Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tekrar Ak Parti genel başkanı olmasının ardından yapılan yorumlara bakıldığında bir yanlış anlama olduğu anlaşılıyor.
Yeni anayasaya göre cumhurbaşkanı parti üyesi olabiliyor, parti genel başkanı da olabiliyor, ama bu mecburi bir durum değil. Cumhurbaşkanı parti üyesi olmadan da seçilebilir, bir partiye üye de olmayabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan açık bir seçim yaptı, kurucusu olduğu partinin genel başkanlığını da bırakmadı.
Bu tercih önemli bir yük de getiriyor. 15 yıllık iktidarının ikinci dönemini sıkıntılı bir şekilde tamamlamış olan Ak Parti yeni değişimlerin eşiğindedir.
Erdoğan da bu aşamada partinin direksiyonunun başında bizzat bulunmayı tercih etmiştir.
Ak Parti on beş yıl önce “mazlum”du, mazlumların sesiydi. Toplumdaki refah ve demokrasi talebinin sesi olurken, kasabadan çıktı, hem köye hem yerleşti.
Son beş yılın sarsıntıları içinde eski korkuların depreşmesiyle tekrar kasabaya sığınma eğilimi ister istemez Ak Parti’yi de etkiledi.
Ak Parti tekrar kasabadan çıkacak, şehirlere ve dünyaya dönecekse, bu sürecin başında yine Erdoğan olacaktır.
Erdoğan çok önemli bir siyasi tercih yapmış, bütün yükleri omzuna almıştır. Bu yüklerin altından kalkmak için şu andaki kadrosunun da yenilenme gereği Ak Parti’de de çeşitli şekillerde konuşulmaktadır.
Ak Parti de, değişen ihtiyaçlar ve katlanan sorunlar yumağı içinde yetersiz kaldığını sık sık ifade ediyor.
Erdoğan’ın Ak Parti’yi “fabrika ayarları”na döndürme kararı varsa bunun karşısında herhangi bir muhalefet olması zordur.
Erdoğan, Ak Parti’nin başına geçmekte tereddüt etmediğine göre partisiyle ilgili bir planı vardır. Bu planın referandum ekseninde bir plan olup olmadığını bilmiyoruz. Ama bunu öğrenmemiz fazla zaman almayacaktır, Ak Parti de bir sınıra dayanmıştır.