İnsanlık ölçülerimiz o kadar şaşmadı. Ama o kadar uzun zamandır şehit sayıyoruz, genç ölüm hesapları yapıyoruz ki yakında kendimize hayret etme aşamasına gelebiliriz.
Geçen iki yılın ağır terör saldırılarında kaybettiğimiz canların acıları yüreğimizden çıkmıyor.
Ama yılbaşı gecesinden bu yana büyük terör saldırısı olmamasıyla ilgili olarak düşünmüyoruz.
Bunu düşünmemiz demek, hedef olduğumuz saldırıların bir kısmından nasıl kurtulacağımızı bulmak demektir.
Şehit saymayı, ölüm hesapları yapmayı doğal ve kaçınılmaz kabul etmek tuzağın en büyüğüne düşmeyi kabullenmek demektir.
Hangi tavrımız, hangi yanlışımız dolayısıyla toprağımız bu kadar acının yaşandığı bir alan haline geldiğini belirlemek de siyasi iradenin görevidir.
Barış sürecinin akamete uğraması, Suriye’de yeni sıkıntıların oluşmasına yol açtı.
Çevremizdeki barış süreçleri için çaba gösteren kuvvetlerden biri olmak yerine, savaşan taraflardan biri olarak görülmemiz geniş bir alanı etkiliyor.
İçeride ve dışarıda çatışmacı pozisyonlar üzerine kurulu siyasetlerin yıpratıcı sonuçlarını halen yaşıyoruz.
Bu yüzden de şehitlere alışmış gibi yapıyor, hamasetle idare etmeye çalışıyoruz.
Hiçbir toplumun bu kadar şehide, bu kadar genç ölüme alışması mümkün değildir.
Türk halkı da “sıfır şehit” isteyecektir, istemiştir.
“Sıfır şehit” esas olduğu zaman da örneğin Beşar Esad da olması gereken yerde kalır.
Ortadoğu’daki bataklığın yarattığı hastalıkların bize ulaştığı yolları kapatmak da önce bu bataklığı teşhis etmekle mümkündür.
“Sıfır şehit” politikası aynı zamanda “komşularla sıfır sorun”un yenilenmesi olabilir.
Şehit sayarak, ölüm hesapları yaparak, hamasetle zaman geçirerek tam 40 yıl harcadık.
Bundan sonraki kuşağa “sıfır şehit” hedefini verebildiğimiz zaman bugün büyüttüğümüz bir çok sıkıntının çözümünün de kolay olduğunu göreceğiz.