Kürt siyasi hareketine ait partiler bugüne kadar seçim sistemindeki yüzde onluk yüksek baraj yüzünden seçimlere bağımsız adaylarla girme yolunu tercih ediyorlardı. Barajı baypas etmek için garantili bir yoldu bu. Hatta örgütlülük avantajlarını da iyi kullanarak belirli bölgelerdeki seçmenleri farklı adaylara oy vermeye yönlendirip bir seçim bölgesinde birden fazla milletvekili seçtirmeyi bile başarıyorlardı. Buna rağmen seçim sistemindeki bazı kurallar sebebiyle parti olarak seçime girmek çok daha avantajlı. Ama tabii barajı geçebilmek şartıylaÖ Diyelim ki Diyarbakır’da HDP birinci parti. Seçime HDP parti olarak değil bağımsız adaylarla girdiği takdirde aslında ikinci sırada olan parti -burada yüzde 1 oy almış olsa bile, eğer ülke barajını geçmişse- Diyarbakır’daki seçimde en yüksek oyu almış sayılacak ve milletvekili dağılımı da buna göre gerçekleşecek. Nitekim Diyarbakır gibi belirli illerdeki milletvekili dağılım rakamlarını partilerin yerel seçimde aldıkları oy oranlarıyla karşılaştırırsanız bunu çok net görebiliyorsunuz.
Şimdi eğer HDP önümüzdeki seçime parti olarak katılır ve yüzde 10 barajını geçerse şimdikinden yaklaşık üç-dört kat fazla sayıda milletvekilini meclise sokması mümkün. Ancak burada önemli olan alınacak oy oranının barajı aşıp aşamayacağını kestirebilmek. HDP’liler diyor ki zaten bizim oylarımız gitgide yükseliyor. Farklı kesimlerden de partimize teveccüh var artık. Cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığımız oy oranı yüzde 10’un sadece biraz altındaydı. Şimdi tabanımızı da iyice seferber edersek barajı geçmemiz işten bile değil...
Bir bakalım...
HDP’nin cumhurbaşkanı adayı olan partinin Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş gerçekten de bu seçimde yüksek bir oranda oy almayı başardı. Yüzde 9,8 oranına ulaşan bu oy başarısının aynı zamanda psikolojik eşiğin atlatılmasında da rol oynayabileceği düşünülmeli. Yani “Nasıl olsa bunlar barajı geçemez” diyerek oy vermekten imtina eden ikinci dereceden parti sempatizanlarını da motive edebilir bu orana ulaşılmış olması.
Ama bu başarının geçen yılki cumhurbaşkanlığı seçiminin atmosferine bağlı olarak elde edildiği düşünülürse yeniden bir hesap yapmak gerekebilir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde alınan sonuçlar esas olarak partilere değil adaylara verilen desteği gösterir bir defa. Demirtaş’ın o seçim döneminde sergilediği tutumun HDP seçmeni olmayan belirli bir kitleye de sempatik geldiği doğru. Ancak o seçimde CHP’nin -MHP ile birlikte- Erdoğan’la yarışabilmek için Erdoğan’a benzeyen bir adaya destek vermiş olmasının bu parti tabanında hoşnutsuzluk yarattığını ve özellikle batıdaki büyük şehirlerde CHP’li seçmenin Demirtaş’a oy verdiğini unutmamalı. Ayrıca 10 Ağustos’ta seçime katılım oranının çok düşük olduğunu da akıldan çıkarmamalı. HDP önümüzdeki seçimde sayı olarak 10 Ağustos’ta aldığı kadar oyu alsa bile aynı oranı tutturması için seçime katılımın da aynı oranda düşük olması gerekir. Bu da çok mümkün değil gibi görünüyor.
Demek istediğim, HDP’nin yüzde onluk seçim barajını aşma ümidini cumhurbaşkanlığı seçimindeki oy başarısına dayandırması gerçekçi değil. Düşünün ki 10 Ağustos’tan yaklaşık dört ay önce gerçekleşen 30 Mart yerel seçimlerinde HDP/BDP oyları yüzde 6 civarındaydı. Bu kadar kısa bir süre içinde bu partiye yönelik desteğin böylesine dramatik oranda artış göstermesi akla ve mantığa uymayacağına göre cumhurbaşkanlığı seçiminde elde edilen sonucu bu seçimin kendine özgü doğasına ve toplumda oluşturduğu atmosfere bağlamak en doğrusu.
Peki, HDP sözcülerinin “seçime bu defa parti olarak gireceğiz” açıklaması kendilerine duydukları güvenin mi işareti, yoksa bu bir tehdit mi?
Bu sorunun cevabını da önümüzdeki günlerde bulmaya çalışacağız.