Haberin Devamı
O yıllarda, adlarına faili meçhul denilen cinayetler amaçlarına ulaşmıştı. Bir siyasi istikrar sağlanamıyor, hiçbir demokratik adım atılamıyor, Türk toplumu umutsuzluk içinde kara kara düşünüyordu.
Bu karanlık, 90’lı yılları kâbus haline getirirken, laik ve Atatürkçü bilinen aydınların, yazarların cinayetleri anında “İslamcı” çevrelere ve İran’a yükleniyordu.
Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in bir uçak kazasında ölümü de yine büyük soru işaretleri doğurmuştu. Şu anda Ergenekon’un bir parçası olarak yargılanan çevre, anında bu olayın bir suikast olduğu iddiasını ortaya atınca akıllar iyice karıştı.
Susurluk çetesinin ortaya çıkmasıyla birlikte, bütün bu olayların mantığıyla ilgili sorular da artmaya başladı.
Bugün 90’ların karanlığıyla ilgili soruşturmaların hızlanmış olması çok önemlidir. Bu dönem aydınlandığında, Türkiye’yi karanlıkta tutmak isteyenlerin kimler olduğu ortaya çıkacaktır.
O karanlık yaşanırken ülkenin en sorumlu mevkilerinde bulunanların da artık bu temizlenme sürecine katılmaları gerekiyor.
Süleyman Demirel başbakandı, cumhurbaşkanıydı. Tansu Çiller, Mesut Yılmaz başbakandı. Deniz Baykal başbakan yardımcısıydı.
Bütün bu siyasilerin gerçekte ne olduğunu bilmemeleri mümkün değildir. O dönemlerde genelkurmay başkanı olarak görev yapmış generallerin de her şeyden habersiz olmaları düşünülemez...
Şu anda en tepedeki sorumluların değil memurların üzerine gidiliyor; genelkurmay başkanlarının değil, emir komuta zincirinin daha alt sıralarında bulunan askerlerin üzerine gidiliyor.
90’larla tam bir hesaplaşma için siyasi sorumluluğu taşıyanların üzerine gidilmedikçe manzaranın tam olarak ortaya çıkması mümkün değildir. Kopuk görüntülerle, alt düzeyde ve ayrıntılara sıkışmış soruşturmalarla kamuoyunun tam bilgi sahibi olması da güçtür.
90’lı yılların temizlenmesi, kamuoyunun tam ikna edilmesiyle ve en tepeden yapılmadığı sürece demokrasinin güvenceleri hep eksik kalacaktır. En önemli güvence de halkın, ne olduğunu tam olarak bilmesidir.