29 Ekim tartışmaları çevresinde Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan arasında bir “yaklaşım farkı” olduğu ortada.
CHP’nin, İşçi Partisi ile birlikte ya da İşçi Partisi’ne CHP’nin katılmasıyla yapılan “zorlama”ya çare konusunda Cumhurbaşkanı ile Başbakan farklı çözümler düşünmüştür.
Başbakan, geleneksel devlet refleksi göstermiş, sonuçları ve kamuoyunun algısı ne olursa olsun yasağa uyulmasını istemiştir.
Cumhurbaşkanı ise 29 Ekim’in ortak bayram niteliğine gölge düşmemesi için devlet güçlerinin mümkün olduğu kadar “az olay çıkması”nı sağlayacak şekilde hareket etmesini istemiştir.
Yasaklama fikrine en başından karşı çıkanlar için kuşkusuz Cumhurbaşkanı’nın “yaklaşımı” daha yerindedir.
Daha çok olay çıksaydı, daha çok gösterici ve polis yaralansaydı, mitingin başını çekenlerin amaçlarına daha çok ulaşmış olacağında kuşku bulunmadığına göre 29 Ekim krizinin bu yaklaşımla atlatılması gerekiyordu.
Ankara’nın en tepesinde böyle bir konuda yaklaşım farkı olabilir, her vatandaş da bu fark üzerine kendi bakış açısını belirleyebilir.
Ancak bu son olay dolayısıyla “yaklaşım farklarının derinliği” üzerine yorumlar yapılmaya da başlandı. Daha önce tutuklu vekiller konusunda da Erdoğan açık olarak Gül’ün fikrine katılmadığını söylemişti. Başbakan BDP’ye en sert üslupla yüklenirken Cumhurbaşkanı BDP’lileri kabul etmişti.
Yine de buradan “AKP’nin tepesinde çatlak” ihtimalleri ve kimileri için de “umutları“ geliştirmek epeyce abartılı görünüyor.
Bazı konularda Başbakan’ın “daha devletçi”, Cumhurbaşkanı’nın “daha özgürlükçü” görünmesi dolayısıyla tabii ki siyasi yorumlar yapılır, yapılması kaçınılmazdır.
Bundan hareket ederek AKP’de “parçalanma”ya kadar gidecek “derin çatlak” beklentisi üretmek, on yıllık iktidardan sonra hâlâ oyunu artıran bir siyasi partinin siyasi ehliyetini fazla azımsamak olur ki, bunun üzerine yapılacak hesaplar şu anda temelsizdir.
Yine olmadı
CHP İstanbul İl Başkanı‘nın, Taksim anıtına çelenk koyarken söylediği askerlere yönelik “Cumhuriyeti siz koruyamadınız biz koruyoruz” sözüne haklı tepkiler gelmesi üzerine il başkanı bu sözleri “sivil erkâna”, yani Vali’ye ve diğer bürokratlara da söylediğini ifade etmiş.
Yine olmadı; Vali’ye ve diğer bürokratlara yönelik böyle bir tepkinin açıklanması zaten mümkün değil. Ama esas olan, cumhuriyeti ve demokrasiyi koruma görevinin; hem cumhuriyeti hem demokrasiyi savunma ve geliştirme görevinin asıl sorumlularından birinin “solcu parti” olduğu bilincinin bu kadar geride kalmış olmasıdır. O sözü askerlere söylemekle valiye söylemek arasında “şuursuzluk” açısından herhangi bir fark yoktur.