimde çözmenin temel ilkelerini öğrenmesini sağlayamamış, hem de empati, dürtü kontrolü ve diğer duygusal yeterlilik esaslarını öğretmeye özen göstermemiş olmamızdır. Duygusal dersler, anne-babanın çocuklarına sadece doğrudan söyledikleri ve yaptıklarıyla değil, kendi hislerini idare edişleriyle ve aralarındaki etkileşim modeliyle de verilir. Bazı anne-babalar, üstün yetenekli duygusal öğretmenlerdir.Çocuğumuzun sadece bakıcılığını üstlenirsek; onu doyururuz, giydiririz, okula göndeririz. Yani görünürdeki en temel ihtiyaçlarını karşılarız. Gerçek anne-baba olmak demek; yüksek bir empatiyle çocuğumuzun potansiyeline, yeteneklerine, duygularına kendimizi açmak ve sağlıklı bir iletişimle onun dünyasıyla bağ kurmaktır. Günümüzde, özellikle kent yaşamında, çocuklarımızın bedensel anlamda birçok ihtiyacını karşılıyoruz, en iyi olduğunu düşündüğümüz okullara gönderiyoruz, ama duygusal anlamda okuryazar yapamıyoruz. Böyle olunca çocuklarımız iç dünyalarıyla iletişim kuramıyorlar, varoluş nedenlerini keşfedemiyorlar, duygularını tanıyamıyorlar ve yönetemiyorlar. İnsan nasıl gün ışığına, vitaminlere gereksinim duyuyorsa, aynı şekilde anlayacağı ve o doğrultuda yaşayacağı bir değerler düzenine, yaşam felsefesine, maneviyata gereksinim duyar.Dua yaşantısı insanın değer sistemini besler. Duygularımızı tanımaya yönlendirir bizleri. Yaratıcısımızla bağ içinde bakarız kendimize. O da şöyle seslenir bize:“Kullarım sana Beni soracak olularsa [bilsinler ki], Ben onlara çok yakınım; Beni çağırdığında, çağıranın çağrısına karşılık veririm. O halde onlar da Benim çağrıma karşılık versinler ve Bana inansınlar ki, böylece doğru yolu bulabilsinler!” (Bakara, 186)“İşte bu, Allah’ın, inanarak iyi işler yapanlara müjdelediği şeydir. De ki: “Ben, buna karşılık olarak sizden, size yakınlığımdan ötürü, sevgiden başka hiçbir şey istemem.” Şu halde, kim güzel bir iş yapacak olursa, Biz, ondan dolayı onun karşılığını arttırırız. Gerçekten de Allah, çok bağışlayan, şükrün karşılığını çokça verendir.” (Şura, 23)
Enbiya Suresinin 107. ayetinde, Hz. Peygamber’e şöyle seslenilmektedir: “Biz, seni alemlere, sadece sevgimizin bir açılımı, bir sevgi pınarı olarak gönderdik.”İslam dininde Yaradanın en çok vurgulanan özelliği O’ nun “Rahman” ve “Rahim” oluşudur. Bu iki kavram besmele içerisinde geçmekte ve besmele hayatın hemen her alanında yer bulmaktadır. Bu iki sıfat, “Çok Seven ve Çok Şefkatli olan” olarak dilimize çevrilebilir. Bir işe başlarken söylenen bu sözde “Seven bir Yaratıcı” anılmaktadır.“Rahmetim, gazabımı geçmiştir.” (Buhari, Tevhid, 55) hadisinde de Yaradanın sevgisi vurgulanmıştır.İslamın özü sevgidir“Allah, yakında, sizinle, aranızda düşmanlık bulunan kimseler arasında bir sevgi var edecektir. Allah her şeye gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok müşfik olandır.” (Mümtahine, 7) ayetinde, düşmanlığı da sevgiye dönüştüren bir yaklaşım görülmektedir.“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, İmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56) hadisinde insanların birbirini sevmesi ile iman bir arada tutulmuş, sevgi imana koşul olarak sunulmuştur. Cennete kavuşmanın yolu olarak sevgiyi öneren Rabbimiz, insanların birbirini sevmesini istemekte ve “Çok Seven” olarak karşımıza çıkmaktadır.Sevgi temeline dayanan vahiy sürecinde, bu değer Kur’an’ da en derin ifadesini bulmuştur:“(O zaman Musa, Allah’a seslenerek): “ Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla ve bizi sevgi ve şefkatine kabul et; çünkü Sen, sevgi ve şefkat gösterenler içinde en çok sevgi ve şefkat gösterensin!” demişti.” (Araf, 151)Enbiya Suresinin 107. ayetinde, Hz. Peygamber’e şöyle seslenilmektedir: “Biz, seni alemlere, sadece sevgimizin bir açılımı, bir sevgi pınarı olarak gönderdik.”En’am Suresi 12. ayette Allah, sevgiyi kendine zorunluluk olarak görmüştür. (O, sevgiyi kendine zorunlu kılmıştır)Bu ayeti peygamberimizin bir yaşantısıyla örnekleyebiliriz:“Hz. Peygamber’ in huzuruna bir takım esirler gelmişti. Bunların içinde emzikli bir kadın vardı. Çocuğu kaybolmuştu. Kadın göğsüne biriken sütü sağıyor, çocuklara verip emziriyordu, esirler arasında çocuğunu bulunca hemen alıp onu sinesine bastı ve derin bir şefkatle çocuğunu emzirmeye başladı. Bu yüksek şefkat tablosunu görünce Hz. Peygamber yanındakilere şunu sordu:- Şu kadının kendi çocuğunu ateşe atacağını sanır mısınız?Yanındakiler hayır, atmamaya gücü yettikçe atmaz dedi.Hz. Peygamber:- İşte Yüce Allah kullarına bu kadının çocuğuna şefkatinden daha merhametlidir, diye cevap verdi.” (Kitabu’l- Edeb 28).Yaradanı “seven” olarak algılayan birey için kendisi de “sevilen” olacaktır.
