Ankara katliamının arkasından bütün ülke yeni bir bomba, büyük bir kıyım daha bekler hale geldi.
Koca bir ülke, sade vatandaşından en tepesine kadar bomba, kıyım, katliam bekler hale geldiyse bunun ciddi ruhsal sonuçlarını da yaşar.
Bu öyle bir hal ki, insanlar yeni bombanın yerini tartışıyor, şurada mı burada mı patlayacak diye konuşuyor.
Emniyetten sızan haberlerle birlikte, ülkenin dört bir tarafında canlı bomba arıyoruz. Parti liderleri için suikast ihbarları da kamuoyuna aktarıldı.
Ak Parti mitinglerini azalttı. CHP büyük toplantı yapmıyor. HDP bütün seçim faaliyetlerini durdurdu. MHP’de sadece genel başkanın birkaç toplantısı var.
Bu “normal” bir ülke görüntüsü değildir, olağanüstü koşullar yaşayan bir ülke görüntüsüdür.
Bunun yanına bütün davaları, soruşturmaları, gözaltıları, tutuklamaları, polis baskınlarını da eklediğimiz zaman “anormal” görüntü daha da korkutucu hale gelmektedir.
“Normal” bir ülkede tabii ki etkili bir terör örgütü olmaz, ama bu kadar gözaltı, tutuklama da olmaz.
Siyasetin, 78 milyona olabilecek tek anlamlı vaadi, bu ülkenin tekrar “normal” bir ülke durumuna dönmesi için elinden geleni yapmak ve vatandaşların bu çabaya katılmasını sağlamak olmak zorundadır.
1 Kasım seçimi öncesinde bir bomba daha patlarsa, buna sevinecek çok odağın varlığı da “anormallik” halinin bir başka gerçeğidir.
Ülkesinin yönetilemez hale gelmesinden memnun olan, her kan döküldüğünde sevinen odaklar ancak “anormal” koşullarda varlıklarını koruyabilir.
1 Kasım seçim sonucuyla ilgili en büyük beklenti, ülkenin tekrar yönetilebilir duruna gelmesi, siyasetin olağanüstü hal koşullarından çıkmasıdır.
1 Kasım sandığından Ak Parti’nin tek başına iktidarı da çıkabilir, koalisyon mecburiyeti de çıkabilir.
Ama her durumda ülkenin normalleşmesi için gerçek ve samimi bir işbirliğine ihtiyaç olacaktır. Bunun için de hiç kimsenin, hiç bir siyasetin “itilmemesi” gerekir.
Seçim sath-ı mailinde olmak, bugünkü koşullarda bir gerekçe olmaktan da çıkmıştır. Son beş günde yapılacak herhangi bir sert çıkışın özürü de kalmamıştır.