Bazen hem bugünümüz hem de geleceğimiz üzerindeki etkisi ve önemi siyasetten çok daha fazla olan konuları bile siyaset gündemine feda ediyoruz. Onun için hiç değilse hafta sonunda siyaset konuşmaya biraz ara versek diyorum… Tarih konuşsak, edebiyat konuşsak, ilahiyat konuşsak, felsefe konuşsak… Bu sayede güncel gelişmeleri ve siyasi hadiseleri de çok daha geniş bir bakış açısıyla değerlendirme imkânı buluruz belki…
Twitter hesabımı takip edenler hatırlayacaktır. Hatta onlar için kısmen “ikinci baskı” olacak belki: İngiltere’deki bir belediye arşivinde “Magna Carta”nın 700 yıllık kopyasının bulunduğuna ilişkin haberi için “Darısı bizim orijinal nüshaların başına” demiştim... Sonra da ne kastettiğimi açıklamaya çalışmıştım:
İki tür kayıp eser var. Biri sonradan çoğaltılmış nüshaları mevcut olan ama orijinal nüshası olmayanlar. Diğeri ise adını duyduğumuz, kendisini görmediğimiz eserler. Mesela Dede Korkut Kitabı veya Yunus Emre Divanı’nın bazı kopyaları elde. Ama bunların içeriklerinin orijinal veya otantik olduğunu söyleyebilecek durumda değiliz.
Dede Korkut Kitabı nüshaları açıkça eksik. Sözlü kültür içinde ortaya çıkan ve yüzlerce sene sonra yazıya geçirilmiş bulunan bu hikâyelerin yer aldığı Dede Korkut Kitabı’nın iki yazma nüshası var elimizde. Dresden nüshasında 12, Vatikan nüshasında 6 hikâye yer alıyor. Demek ki bulunabilecek farklı bir nüshada 24 hikâye olması da mümkün. (Çünkü bazı bilim adamları Oğuzların yaşayışları, inanç ve kültürlerine dair olan bu hikâyelerin Oğuzların 24 boyundan dolayı 24 adet olabileceğini tahmin ediyorlar.)
Yunus Emre Divanı nüshalarının ise gerçekte Yunus’un olmayan şiirlerle dolu olduğu malum. Ancak “asıl Yunus”la diğer Yunus’un şiirlerini veya Yunus’a ait sanılarak divana alınan şiirleri ayırt etmek kolay değil. Hatta tam olarak mümkün değil. (Köprülü’den başlayarak Gölpınarlı, F. Kadri Timurtaş gibi isimlerin de üzerinde titizlikle durdukları Yunus’un elimizdeki şiirlerinin otantikliği konusunda en ileri çalışmayı Mustafa Tatçı yaptı.)
Gelelim kayıp eserlerin diğer kategorisine… Bu kategorinin en önemli örneği Kaşgarlı Mahmud’un hazine değerindeki Türkçe-Arapça sözlüğü… “Divan-ı Lügati’t-Türk” bundan tam 100 yıl öncesine kadar ismi duyulan ama cismi hiçbir şekilde görülemeyen eserler arasındaydı. 1915’de Divan-ı Lügati’t-Türk’ün bir nüshası Ali Emiri Efendi tarafından tesadüfen bulunmuştur. Kitabın bulunmasından yayınlanmasına kadar yaşananlar filmi yapılacak kadar heyecanlı bir hikâyedir.
İsmi bilinen ama cismi çok uzun bir süre boyunca kayıp olan “Divan-ı Lügat-it Türk” yüz yıl önce bulunmasaydı Türkçenin ilk lügatinden mahrum bir Türkolojinin hâli nasıl olurdu, bir düşünün.
Keza Hammer yaklaşık 200 yıl önce “Kutadgu Bilig”in bir nüshasını bulmasaydı bu hazineden de mahrum kalacaktık. Hiç değilse bir asır daha. Çünkü Hammer’in keşfinden yaklaşık yüz yıl sonra eserin iki ayrı nüshası daha ortaya çıktı. Biri Zeki Velidi Togan’ın Fergana’da bulduğu nüsha.
İsmi bilinen ama cismi görülmeyen eserlerden biri de Aşıkpaşazade’nin kendi eserine kaynak gösterdiği Yahşi Fakı’ya ait Osmanlı kroniği… Âşıkpaşazâde dışında Neşrî, Rûhî, anonimler, Oruç Beğ ve Ahmedî’nin de Yahşi Fakı’nın eserini kullandığını İnalcık göstermiştir. Yani Yahşi Fakı’nın eserinin mevcudiyetine dair tek kanıt Âşıkpaşazâde rivayeti değil. Peki, bugün bu kitabın bir nüshası bulunsa ne olur? Güzel olur tabii ama Osmanlı’nın başlangıç devrine dair yeni bir malumat bulamayabiliriz. Çünkü yukarıda saydığım öbür kronikler zaten bu eseri tamamen alıntılamış görünüyorlar.
Hiç görmediğimiz kitaplar tasnifinde Farabi’nin bazı eserleri de var. Çoğunun ismini biliyoruz ama kendileri ortada yok. Hatta bunların İbn Sina tarafından dikkatle okunduktan sonra çıkan bir yangın sonucunda kül olduğuna dair bir rivayet var ki iftira olduğu muhakkak. Bir de Farabi imzasını taşıyan ama Muallim-i Sani’nin kaleminden çıktığı şüpheli kitaplar var. Başka düşünürlerin ve yazarların da var böyle eserleri.
Kayıp eserler denince benim aklıma ilk gelenler bunlar. Liste epeyce uzatılabilir maalesef. Kayıp tablolar, kayıp filmler, kayıp besteler var bir de... Yeri gelirse bir gün onlardan da bahsederiz.