Görünen ki yeniden seçime gidiyoruz ülkece. Bir sonraki seçim daha önce yaptığımız seçimden daha farklı nasıl bir tablo ortaya çıkarabilir, bilmiyoruz ama bildiğimiz başka bir şey var: Bu iki seçim arasındaki süreç Türkiye’nin kısa tarihi boyunca yaşadığı büyük hengâmelere eşdeğer bir kriz dönemi anlamı taşıyor. Yani elimizi kolumuz sallayarak ve güle oynaya sandığa gitmemize imkan veren bir atmosfer veya konjonktür mevcut değil maalesef. Hem içeride hem dışarıda ciddi sıkıntılar var.
En başta Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı kaos... Sınırımızın hemen ötesinde tezahür eden otorite boşluğu bir yandan IŞİD ve PKK gibi milli güvenliğimiz bakımından tehdit anlamına gelen güçlerin zemin kazanmasına yol açtı hem de karşımızdaki bu güçlerin konvansiyel olmayan niteliği kendi sınırlarımız içinde de asimetrik nitelikte bir silahlı/silahsız mücadele vermemizi gerekli hale getirdi. Zaten PKK ile mücadele neredeyse 40 yıldır devam eden bir süreç. Bu örgütün kurucu lideri Öcalan’ın 1999’da Amerikalılar tarafından yakalanıp bize paket halinde teslim edilmesinin ardından Türkiye’deki terör sorununun silahlı olmayan usuller kullanılarak çözülmesine yönelik denemeler başlamıştı. İmralı ile çözüm müzakerelerini ilk başlatanlar 28 Şubatçı generallerdi.
Ancak, hatırlayacağınız gibi, Öcalan’ın çağrısıyla ateş kes ilan edip silahlarını bırakarak ülke dışına çıkmaya başlayan PKK militanları bir süre Kandil ve civarında sessiz bir dönem geçirdikten sonra ikinci Körfez Savaşı’nın kaotik ortamı içinde yeniden fabrika ayarlarına dönmüşlerdi. Bilhassa Irak’ın fiilen üçe bölünmesi gündeme gelmişken ve Amerikalılar Saddam rejimine yönelik savaşta en çok Kürtlerden destek görmüş olmanın sevecenliğiyle kendilerine yaklaşıyorken PKK yöneticileri ateşkesi bozup Türkiye’ye saldırılarına yeniden başladılar. Bu kırılmanın Türkiye’de AK Parti’nin iktidara gelişinin ilk günlerine rastlaması da en azından bir spekülasyon malzemesidir. O dönemde askeri tedbirlerin yeterince gündeme gelmemesini vesayet rejiminin siyasi iktidarı yıpratmaya yönelik kötü niyetli tutumuyla açıklayanlar olmuştu. Ama bu ayrı bir tartışma konusu artık…
Bugün vesayet rejimi söz konusu değil. Ne var ki ülkemizin yine güneyinde bir başka savaş ve kaos bölgesi oluşmuş durumda yine. Esed rejiminin boşalttığı alanda otonom bir Kürt bölgesi oluşturma imkânı bulan Suriye PKK’sı (PYD) aynı alan üzerinde egemenlik oluşturmaya yönelen bir başka güçle çatışmasında ABD başta olmak üzere Batı bloğunun desteğini çekebildiğini görünce Türkiye’de uzunca zamandır sürdürülmekte olan Çözüm Süreci de birden bire Kürt Siyasi Hareketi için anlamsız hale geliverdi. PKK’nın Kandil ve Avrupa kanatları zaten gönülsüz katlandıkları bu süreci kendilerine gösterilmiş olan müsamaha sayesinde gerçekleştirdikleri yerel yapılanmalar yoluyla kârlı bir şekilde bitirebileceklerini düşündüler.
Bu arada hareketin siyasi kanadı olarak faaliyet gösteren HDP’nin 7 Haziran’daki seçimde ülkenin iç konjonktürünün yarattığı kutuplaşma tablosunun yardımıyla laik-sol kesimin desteğiyle barajı geçip yüzde 13 gibi yüksek bir oy alarak meclise 80 milletvekili göndermiş olması muhtemelen Kandil açısından Sürecin sona erdirilmesini gerekli hale getiren bir hadise oldu. Kürt hareketinin politik-legal zeminde temsilini kendileri açısından pek hayırlı bir gelişme olarak görmüyorlardı çünkü. Neticede Türkiye bir kere daha yoğun terör saldırılarına maruz kalmış oldu.
Birkaç ay sonra yapılması öngörülen erken seçime işte böyle bir tablo altında gireceğiz. Dolayısıyla o güne kadar hem içeride hem dışarıda yapılması gereken çok şey var. Bunları tartışmaya devam edeceğiz…
Haberin Devamı