Bütün iyiye gidişler, insanın kendinin farkında olması, kendi iç kuvvetlerini keşfedip, iyiye ve güzele kaynaklık yapacak kıvama getirmesiyle olur.Sevgi, insanın kendisinin ve karşısındakinin gelişimini desteklemesidir. Sevginin alınıp verilmesi hikmetin varlığına işaret eder; çünkü sevgi ile beraber kişinin anlayış yeteneği gelişir. Yaradanımız, hikmet verilenlere çok çok hayırlar verildiğini, bilgelerin yani, hikmet sahibi olanların insanları sevgiyle davet ettiklerini şu ayetle ifade etmiştir. “Kendilerine vahiy gelmemiş olanlara, içlerinden kendilerine ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir elçi gönderen Allah’ dır”. (Cuma, 2)Sevgi ile başlarSevgi yeteneğinin gelişmesi ile birlikte kişinin zihninde kim ve ne olduğuna dair merak uyanır. Bu merak tüm potansiyel güçleri gerçekleştirmek üzere harekete geçer. Potansiyel güçlerin uyanması gelişmeyi hızlandırır. Hayatı daha anlamlı kılar.Bütün iyiye gidişler, insanın kendinin farkında olması, kendi iç kuvvetlerini keşfedip, iyiye ve güzele kaynaklık yapacak kıvama getirmesiyle olur.Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan kültürde bilgeler hep insana kendini hatırlatmayı hedeflemişlerdir.Hoşgörüyü öğütlerAhmet Yesevî, insanlara dil, din, ırk cinsiyet farkı gözetmeksizin, hoşgörü ile yaklaşılmasını öğütler. İnsan sevgisi ile Allah aşkı birbirine bağlı olarak gelişir. Allah’a aşk ve sevgi ile inanan insan, insanlara da aynı duyguyla yaklaşır. Kadın ve erkeğin işte, üretimde, yönetimde, sosyal hak ve faaliyetlerdeki eşitlikleri önemlidir.Hacı Bektaş Veli insanın bütün yaratılanlardan daha üstün, şerefli yaratılmış olduğunu Yaratıcı’nın sevgilisi olduğunu, Yaratıcı’nın da onun sevgisini arzu ettiğini işaret etmektedir. “Her ne ararsan kendinde ara” diyerek, insana başarının da başarısızlığın da, sevilmenin de sevimsizleşmenin de, kendini geliştirmenin de miskinleşip yok olup gitmenin de yolunun yine kendi iradesinden kaynaklandığını bilmesini söylemektedir.Hacı Bayram Veli Yaratıcı’ nın insan gönlünde görünüş alanına çıktığı inancını savunmuştur. Ona göre insan gönlünde, karşılıklı, iki yay vardır. Bu yaylardan biri gönülden dışarı taşmayı, evrene açılmayı, evrende görünen ilahi düzeni kavramayı sağlar. İnsanın, bütün varlık türlerinin özünde Yaratıcıyı görmesi, her şeyden önce de kendini bilmesi gerekir.Kur’an-ı Kerim, birçok peygamberi hikmet sahibi olarak nitelendirmektedir:“Yusuf, kuvvetli çağına erişince ona hikmet ve ilim verdik. İşte biz, güzel davrananları böyle mükâfâtlandırırız.“ (Yusuf, 22)“Ey Yahyâ, Kitaba sımsıkı sarıl, demiş ve daha çocuk iken katımızdan hikmet, yumuşak kalplilik, ve arınmışlık vermiştik.” (Meryem, 12)Sevgi ve hikmetle dünyamız barışın egemen olduğu, yaşamaktan daha çok mutluluk duyduğumuz bir yer haline gelebilir.