Savaşlarda yıkılan binaların inşası en kolayıdır. Yüreklerdeki acılar ve yüklerin onarımı ise en zoru.
Yıkılan binaların yerine yapılanlarla savaştan kalan görüntüler de silinir. Ama yüreklerdeki ve beyinlerdeki görüntülerin ne zaman silineceğini kimse bilemez.
Savaş uzadıkça kirlenmenin artması bütün savaşların tabiatının ayrılmaz parçasıdır. Her kirlenme de acıların katlanması anlamına gelir.
Sokakta kalan cenazeler, evlerden çıkamayan cenazeler, sokaklarda yatan ölü çocukların o bölgenin insanlarının hafızasından silinmesi için birkaç kuşak değişmesi gerekecek.
Her gün 25-30 insan hayatını kaybederken, “barış” diye bağıranların sesleri de giderek daha cılız çıkmaya başladı.
Doğrudur barış umudunu kaybetmemek, barış kelimesini telaffuz etmeye devam etmek gerekiyor, ama barışın nasıl gelebileceğini söylemeye çalışanların da sesleri iyice kısıldı.
Bir milyon kişi sokağa çıkıp “barış istiyoruz, bütün silahlar sussun” diye bağırırsa bunun bir etkisinin olabileceği bile kuşkulu hale geldi.
Ne yapacağız? Durup bekleyeceğiz her gün ölen insan sayısının yüze, iki yüze çıkmasını seyredeceğiz. Bütün bu ölü insanlar sadece birer sayı olarak gazete sayfalarından, ekranlardan akıp gidecek ve her gün aynıları yaşanmaya devam edecek.
Bu savaşın neden başladığını bile açıklamakta bayağı zorlanıyoruz. Savaş başladıktan sonra da hiçbir “fren” mekanizmasının harekete geçmemesi de normal insan mantığına anlatılamaz.
Savaş şu anda ülkemizin bir bölgesindedir, Kürt vatandaşlarımızın yaşadığı bölgede. Ve bu savaşı bölge dışına çıkarmanın hesaplarını yapanların olduğuna da kimsenin kuşkusu olmasın.
“Bunlar kim olabilir” diye çok aramanın da bir manası yok, bunlar savaşın bitmesini istemeyenler ve bütün halkın savaş acılarına daha yakın olmasını isteyenlerdir.
Yine de “enseyi karartmayalım” ve barış için çağrı yapmaya, herkesi akıl ve mantığa davet etmeye devam edelim.