Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın NATO zirvesindeki temaslarından açık bir manzara çıktı. Batı, Ankara ile ilişkilerinde ağız birliği halinde tavır almaktadır.
Her görüşmede demokrasi arızaları ve çatışma noktaları Ankara’nın önüne getirilmektedir.
Avrupa Konseyi’nin Türkiye’yi “takibe alması” fiilen gerçekleşmiş olmaktadır. FETÖ soruşturmaları dolayısıyla insan hakları ihlalleri de Batı’nın izleme alanlarının arasına girmiştir.
Bir Fransız gazetecinin Türkiye’de gözaltında olmasını Fransa’nın yeni başkanı doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sormaktadır.
Erdoğan, Fethullah Gülen’le ilgili talepte bulunurken Amerika’nın yeni başkanı Trump FETÖ’den tutuklu Amerikalı rahibi sormaktadır.
Batı’nın Türkiye’ye ilişkin ortak hattında hiçbir baskı alanının boş bırakılmaması olduğu anlaşılıyor.
Batı, her imkanı kullanacak, sürekli soracak, sürekli cevap isteyecektir.
Bu soruların çoğunluğunun bildiğimiz arızalara ilişkin sorular olduğunu da biliyoruz. Ankara, Batı’dan gelen ve gelecek hamleleri “düşmanca” baskılar olarak algıladığı zaman da ilişkilerin daha da sıkıntıya girmesi kaçınılmaz olur.
Batı, Türkiye’yi feda etme aşamasına gelmediğine göre Ankara’dan gelecek her hamle ilişkilerde önemli onarımlar sağlayabilir. Avrupa Birliği’nin üçüncü kuvvet olarak sıkıntıları ne olursa olsun, demokrasi ve medeniyet sürecinde ulaştığı noktadan vazgeçecek değildir.
“Bizi olduğumuz gibi kabul edin” demek de Avrupa’da bugüne kadar etkili olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Fransa’da ve Türkiye’de olağanüstü hal uygulamalarının farkını Batı’ya anlatmak bu yüzden mümkün değildir.
Kırk yıl önce Ankara yine aynı noktadayken, Turhan Güneş durumu “Briç kulübünde pişpirik oynamaya kalkmak” diye anlatmıştı.
Kırk yıldır aynı noktanın çevresinde dönüp dolaşmanın övünülecek bir durum olmadığını da görmemekte hâlâ ısrar ediyoruz.