Sosyal medyadan paylaşımları nefesimi tutup gözyaşıyla izliyorum. Güneydoğu’dan, Suriye’den yükselen çocuk çığlıkları beynimi dağlıyor. Bir yanda inceliklerin şairi Gülten Akın’ın mısralarından bestelenmiş “Büyü” çalıyor, Grup Yorum’un yorumuyla. Bambaşka adreslerden gönderilmiş “İmdat!” mesajları, patlayan bombaların, parçalanmış minik bedenlerin görüntüleri sanki kendi müziğini, ağıt yaksın diye, çağırmış gibi...
Gülten Akın’ın; acı, yokluk ve umutsuzlukla yaşayan bir çocuğa büyürken verilebilecek umutların sözlerini bile umutsuzluk, acı ve hâtta ölümle zincirlediği satırlarını tekrar hatırlarken düşünmeden edemiyorum. İnsanoğlunun zulmü, gaddarlığı, açgözlü hırsları ve cani ruhu hiç izin vermiyor ki, yaşanan acıların soğumasına. Evet, hayatlar yok olmaya devam ediyor ama aslında yok olmuyor, yok ediliyorlar. Tabii bir yaşam ve ölüm değil bu konuştuğumuz. Yaşarken dahi ölümü ensesinde hissetmek, öldürülmek üzere büyümekle, küçük yaşta ölmek arasında kısır bir döngü bu. Birilerinin hayatı, gönüllerince seçtiği gibi devam ederken, bir yerlerde de bu döngünün kıskacında ölümü soluyarak yaşayan, ölümle büyümeye çalışan çocukların dünyaları ağlamakta.
Yıllar önce ressam Henrietta Wyeth’in, melek kanatlarıyla çizdiği ölmüş bir çocuğun tablosu için çocuk ölümünü huzurlu bir anlatımla sunduğu eleştirilerine verdiği cevap beni çok etkilemişti. “Bu dünyada bir çocuğun başına gelebilecek en kötü şey değildir ölüm. Daha da büyük kötülükler vardır.” diyordu Wyeth. Ne kadar haklı diye düşünmüştüm o zaman, insanoğlunun çocuklara yapabildiklerini düşünüp. Şimdi de çaresizlik içinde aynı şeyler geçiyor aklımdan.
Yürekleri örümcek bağlamış büyük adamların masa başında verdiği kararlarla bombaların, kurşunların altında bırakılan minicik bedenlerin daha fazla acı çekmeden melek olmalarından başka bir tek şansları var. O da, parçalanmış, sakatlanmış bedencikleri ile ölümün bir sonraki ziyaretini acılar ve korkular içinde beklemek.
Bruno Catalano’nun muhteşem bir heykeli var. Yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalan insanların içlerinde oluşan boşluğun hiçbir zaman doldurulamaz olduğunu anlatan heykel öylesine dahiyane bir estetik ve heykeltraşlık bilgisi ile yaratılmış ki; elinde minik valiziyle yola dökülmüş göçmen adamın bedenindeki boşlukların ardında kalan denizi ve şehrin manzarasını izlerken, onun, hayatın içinde sanki havada tek başına uçarcasına yalnız, hüzünlü süzülüşü sesleniyor size. O hayatın içinden geçerken hayatın da onu delip geçtiğini görüyorsunuz bedeninin boşluklarında.
Aynen, Catalano’nun heykelindeki gibi; insanoğlu eksilmeye devam ediyor. Kiminin bedeninden göç, sürgün okları geçiyor, kiminin bedeninden kurşunlar. Kimi düşlerinden eksiliyor, kimi kanıyla canından.
Nereye gidiyorsun insanoğlu? Nereye gidiyorsun insanlık? Dur… Dur da düşün biraz… Düşleri kalmamış, umutları yitip gitmiş, ruhları boşalmış, bedenleri dağılmış insanlar çoğaldıkça sana açılacağını sandığın yollar sana da yâr olmayacak…