Devlet güneydoğuda “askeri amaçlı” yol ve barajlar inşa etmekten vaz geçmediği için PKK’nın ateşkesi bitirdiğini açıklayıp “öz yönetim”, “serhildan” ve “devrimci halk savaşı” çağrıları yaparak terör eylemlerine yeniden başlamış olması hiç mantıklı değil. Çünkü bir kere Çözüm Süreci’nin kazançlı tarafıydı PKK. Devlet kurumlarının ve siyasi kadroların “aman süreç zarar görmesin” hassasiyetini kazanca çevirmiş; doğu ve güneydoğudaki birçok şehirde adeta paralel bir devlet otoritesi oluşturmuştu. O günlerde bunları ayrıntılı yazmıştık; onun için şimdi örnekleri yeniden sıralamaya lüzum yok. Gerçi son zamanlarda durumun vahametini gören Davutoğlu Hükümeti kamu düzenini “kırmızıçizgi” olarak ilan edip bazı yerleşim alanlarında kimi tedbirler almaya girişti ama atı alanın Üsküdar’ı geçmiş olduğunu bugün daha iyi görüyoruz.
Dolayısıyla PKK’nın kendisi açısından bunca elverişli biçimde işleyen bu düzeni bozmak istemesini sadece hükümetin bölgede devlet otoritesini yeniden tesis etmeye yönelik niyet ve girişimlerine bağlamak yeterince izah edici görünmüyor.
Örgütün legal siyasi kanadının 7 Haziran’da oldukça yüksek bir oy alarak bu başarı sayesinde taban üzerindeki popülaritesini ve etkinliğini artırmasından silahlı kanadın duyduğu endişe de muhakkak bugünkü sürecin dinamikleri arasında ciddiye alınmalı ama bu da sorumuzu cevaplamaya tek başına yetmiyor.
Sorumuz neydi peki? PKK milletin evlâtlarını öldürerek devlete taleplerini kabul ettiremeyeceğini bildiğine göre niçin ve ne uğruna bu işe girişti? Bu süreçte kazanacağı hiçbir şey yok ama kaybedeceği çok şey var. Kendisi hem kazanmıyor hem de kaybediyor ama sadece karşı tarafın kaybetmesi için bu tuhaf alışverişi göze alıyor. PKK’nın yerinde siz olsaydınız bunu yapar mıydınız? Görünen şartlar altında her halde yapmazdınız ama muhtemelen bizim göremediğimiz başka şartlar söz konusu ki bize mantıkdışı gelen bu iş gerçekleşebiliyor.
Lafı uzatmayalım. Benim ta en başından beri, yani daha 7 Haziran seçimleri ufukta bile yokken savunduğum görüş Kuzey Suriye’de oluşan yeni konjonktürün Çözüm Süreci hakkında geçerli olan bütün eski şartları geçersiz hale getirdiğiydi. Yani yıllardır rüyası görülen bir Kürt devleti uğruna her şeyden vaz geçmeye hazır bir örgüt vardı karşımızda. Ama bu bile tek başına örgütün Türkiye’ye savaş açmasını anlamlandırmaya yetmiyor. Çünkü hem Rojava’da hem Türkiye’de kendi lehine bir süreci yürütmesi mümkündü PKK’nın. Suriye’nin kuzeyinde “Türkiye’ye dost” bir oluşumun söz konusu olduğuna ikna edilmiş olsa Ankara’nın yardım ve desteği de alınabilirdi bu hususta. Türkiye’nin yine de mesela Kobani’nin IŞİD’den kurtarılmasında dolaylı yardımı oldu. Ama PKK bir yandan Çözüm Süreci dolayısıyla müzakere masasında paydaşı olduğu diğer yandan ne olursa olsun iyi geçinilmesi gereken bir bölge gücü olan ülkeye savaş ilan etti.
Keza siyasi kanadın tavrı da silahlı kanatla paralel. Ülkedeki siyasi aktörler arasında hasım olarak kendileriyle “çözüm ortağı” sayıldıkları yapıyı hedef almalarından başlıyor oradaki tuhaflık da. Sürecin istedikleri doğrultuda yürümesi ve belirli taleplerinin gerçekleşmesi karşılığında Tayyip Erdoğan’ın başkan seçilmesine destek verebilecekleri bile düşünülürken tam aksine çok sert bir “Seni Başkan Yaptırmayacağız” kampanyasına yönelmeleri de anlaşılır gibi değil. Bilahare mecliste AK Parti’ye karşı CHP ve MHP ile işbirliği yapmak konusundaki isteklilikleri de öyle.
Ancak yine de bütün bu tabloya bakınca “bu işte bir yanlışlık var” demek yanlış olur. Yanlışlık yok, başka bir şey var. Devam edeceğiz...