Daha önce de yazdım: HDP’nin seçimde iktidar karşısındaki cephede yer alması -tabiri caizse- “çözüm ortaklığı”nın sorgulanması gereğini ortaya çıkardı. Çözüm Sürecinin ortağı olduğu düşünülen Kürt Siyasi Hareketinin seçimde işbirliği yapacağı cephe olarak müzakere yaptığı tarafı -yani “çözüm ortağı”nı- değil, Sürecin muhaliflerini seçmiş olması normal mi?
Diyeceksiniz ki Kürt siyasi hareketinin mevcut iktidarı yıpratmak istemesi ve pazarlık masasında karşısında daha zayıf bir hükümetin oturmasını arzu etmesi normal. Böyle olsa neyse… Parti en yetkili sözcüsünün, yani bizzat Demirtaş’ın ağzından Çözüm Sürecinin akıbetinin sandıktan çıkacak sonuca bağlı olduğunu deklare ederek seçime gidiyor!
Öyleyse süreç ipotek altında… HDP barajı aşarsa başka, aşamazsa başka bir akıbet bekliyor Çözüm sürecini. Aslında parti barajı geçse de geçmese de Sürecin geleceği parlak görünmüyor. Barajı geçerse Demirtaş muhtemelen “zafer kazanmış ordu komutanı” gibi ortaya çıkıp “Şu şartları yeniden konuşalım” diyecek gibi görünüyor. Yani masayı devirmek niyetinde bir masa arkadaşı... Hem de belki Öcalan’a rağmen…
Partileri barajı geçemediği takdirde neler yapacaklarını ise açık açık yaptıkları tehditlerle ortaya koydular. Oy oranı yüzde onun altında kalırsa bu sonucu tanımayacaklarını, 6-7 Ekim benzeri bir “serhildan” başlatacaklarını şimdiden söylüyorlar.
Yani her iki durumda da Çözüm Süreci risk altında. Zaten Demirtaş’ın veya diğer HDP’lilerin konuşmalarına dikkat ederseniz Çözüm Süreci diye bir konunun pek de umurlarında olmadığını görebilirsiniz. Sadece bugün değil, bütün bir süreç boyunca takınılan tavırlar bunu gösteriyor. Çünkü... HDP’nin aslında çözüm sürecinin tarafı olmadığı, bu sürecin İmralı ile hükümet arasında bir konu olduğu belli. Buna mukabil Kürt siyasi hareketinde Öcalan dışındaki aktörlerin sürece olumlu yaklaşmadığı da ortada. Bu aktörlerin söz konusu girişimi kendi güçlerini hatta varlık sebeplerini ortadan kaldıracak bir gelişme olarak algıladıkları söylenebilir.
Bu yüzden Sürecin gereklerini yerine getirmek konusunda daima ayak dirediler. Bugüne kadar Öcalan’ın ne silah bırakma çağrısına itibar edildi ne de kongre toplama önerisine. Gerek HDP’nin gerekse Kandil’in, mesela 6-7 Ekim olayları gibi, Süreci tehlikeye atacak adımlar atmaları da bu kapsamda değerlendirilmeli.
Öyle anlaşılıyor ki seçimdeki stratejiyi de Öcalan’a karşı şekillenen HDP-Kandil ittifakı belirledi. İmralı’nın itirazına rağmen seçime bağımsız adaylarla değil, parti olarak girilmesine karar verildi; ancak bu karar Kürt kamuoyuna Apo’nun arzusu olarak yansıtıldı. Muhtemelen Öcalan da şimdilik seçimin sonucunu beklemeyi tercih ettiği için sesini çıkarmıyor, sandığın durumuna göre bir tavır geliştirecek.
Ama sandıktan çıkan sonuç ne olursa olsun, Öcalan’ın kendi şahsi meselesi olarak algıladığı Çözüm Süreci’ni Kandil’deki eski arkadaşlarına veya kendisinin yerine “yeni Kürt halk önderi” yapılmak istenen Demirtaş’a yem etmek istemeyeceği kesin. Çünkü cezaevindeki Apo için bu son şans. Kürt meselesini silahlı kesimin vesayetinden kurtarılmasına yardımcı olabilirse bundan “kişisel koşullarının” değişebileceğini umuyor. Ama Çözüm Süreci inkıtaa uğrarsa böyle bir şansın ikinci defa karşısına çıkmasının kolay olmayacağını biliyor. Dolayısıyla sandıktan hangi sonuç çıkarsa çıksın, seçimden sonra Öcalan ile Demirtaş arasında acımasız bir kavgaya şahit olmamız kuvvetle muhtemel.