Kabul etmek lazım, Çözüm Süreci sözünün bile belli bir çekiciliği var. “Kürt sorunu” lafı zaten elektrik yüklü. Özerklik, yerinden yönetim, halkların kardeşliği, etnik milliyetçilik, ulus-devlet vs vs de epeyce albenili, coşkulu ve ateşli kavramlar. “Kamu düzeni” öyle değil. Tatsız tuzsuz, heyecansız bir kavram. Oysa huzur içinde yaşamamız buna bağlı. Her isteyenin her istediğini kaba kuvvetine güvenerek yapması değil, herkesin onayladığı ve herkes için geçerli kuralların toplum hayatında egemenliği demek kamu düzeni. Devlet adını verdiğimiz kurum zaten bu yüzden var.
Evet, devletin, yani bir kamu otoritesinin mevcudiyeti bu kurumsal yapının işleyişinde görev alanların isteyerek veya bilinçsizce karar ve eylemleriyle bazen bireyler üzerinde baskılara, haksız kısıtlamalara ve başka bazı olumsuzluklara yol açabiliyor. Ama insanlık olarak toplum hayatında, yani birbirimizle ilişkilerimizde adaleti ve güvenliği sağlamanın daha iyi bir yolunu buluncaya kadar devlete ihtiyacımız var. Devletin meşruiyeti ise halkın onayına ihtiyaç duyuyor. Zora dayalı ve tepeden inme yönetimler zaten uzun ömürlü olamıyor. Halkın temel ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalan yönetimler de öyle .
Mevcut devlet otoritesini reddederek başka bir otorite tesis etmek peşindeki hareketler bugüne mahsus yapılar değil. Ama bugünkü demokrasi çağında bunların başarıya ulaşmaları ancak davalarının arkasında yeterli büyüklükte bir tarihi miras bulunması halinde mümkün.
Malumunuz, Türkiye’den ayrılıp etnik temelde müstakil bir devlet kurma hayaliyle yola çıkan Kürt Siyasi Hareketi yakın zamanda bu hedefin gerçekleşmesinden ümidini kesti. Bölünme, hatta özerklik taleplerinden vazgeçtiler. Bunun karşılığında Türkiye cumhuriyetinin ulus-devlet niteliğinin esnetilerek Kürt etnik kimliğine birtakım haklar ve imtiyazlar tanınmasını talep ediyorlar. Bu talebin de en başta cumhuriyet nosyonuyla bağdaşmadığı bir gerçek. Millet kavramını bugünkü sosyolojik anlamının çok gerisinde, kabile/aşiret mensubiyetine dayalı geri bir anlayışla yorumlamakta ısrar ettikleri de bir başka gerçek. Ne var ki Kürtçü hareketin mevcut siyasi yapıya yönelik itirazlarının taban bulmasında bizim ulus-devlet kavramını, daha doğrusu millet kavramını doğru bir şekilde yorumlamaktan özellikle belirli dönemlerde uzak düşmemizin de payı var.
Her neyse, bu hamur daha çok su kaldırır. Sadede gelelim... Kamu düzeni diyorduk. Kürt Siyasi Hareketinin bölünme talebinden vaz geçip silahlı mücadeleyi de terk etmesini öngören Çözüm Süreci şu anda “kamu düzeni” duvarına çarpmış görünüyor. Hükümet bizzat Başbakan Davutoğlu’nun dile getirdiği “önce kamu düzeni” şartı yerine getirilmediği takdirde Çözüm Süreci’nin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini mümkün görmüyor. Ama bölge illerinde PKK’nın “paralel hükümet” birimleri var. Sözde mahkemeler çalışıyor, insanlar buralarda yargılanıyor. İşadamlarından vergi adı altında haraç toplanıyor. Hatta PKK’ya yakın yayın organlarında öteden beri elektrik faturalarının ödenmemesi yolunda çağrılar yapılıyor ki göründüğünden -belki de olduğundan- daha önemli sembolik anlamlar taşıyan bir konu bu. Güneydoğu illerinde kaçak elektrik kullanımı çok yaygın. Bunun elbette sosyo-ekonomik bir temeli var ama silahların gölgesinde siyasi bir anlam kazanması ülkenin geri kalanındaki algıyı da olumsuz etkiliyor .
Biliyorsunuz, devlet bölgede kaçak elektrik kullanımını önlemekte ve hatta faturaları tahsil etmekte başarılı olamayınca bu işi özel sektöre devretti. (Liberallere sorarsanız en doğrusunu yaptı. “Devlet elektrik satar mı hiç? Verin bakalım özel sektöre, ortada mesele kalıyor mu? Her derdin ilacı serbest girişim!”) Ama Türkiye’de yüzde 72’lik oranla en yüksek kayıp kaçağın olduğu Dicle EDAŞ’ı devralan şirket 1,5 senede pes etti. Şimdi “devlet benden geri alsın” diye çağrı yapıyor. Demek ki liberal formüller bile bazı dertlere deva olmuyor!
Şaka bir yana, iş dönüp dolaşıp yine kamu düzeni konusuna geliyor. Tamam, her ne kadar “elektrikli” de olsa, fazla heyecan veren bir konu değil bu. Ama bu türden heyecansız meseleler halledilmeyince heyecanlı konuların gündeme gelmesinin de anlamı olmuyor.