Sistem değişikliğine halktan onay istemek için birden fazla konuyu anlatmak, açıklamak gerekiyor.
Meclis’in, hükümetin ve dolayısıyla bürokrasinin ağırlıkları önemli ölçüde değişeceğine göre doğal olan, halkın bunun gerekçelerini öğrenmesidir.
Alıştığımız sistemde Meclis ile hükümetin sıkı bağları vardı. Hatta bakanlar atanırken, yöresel oy ağırlıkları ve üyeliklerin ülke çapında dağılmasına dikkat edilirdi.
Böylece hükümet ile milletvekilleri ile seçmen ve tüm vatandaşlar arasında doğrudan bir bağ kurulmuş olurdu.
Yeni sistemde bakanlar artık milletvekili olmayacağına göre seçmenle, vatandaşla bağları kesilmiş olacak.
Ak Parti’nin bunun gerekçesini halka anlatması gerekiyor. Tabii ki halk, seçmen “böylece halka hizmet daha hızlı verilecek” gerekçesiyle de yetinebilir ve bunun işleyişini görmek isteyebilir.
Meclis’in ağırlığının azalması doğal olarak siyasi partilerin ağırlığının azalmasını getireceği için bu da özellikle yerel siyasette vatandaşın partilerle ilişkisini değiştirecektir.
Aslında bu da etkileri zaman içinde görülecek değişikliklerden biridir.
Hükümet üyelerinin bir tür çok yüksek bürokrat olmaları ve pozisyonlarının tek dayanağının cumhurbaşkanı olması da icraatlarda sürat sağlayabilecek bir değişikliktir.
Hükümet üyeleri artık bir gözleriyle halka, seçmene bakmayacak, iki gözleriyle de cumhurbaşkanına bakacaklardır.
Bunun da halka anlatılması kolay değildir, hatta çok zordur.
Bugüne kadar sözü sık sık edilmiş olan “parlamenter sistem elimizi kolumuzu bağladı” tespitinin açıklanmasını isteyenler olabilir.
Şu ana kadar bu konuda somut bir örnek verilmedi. Aslında verilebilecek iki örnek var. İkisi de iki Körfez savaşına da Türkiye’nin Amerika’nın yanında katılmasının Meclis tarafından engellenmesidir.
Ak Parti, halktan referandumda evet oyu isterken önce “olumsuz”dan başladı. “Filanca falanca hayır diyorsa siz evet demek zorundasınız” fikriyle yürütülecek bir kampanyanın riskleri de ortadadır.
Bu yaklaşım MHP’li muhalifler üzerinde etkili olmamıştır. Üstelik PKK ve ona yakın Kürt siyasetlerinde şu andaki eğilimin sandığa gitmemek olduğu anlaşılmaktadır.
Tayyip Erdoğan’ın “Kendim için istemiyorum” beyanatı da sonuçta Ak Parti’nin hareket alanını daraltmıştır. Çünkü o zaman Ak Partili seçmen “kimin için” sorusunu soracaktır.
Ak Parti halkın önüne büyük bir sistem değişikliği teklifiyle çıktı. Bu değişikliği bütün boyutlarıyla açıklamak gerçekten kolay değil. Ama düğmeye bir kez basılmıştır, dönüşü kalmamıştır.