AKP hükümetinin, seçim sonrasında ağırlık kazanan politikaları üzerine iki soru yoğun şekilde sorulmaya başlandı:
-Birinci soru: Ergenekon davaları dâhil, “askeri vesayet”in geriletilmesi girişimleri AKP için bir demokrasi mücadelesi midir, iktidar mücadelesinin zorunlu bir aşaması mıdır?
İkinci soru: AKP üçüncü iktidar döneminde, kendilerini merkez sağ veya merkez sol olarak niteleseler de ortak özellikleri “devletçilik” olan geleneksel siyasi partilerin yoluna girmiş midir?
Bu sorular, AKP’nin ilk gününden itibaren her uygulamasının arkasında “gizli gündem” arayanların, demokratik gelişmelerden korkanların sordukları sorular değildir. Bunları, Ankara’daki “müesses nizam”ın yerine her türlü vesayetten kurtulmuş bir medeni demokrasi yolundaki adımları destekleyenler soruyor.
Türkiye’de medeni bir demokrasinin önündeki birinci devasa engel Kürt sorunudur. Bu sorunun son otuz yılık döneminde terörün kazandığı ağırlık da, sorunu çözme yolunda her demokratik girişimin anında engellenmesiyle güçlendi.
Yeni anayasa bugün tıkanmış gibi görünen demokratik sürecin, geri dönüş yollarını da tıkayacak bir ivmeyle ilerlemesini sağlayabilecek temel dayanaktır.
AKP’nin son dönem politikaları dolayısıyla “devletçilik” sorusunun öne çıkmasına, yeni anayasa için siyasi iradenin en zayıf görüntüyü vermesi neden oluyor. 1982 anayasası, vatandaşına karşı “devleti korumak” mantığıyla kuşkusuz siyasi iktidarlar açısından yönetme kolaylığı da sağlıyor.
- Medeni bir anayasa terörle mücadeleyi engellemez, ama terörle mücadele gerekçesiyle fiili bir olağanüstü hal uygulamasını engeller.
- Medeni bir anayasa yargının işlemesini engellemez, ama “önce devlet” ruhuyla adalet duygusunu zayıflatmasını engeller.
AKP, son dönem politikalarıyla ilgili soruların artmasından rahatsız olmak yerine, kendisine atfettiği misyona hâlâ sahip olduğuna inanıyorsa, bunu medeni bir anayasa için gerçekten harekete geçerek gösterebilir.
Devlet partileri, devletçi partiler “esaslı inkılâp” yapamazlar, “müesses nizamın” bekçileri olarak gelirler, giderler.