Ergenekon davalarında dolaylı savunma alanlarından biri, düz mantığa dayalı “darbe olmadı ki” cümlesiyle akıllarda soru işareti yaratmak.
Ama 12 Eylül 1980’de darbe oldu. 1977-1980 arası, bu darbe için hâlâ “iyi ki oldu canımız kurtuldu, ülke kurtuldu” denilmesini sağlayacak kanlı faaliyetlere sahne oldu. Darbe ortamını yaratma ve darbeyi gerçekleştirme başarısı, hâlen yargılanan kişilerin, benzer hazırlıklar yapılırken açıkça “örnek” alınmasını istedikleri düzeyde gerçekleşti.
Davanın şu anda iki sanığı var. Biri eski genelkurmay başkanı ve devlet başkanı, diğeri eski hava kuvvetleri komutanı.
Bu iki sanık, 11 Eylül günü ülke hâlâ bir kan gölü hâlindeyken, darbeyle birlikte nasıl “sütliman” hale gelindiğini açıklayacaklar. Bir gün önce birbirinin üzerine kurşun sıkanların bir anda nasıl duruverdiğini açıklayacaklar. “Korktular” demeleri yetmeyecek, çünkü daha önce uzun süre sıkıyönetim yürürlükte olduğu için asayişle ilgili bütün yetkiler zaten askeri makamların elindeydi.
12 Eylül 1980 gününden itibaren “asmayalım da besleyelim mi” özdeyişiyle başlayan, siyasetle ilgilenen her vatandaşın suçlu muamelesi gördüğü, işkencenin günlük uygulama haline geldiği bir dönem yaşandı.
Kitaplar yakıldı, filmler yakıldı, insanlar sorgusuz sualsiz, hiçbir açıklama yapılmadan 90 gün nezarete tıkıldı. Komşu komşuyu ihbar etti, hapishaneler adam almaz hale geldi.
12 Eylül darbesine giden yolda vahim katliamlar yaşandı. Kahramanmaraş, Çorum, Malatya, Sivas’ta Sünni ve Alevi vatandaşların birbirlerini kırmalarını amaçlayan komplolar başarılı oldu. Zamanın iletişim düzeninde, Sünni mahallelerinde kahvelere giden şahıslar “Aleviler cami bombaladı, yaktı” diye dolaşır, Alevi mahallelerinde de o şahısların benzerleri “Sünniler cemevi yaktı” diye dolaşır, işi bitirirlerdi.
Bu başarı yakın yıllarda darbe planı hazırlayanların damağında öyle bir tat bırakmış ki, fazla uzağa gitmeden operasyonun başına hemen “cami bombalama”yı koydular.
1 Mayıs 1977’de Taksim’i kan gölüne çevirmek de çok kolay oldu. Çünkü gerçekte ne olduğunu göremeyen bir kısır solculuk meydanların önünü kaplamıştı.
Darbeye giden yolda birçok aydın faili meçhullere kurban gitti. Bunlar solcu bilinen “bir avuç aydın” kişiydi, silahların susmasını isteyen, kurulan komplolardan kuşkulanan “bir avuç” aydındı ve önce bunlar hedef oldu. Diğer kanada yönelik suikastları düzenleyen, uygulayan sol örgütün yıllar içinde ortaya çıkan bağlantıları da herhalde bu dava sürecinde konuşulacaktır.
Taksim’de, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta, Malatya’da yakınlarını kaybedenler, askeri hapishanelerde işkence görenler bu davaya müdahil olmalıdır ki, bu insanlık suçu, sadece sanık sandalyesinde oturacak iki yaşlı adamın yüzüne çarpılmasın, bütün toplumun hafızasına kazınsın ve bu ülkede oynanan bütün kanlı oyunları herkes biraz daha açık olarak görebilsin.