18 Şubat’ta bu sütunda çıkan “İki Partinin Seçimi” başlıklı yazıda şunları söylemişim: “Haziran’a topu topu dört ay gibi bir süre kalmışken ülkedeki siyasi atmosfere şöyle bir baktığınızda seçime sadece iki parti girecekmiş gibi bir hisse kapılabilirsiniz. Dışarıdan biri gelip seçimle ilgili yazılanları okusa veya bugünlerde sağda solda konuşulanlara kulak verse bu seçime sadece AK Parti ile HDP’nin katılacağını düşünebilir. Çünkü herkesin dilinde bu iki partiyle ilgili senaryo taslakları var. Bütün bir siyasetin gündemi varsa yoksa bu iki partinin performansına ve gelecek hesaplarına bağlı olarak şekilleniyor.”
Geçen dört ay boyunca değişen bir şey olmadı. Seçim nihayet dün yapıldı ama gündemde yine iki partinin aldığı oylar var. HDP’nin barajı aşacak miktarda oy almış olması. Buna karşılık AK Parti’nin tek başına iktidar imkanı ortadan kalktı.
Davutoğlu’nun zor seçimi
Başbakan Ahmet Davutoğlu, partisinin son dönemde kendi doğal tabanıyla ilişkilerine yansıyan problemlerin üstesinden gelmeye güç yetiremediği için, genel başkan olarak ilk defa girdiği bir seçimde arzu ettiği oy başarısını sağlayamadı.
Zor bir seçimdi Davutoğlu için. AK Parti’nin “doğal lideri” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da seçim kampanyası boyunca aktif görünmesi partide liderlik sorunu olduğuna ilişkin bir tartışmaya yol açmış, muarızları Davutoğlu’nun liderliğini polemik konusu yapmışlardı.
Diğer yandan parti tabanında gerek bu tartışmayla ilgili olarak gerekse 12 yıllık iktidar sürecinin biriktirdiği tortular sebebiyle ortaya çıkan bazı tepkiler ve oy verme konusunda oluşan kararsızlık ve tereddütler seçim öncesinde yapılan kamuoyu araştırmalarının sonuçlarına da yansımıştı.
Ayrıca seçim barajını aşmak için olağanüstü bir kampanyaya girişen HDP’nin partinin tabanındaki Kürt seçmenin bir kısmını çekmesi AK Parti oylarının arzu edilen seviyeye ulaşmasını zorlaştıran faktörler arasındaydı.
Bütün bunlara rağmen Davutoğlu moralini hiç bozmadan seçim kampanyasını sürdürdü. 81 ilin tamamında miting düzenleyerek, tabiri caizse, bir performans rekoruna imza attı. Ama partisinin son dönemde doğal tabanıyla arasında oluşan olumsuz gerilimi tamir etmeye muvaffak olamadı.
Ancak Davutoğlu’nun “genel başkanlık” kariyerinin çok kısa sürede “liderliğe” evrilmiş olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli. Seçimin sonucu ne olursa olsun, Davutoğlu’nun hem AK Parti hareketi içinde hem de Türk siyasetinde kalıcı bir yeri olduğu muhakkak.
Siyasi liderler kolay yetişmiyor. Hem entelektüel birikimi, hem de en zor zamanlarda ve en kritik konumlarda yaptığı görevlerde edindiği devlet ve siyaset tecrübesi itibarıyla Davutoğlu muhafazakar Türk siyasetinin kolayca vazgeçebileceği bir değer değil.
Başkanlık sistemi tartışması ne olacak?
Bu sonuçlar itibarıyla Başkanlık sistemi konusunun en azından bu dönem süresince gündemin ilk sıralarında yer almayacağı söylenebilir.
Zira AK Parti mecliste tek başına anayasayı değiştirebilecek sayıda sandalye elde edemediği gibi, bir anayasa değişikliğinin referanduma götürülebilmesi için gereken 330 milletvekilini bile çıkaramadı.
Diğer yandan, mecliste yer alacak partilerin hiçbiri bu konuda AK Parti ile işbirliği yapmaya da hazır görünmüyor. Dolayısıyla Başkanlık sistemi artık gündem konusu değil.
Çözüm sürecinin geleceği ne olacak?
Kamuoyunda “çözüm sürecinin tarafları” olarak görülen AK Parti ile HDP’nin seçimde karşı karşıya gelmiş olmaları ve iki partinin sözcülerinin kampanyalar sırasında birbirleri hakkında oldukça sert ifadeler kullanmaları bir tarafta… Çözüm sürecinin toplumun kahir ekseriyeti tarafından benimsenmiş olması dolayısıyla bundan geri dönüşün bütün aktörler açısından ağır bedeller ödemeyi gerektirmesi öbür tarafta… Şimdi sandıktan HDP’ye çıkan nispeten yüksek oy süreç için yeni bir yol ayrımı oluşturacak görünüyor. Eş genel başkan Demirtaş başta olmak üzere kimi parti sözcüleri seçim öncesinde yaptıkları açıklamalarda barajı alarak meclise geldikleri takdirde masayı devirme tehditlerinde bulunmuşlardı. Dolayısıyla şimdi sürecin geleceği konusunda bir kaygı var toplumda.
Her ne kadar parti sözcülerinin seçim akşamı verdikleri pozitif mesajlar memnuniyet verici olsa da HDP örgütünün veya genel anlamda Kürt siyasi hareketinin homojen bir yapı olmadığı düşünüldüğünde kaygılar bütünüyle giderilebilmiş sayılamaz.
Seçim süreci boyunca yoğun ve coşkulu bir şekilde HDP’ye destek veren çevreler bu konuda ağırlıklarını koyup söz konusu partiyi Çözüm Süreci’ni sürdürmenin hem ülke için hem de kendilerini için zorunlu olduğunu anlatmak durumundalar. Bu görev bence onlara düşer…