Son seçimlerde HDP’yi destekleyen bir kesimin beklentisi bu partinin barajı aşması durumunda AK Parti’nin tek başına iktidar olmaya yetecek sayıda sandalye kazanamaması ve özellikle Başkanlık rejimine geçişin imkânsız hale gelmesiydi. Sonuç aşağı yukarı bu kesimin beklentilerine cevap verecek şekilde gerçekleşti. Aslında AK Parti tek başına iktidar olabilecek sayıda milletvekili çıkarabilmiş olsa dahi Başkanlık konusunda anayasa değişikliğini gerçekleştirebilecek sayıya ulaşması yine de mümkün değildi. Ancak HDP’ye destek kampanyasını yürütenler toplumun bir kesiminde özellikle Gezi Parkı olaylarından itibaren şiddetlenmiş bulunan Erdoğan karşıtlığını değerlendirmek üzere işin bu tarafını öne çıkarmayı seçmişlerdi. “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganı söz konusu kesimin seçimde mobilize edilmesinde işe yaradı. CHP seçmenine “eğer kendi partinize oy verirseniz bir şeyi değiştirmezsiniz ama oyunuzu HDP’ye emanet ederseniz sonucu etkileyecek bir iş yapmış olursunuz” deniliyordu. Bu argüman da muhataplarınca belli ölçüde kabul gördü.
Bu noktada özellikle HDP’nin “Türkiye’nin partisi olma” iddiası ve bu doğrultudaki söylemi de etkili oldu. Zira HDP bir etnik milliyetçilik davası adına değil, neredeyse Avrupa tarzı bir sosyalist veya sosyal demokrat parti yaklaşımı sergiliyordu. En başta kadınlar ve gençler olmak üzere toplumun farklı kesimlerine barış, adalet ve güler yüzlü bir siyaset vadediyordu. Bağımsız Kürdistan, özerklik, öz yönetim, öz savunma vb kavramlar neredeyse hiç ağza bile alınmıyordu. Böylece Erdoğan’a veya AK Parti’ye kendilerince bir ders vermek isteyen hatırı sayılır bir kitle oylarını 7 Haziranda HDP’ye emanet etmekte beis görmedi.
Ancak seçimden sonra HDP’nin çok kısa süre içinde “fabrika ayarlarına” geri döndüğü görüldü. Daha açık ifade etmek gerekirse emanet oylarla barajı aşarak ciddi bir siyasi başarı elde etmiş olan bu parti “PKK’nın siyasi kanadı” kimliğine geri döndü. 7 Haziran’dan bir iki gün sonra PKK yöneticileri, Öcalan’ı kastederek “cezaevinde bulunan bir kişiden talimat alamayacaklarını” ileri sürerek Çözüm Sürecinin akıbetini açıkladıklarında HDP’liler buna itiraz etmediler. 11 Temmuz’da PKK ateşkesi sona erdirdiğini açıkladı. Gerekçe “bölgede savaş amaçlı yapılan yol ve baraj inşaatları” olarak açıklandı. 80 milletvekiliyle meclise girmiş bulunan HDP’den örgütün silahlı kanadına hitaben “neden ateşkesi bitiriyorsunuz” diye bir itiraz da gelmedi.
20 Temmuz’da meydana gelen Suruç Katliamı’nın ardından 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polis memuru gece evlerinde uyurken katledildi; saldırıyı PKK üstlendi. Gerekçe IŞİD tarafından gerçekleştirilen Suruç Katliamının intikamını almak diye duyuruldu. HDP’den bu cinayete de itiraz gelmedi. 23 Temmuz’da ise Diyarbakır’da iki trafik polisi pusuya düşürülerek şehit edildi. Ardından İstanbul’da, Adana’da, Mersin’de “PKK karşıtı” kimlikleriyle tanınan kişiler “IŞİD’çi oldukları gerekçesiyle” katledildiler. HDP’nin bu cinayetlerle ilgili söyleyecek bir sözü de olmadı.
Hülasa, HDP seçimden önce iddia ettiği gibi “Türkiye’nin partisi” olmaya niyeti olmadığını, PKK’nın siyasi kanadı olarak kalmak istediğini ortaya koydu.
Şimdi, birçok kişinin samimi bir merakla sorduğu soru şu: Ortaya çıkan bugünkü tablo karşısında 7 Haziranda belirli bir amaç için oylarını HDP’ye emanet etmiş olanlar ne düşünüyorlardır?