Gençlik yıllarım boyunca benim için Tevfik Fikret ismi hep “karşı taraf” demek oldu. Nasıl olmasın ki… “Tarih-i Kadim” şiirinde Müslümanların kutsal kitabına hakaret ediyor, kendi ülkesinin devlet başkanına bombalı saldırı düzenleyen Ermeni teröristlere “Ey şanlı avcı, dâmını beyhude kurmadın! Attın… fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!” diye sesleniyordu. Hatta, milletini ve vatanını inkâr ediyor; “Milletim nev’-i beşer, vatanım rûy-i zemin” diyordu…
Böyle bir adama yakınlık duymam o yıllarda söz konusu bile olamazdı elbette. Ama Fikret için olduğu kadar başkaları için de geçerli olan ve benim hâlâ içinden çıkamadığım bir sorunsal vardı diğer yanda: Bir insanın insan olarak saygınlık kazanması, yani saygıya değer sayılması için fikri ve zikri mi daha önemli, yoksa karakteri veya kişiliği mi?
Hassaten de Tevfik Fikret için bunu düşünüyordum. Çünkü fikirlerine yakınlık duyduğum biri olmasa da şahsiyetli bir duruşu olan, yaptıklarını inandığı için yapan, söylediklerini yine inandığı için söyleyen biriydi Fikret. Ne bir menfaat uğruna ne de şu veya bu güçten korktuğu için fikrini veya zikrini değiştirenlerden değildi…
Bu yüzden -fikirlerine, politik ve ideolojik duruşuna ne kadar mesafeli olsam da- kişiliğinin zaaflarını ve meziyetlerini eşit oranda yansıttığı sanatına, yani şiirine de mesafe almam, hele hele o tok sesli şiirlerini yok saymam söz konusu olamıyordu.
Özellikle de şu şiirini:
“Kimseden ümmîd-i feyz etmem, dilenmem perr-ü-bâl
Kendi cevvim, kendi eflâkimde kendim tâirim,
İnhinâ tavk-ı esâretten girandır boynuma;
Fikri hür, irfanı hür, vicdânı hür bir şâirim.”
(Bir başka büyük şairimizin, Dıranas’ın bugünkü dile aktarımıyla:
Kimseden bir fayda ummam ben, dilenmem kol kanat.
Kendi boşluk, kendi gökkubbemde kendim gezginim.
Bir eğik baş bir boyunduruktan ağırdır boynuma;
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.)
***
Yaşadığı dönemde Tevfik Fikret’in en büyük muarızı Mehmet Akif’ti. Aynı zamanda rakibi... Hem şiirde hem de fikirde… Rübab-ı Şikeste şairinin inananları rencide eden mısralarına en sert cevabı da Safahat şairi vermişti.
Buna bakarak Fikret ile Akif’i iki kutup olarak görenler, iki karşıt dünya görüşünün bayrakları olarak değerlendirenler var. Metinlerden yola çıkıldığında, bu doğru bir değerlendirme sayılabilir. Ama aradan bir asır geçtikten sonra bu iki şairi kendilerine bayrak yapan iki ayrı kesim arasındaki temel çelişki aslında iki şairin kendi yaşadıkları dönemde aralarında var olan ihtilafla aynı şey mi? Ben buna olumlu cevap vermekte zorlanıyorum. Çünkü Fikret’le Akif’in kavgası fikir kavgasıydı. Sosyo-ekonomik temelde gelişen bir paylaşım kavgasının tarafları değildi bu iki şair.
Biri islami değerler düzeni içinde çözüm arıyordu yoksulluğa, sömürüye, aydınları bunaltan baskı rejimine… Öbürü batılı pozitivist dünya görüşü çerçevesinde aynı şeyi yapmak istiyordu.
Aynı hedefe yönelmiş olmaları yanında kişiliklerinin benzerliği de dikkat çekici geliyor bana. Kim bilir, belki de aynı hedefe yönelmiş olmaları kişiliklerinin benzerliğinin neticesidir… Kimseye eyvallahı olmamak, her şartta dik durmak, ne menfaat için ne de korku belasına kimsenin önünde eğilmemek gerekiyor yoksulluğa, sömürüye, istibdada insan gibi karşı koyabilmek için…