Haberin Devamı
12 Eylül 1980 darbesinin otuz ikinci yıl dönümünde o günleri yaşayanlar yine anlatmaya çalıştılar. Otuz iki yıl sonra hâlâ yok olmamış, olması da zor görünen bir cümle yine birçok köşeden kendini gösterdi. “Sivillerin hiç mi suçu yok?”
Bu bir soru değil, bir tartışma zemini de değil; sadece darbenin aklanmasının mahcup yolu olarak kullanılan bir cümle. “Darbe ülkenin uçurumdan kurtulması için zorunluydu” anlamına geliyor.
Kuşkusuz sivil siyasetin bütün olarak aymazlığı, beceriksizliği, ufuksuzluğu söz konusuydu. Ama ondan daha da önemlisi o günlerin siyasetçilerinin demokrasiye inancının, demokrasiyi koruma iradesinin zayıflığıydı.
27 Mayıs’ı yaşayanlar siyasi ufuklarına “bir daha 27 Mayıs olmasın” iradesini yerleştirmediler.
Tam tersine, askere bakışları da “bizden yana karşı-taraftan yana” boyutunu aşamadı. 12 Mart 1971’i yaşamaları da bütün ülkeye yaşatmaları da böylece kaçınılmaz oldu. 12 Mart da 12 Eylül’ü getirdi.
Sivil siyaset demokrasiyi içselleştiremedi, ama 28 Şubat gibi müdahaleleri içselleştirdi.
Demokratik sisteme her dış müdahalede, “biraz susar bekleriz, sonra Ankara tekrar bize kalır” bakışı sivil siyasete o kadar damgasını vurdu ki üç darbe yaşamış bazı siyasiler hâlâ 28 Şubat’ın meşru olduğunu düşünebiliyor.
12 Eylül’ün otuz ikinci, 27 Mayıs’ın elli ikinci yılında hâlâ “sivillerin hiç mi suçu yok” cümlesinin duyulabilmesinin nedenlerinden biri de sivil siyaset kurumunun demokrasiyi “içselleştirdiği”ne ilişkin kuşkuların varlığını sürdürmesidir.
Söylemesi bile zor olan “içselleştirme”yi belki “sonuna kadar demokrasi, her durumda demokrasiden taviz vermeme” ruhu olarak açabiliriz.
Siyaset kurumunun, herhangi bir gerekçeyle demokrasiden taviz vereceği kuşkusu varsa “içselleştirme” hâlinde zayıflık var demektir. O zayıflık da demokrasinin dışarıdan müdahale ihtimallerine tümüyle kapanmadığı anlamına gelir.
Sonuna kadar demokrasi, ne olursa olsun demokrasi... Sivil siyaset bu ruhla yaşamayı öğrendiği zaman 12 Mart, 12 Eylül vs. tarihlerini de bu kadar kuvvetli şekilde hatırlamaya gerek kalmayacak. Ama hâlâ fazlasıyla hatırlıyoruz, çünkü bunların tekrar yaşanması ihtimalinin sıfırlanmadığı kuşkusunu yok edemiyoruz.