“Terörle yaşamaya alışmalıyız” diyenlere tepki gösteriliyordu. Terörle yaşamaya alışamayız, alışmamalıyız, diyorduk.
Alıştık, cenazelerde manasız olaylar çıkmasına da alıştık. Bu olaylara bile doğru dürüst tepki göstermiyoruz.
Toplumun bütün bunlara “olur böyle şeyler” tevekkülüyle yaklaşması, uzaktan izlemekten başka bir şey yapmamasının bir devamı vardır. Daha kötüsüne de alışmak.
Bugünkü durumun değişmesi için çaba gösteren, toplumun önüne çıkan hiç bir siyasi kuvvet kalmamıştır.
Ana muhalefet partisi “yasak savma” siyasetine devam etmekte, bir iki demeçle kendini görevini yapmış addetmektedir.
İkinci muhalefet partisi, iktidar partisinin yanına sığınmış, varlık kavgasının içine sıkışmıştır.
Kürt siyasetinin bütün siyasi alanları daralmış, terör ve savaş koşullarında siyaset yapamaz duruma gelmiştir.
Siyaset alanı, askeri rejim dönemlerinde bile bu kadar daralmış değildi, toplumun dinamikleri bir şekilde siyasi alana yansıyabiliyordu.
“Terörle mücadele kıyamete kadar sürecek” denildiği zaman toplumdan “neden” sorusu gelmiyor, “başka ihtimal yok mu” sorusu hiç gelmiyor.
Kıyamete kadar savaşı kabul etmenin, onlarca yüzlerce binlerce genç insanın daha hayatını kaybetmesini kabul etmek anlamına geldiğini görmemek büyük bir toplumsal teslimiyetin ifadesidir.
Toplum bu kadar ağır bir faturayı ödemeye kendini hazırlamışsa, siyasetten bir ışık çıkmasını da beklemek çok zordur.
Türk toplumunu bu ataletten çıkarabilecek bir siyasetin ışığı şu anda görünmese de, toplumun bir gün o ışığı talep edeceği umudunu kaybetmemek gerekiyor.
Toplum bu ataletten çıkmazsa en yakında çok daha fazla kan çok daha fazla ölüm vardır. Ama biraz ileride de en büyük korkularımızın gerçek olması vardır.
Şu andaki duruma ne kadar alışmış olursak, arkasının çok daha kötü ihtimaller olacağını topluma açıkça söyleyen bir siyaset olmayabilir.
Ama bu “kıyamete kadar olmayacak” anlamına da gelmez. Olmazsa da “kıyamet” tek ihimal olur.