Türkiye çok kanlı bir askeri darbeyi, büyük bir yıkımı ve muhtemel bir iç savaşı atlattı. Atlattı diyoruz, ama üçüncü günde hala bazı darbeci unsurların hareket halinde olduklarının işaretleri de var.
Bundan sonraki her girişim ancak büyük bir kan gölüne yol açar. Başka bir şeye değil.
Darbenin bastırıldığı andan itibaren birçok iletişim kanalından inanılmaz bir şuursuzlukla karşılaştık.
Demokrat olduğuna inandığımız bazı insanlar bile inanılmaz bir endişeyle ortaya çıktılar. Endişeleri, darbenin bastırılmasıyla Tayyip Erdoğan’ın siyasi kuvvetinin artmasıydı.
Asıl endişesi Erdoğan’ın kuvvetlenmesi olan Türkler gerçekten vahim bir şuursuzluk sergilemişlerdir.
İstanbul’un bazı semtlerinde tankları alkışlayanların şuursuzluğundan söz etmeye bile gerek yok.
Bu şuursuzluğun bir yanında da, bütün olan bitene rağmen darbe girişiminin hafife alınması bulunmaktadır.
Ordunun general ve amirallerinin yaklaşık üçte birinin katıldığı bir darbe girişimini hafife almak, hatta “tezgah” imalarında bulunmak şuursuzluğun da ötesinde bir ruh halidir.
Bütün ruhi ve siyasi endeksi Tayyip Erdoğan karşıtlığı ve nefreti olanların neredeyse darbenin başarısızlığına üzülecek bir tavır almaları artık siyasi değil, insani bir acı konusudur. Bazı insanların “Darbe mi Erdoğan mı” gibi bir soru sorabilmesi gerçekten acıdır.
Bir de gayet şuurlu bir çaba var. Bu da yakın dönemdeki bütün darbe hazırlıkları ve Ergenekon oluşumlarını aklamak için bu girişimin kullanılmasıdır.
Başarısız bir darbe girişiminin karşılığının “karşı darbe” olması şart değildir. Bu girişim sonuçta demokrasinin değerini ve basın özgürlüğünün önemini herkese göstermiştir.
Darbe girişimine doğrudan ya da dolaylı destek olanların en tavizsiz şekilde hesap vermeleri sağlanırken, bu konuda başka kuşkular yaratma çabaları da erkenden uç vermiştir.
Bugünün meselesi darbe girişiminin tam olarak tasfiyesidir. Kendisini demokrat olarak gören herkesin odaklanmak zorunda olduğu tek nokta da şu anda budur.