Cumhuriyetin başından beri en büyük korkularımızdan biri “bölünmek” oldu. Çökmüş bir imparatorluktan yeni bir ülke yaratırken yaşanan haklı korkuları sonradan daha büyük korkulara çevirdik.
Oldum olası bölünmekten korkuyoruz, ama bölünmek korkusuyla yapıklarımızın çoğunun gerçek bölünme yollarını açtığının farkında olmayan bir yapıyla yaşıyoruz.
Konya’daki milli maçta, katliam kurbanları için saygı duruşunu çeşitli sloganlarla kesenler, ülkenin bütünlüğüne sahip çıktıklarını sanıyorlardı, ama en vahim ve gerçek bölünme için bağırdıklarının hiç farkında değillerdi.
Bölünmeyle ilgili olarak, yukardan aşağıya yüklenmiş kafa karışıklıkları Konya stadının çimlerinde perçinlendi.
Türkiye’yi Kürtlerin böleceğinden korkanlar, Ermenilerin gelip evlerimizi alacağından korkanlar, Yunanların gelip Türkiye’yi işgal edeceği korkusunu yayanlar bu ülkenin gerçek bölünmesinin bütün temellerini attılar.
Ve şu anda gerçek bir bölünmenin eşiğine gelmiş bulunuyoruz. Birilerinin ölümüne başka birileri seviniyorsa, birilerinin kurşunlanmasına başka birileri aldırmıyorsa, birilerinin dövülmesine başka birileri “oh olsun” diyorsa gerçek bölünmenin son eşiğini aşmak üzere olduğumuz içindir.
Ankara katliamı tarihimizin en kanlı terör olayıdır. Bunun yarattığı travmanın her toplumda bir toparlanma yaratması, siyasetin başka bir aşamaya geçerek toplumdaki yanlış yönelimleri önlemesi beklenir.
Bizde siyaset bunu yapamadığı için, katliamı taşeronlar üzerinden çözmüş gibi yaparak, bölünme ve parçalanma daha derinlere taşınmaya devam ediyor.
Ankara katliamının taşeronları bulunur. Daha önce bulunduğu kadar bulunur, onlardan öteye bir şey bulunamaz. Ama olayı taşeronlar üzerinden başka siyasi hedeflere çevirmenin maliyeti de bütün toplum için ağırdır. Bundan önce yaşadıklarımız gibi.
“Öyle bölünmez, böyle bölünür” diyenler şu anda çok başarılıdırlar, bölünmenin bütün araçlarını siyasetin eline tutuşturmuş seyretmektedirler.
Siyaset de şu anda şaşkınlıkla suçluluk arasında sürüklenip gitmektedir ne yazık ki.