O sabah herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken Amerikan başkentinden gelen ilk ses oldukça rahatsız ediciydi.
Amerikan yönetimi, darbe girişimi ve demokrasi tespitleri yapmadan “iki taraf”tan söz ediyor ve sükunet çağrısı yapıyordu.
Bu, aceleden kaynaklanan bir şuursuzluk olarak fazla üzerinde durulmasına gerek olmayan tavır olarak görülebilirdi.
Ancak bir Amerikalı generalin “ilişkide olduğumuz askerler tutuklardı” diye bir ifade kullanmasıyla birlikte Amerikan yönetimi veya yönetiminin bir kısmı kendisini “zanlı” konumuna getirmiş oldu.
Fethullah Gülen’in Amerikan siyasetinin bir kısmıyla yakın ilişkiler kurmuş olması, hatta panasal ilişkileri bulunması gizli bir hal değil. Cemaat sözcülerinin övündükleri bir durum.
Malum gecenin belli bir anından itibaren, benzer durumlarda hep olduğu gibi, “arkasında kim var” sorusu ortaya çıktı.
Darbe girişimi çok büyük bir iş ve buna kalkışanların güvendikleri odaklar olması, sırtlarını dayadıkları veya dayayabilecekleri kuvvet merkezleri olduğunu düşünmek çok doğal.
Eğer Amerikan yönetiminin içinde birileri, “Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak için 80 milyon insanın geleceğini ağır tehlikeye atan bir kalkışmayı” desteklemiş iseler, bunun affı gerçekten olmaz. Ve bu hesabı sormak zorunda olan da aslında Amerikan yönetimidir, Amerikan demokrasisidir.
Amerikan siyasetinde, 80’lerin başından itibaren bir “ılımlı İslam” tartışması ve arayışı vardır. Buna göre radikal İslam’ın panzehiri ılımlı İslam’dır ve Gülen Cemaati de ılımlı İslam’ın içinde görülmektedir.
Ama buradan kanlı bir darbe girişimini destekleme noktasına gelmek için bayağı yol kat etmek gerekir.
Amerikan yönetiminde bazı kesimlerin Türkiye’de bir darbe ihtimalinin farkında olmaları muhtemeldir. Ama biz de bu kanaatten yola çıkarak bütün batı’yı suçlayamayız.
Amerikan yönetiminin içindeki yanlışı teşhir etmek için de, Batı’daki bazı siyasi merkezlerdeki tereddütleri gidermek için de en büyük kuvvetin “demokrasiye dayanmak” olduğundan kimsenin kuşkusu olmasın.