En başta şu gerçeği tespit ve teslim etmek gerekiyor: Kürt Siyasi Hareketi tek bir eğilimden oluşmuyor. İçlerinde mücadele yöntemi olarak sivil siyasetin tercih edilmesini savunan da var, silahtan vazgeçmeyi kendi sonları olarak gören de... Bu eğilimler büyük ölçüde kişilerin ve grupların mevcut pozisyonlarıyla bağlantılı elbette... Doğal olarak da dünyadaki veya Türkiye’deki şartların değişmesine bağlı olarak değişiklik göstermeleri zor... Söz gelimi dağdaki adamlara “dünya konjonktürü artık silahlı mücadele yoluyla bir sonuç alınmasına müsaade etmiyor” dediğiniz zaman bu önermeyi entelektüel anlamda değerlendirip bundan mantıklı bir sonuç çıkarmasını bekleyemezsiniz. İşte bu bakımdan dağdaki adama “silahını bırak” demek, biraz da “seni var kılan imkânlarını ve imtiyazlarını terk et” demek.
Aynı şekilde hareketin siyasi kanadını oluşturan kadroların da otuz senedir ezbere tekrarlayıp durdukları laflardan vaz geçip kısa zamanda Türkiye’nin ve dünyanın yeni şartlarına uygun yeni bir söylem geliştirmelerini beklememek lazım. Bunlar olur ama çok kısa zamanda olmaz. Kişilerin kişisel alışkanlıkları maddi şartlar itibarıyla- kolay değişmeyeceği için, yeni kadroların işi ele almalarını beklemek gerekir.
Nitekim HDP “Türkiye partisi” olmak iddiasıyla yola çıktıktan sonra yeni bir söyleme yöneldi ama malum Kürt sorunu ezberinin dışında “Türkiye’nin genel sorunları” diye bildikleri konular da “Beyaz Türk Solu”nun toplumsal gerçeklerle ilgisiz ütopik politik söyleminden ibaret.
HDP’nin gerek seçim bildirgesinde dile getirilen, gerekse sözcülerinin her fırsatta konuştukları şeyler “eşcinsel güvenliği, Diyanet’in ve din derslerinin kaldırılması, çevre duyarlığı, kadın hakları” vs... Cihangir ve Nişantaşı semtlerindeki bazı mekânların müdavimleri dışında kimseleri heyecanlandırmayan, çünkü birçoğu klişe laflar. Çoğu da söyleyenin ağzına yakışmayan cinsten laflar zaten.
Her neyse... Vatan’ın dünkü manşetinde yer alan iddiadan söz etmek istiyordum aslında. “Huylu huyundan kolayca- vazgeç-e-mez” demek için yaptım bu girizgâhı. Çünkü bu hareketi oluşturan bireylerin ve hatta grupların her birinin ayrı anlayışları, ayrı şartları, ayrı çıkarları var.
Öyle ki hareketin doğal ve değişmez lideri Öcalan’ın bile her dediğini yapacak durumda değiller. Gerçi dışarıya karşı “baş üstüne” demek zorundalar İmralı’dan gelen çağrılara ama sonra yine bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Çünkü Apo’unun özel şartları da farklı. Ömrünün son demlerini hapishane dışında geçirmenin imkânları onu motive ediyor çözüm süreci konusunda... Dağdaki eski arkadaşları ise silahlarını bıraktıkları gün kendilerini var eden iktidar imkânlarını terk etmiş olacaklarını bilerek tutum alıyorlar bu konuda.
Dolayısıyla Kandil’i çözüm sürecinin ortağı olarak düşünmek baştan yanlıştı.
HDP ise bambaşka bir uçta, adeta yarı şuursuz bir halde kendi varlık sebebini berheva edecek bir tutuma kapılmış görünüyor. Bir siyasi parti olarak -veya Kürt hareketinin siyasi kanadı olarak- siyaseti bir seçenek olmaktan çıkarma çabalarına ortaklık ediyor. Çözüm sürecinin alacağı yaranın aynı zamanda kendi misyonunu da yaralayacağını bilmiyormuş gibi bir tutum içinde HDP.
Kürt partisinin barajı geçip mecliste temsil imkanı bulmasını Türk demokrasisi adına olumlu bir gelişme ve imkan olarak görenlerdenim. Ama barajı geçmek uğruna “Beyaz Türk Solu”yla gerçekleştirilen taktik ittifakın Kürt Siyasi Hareketi’ni tabiri caizse- kendi çözüm ortağına karşı ölümüne bir mücadeleye yöneltecek derecede ciddiye alınması yanlış olur. HDP bastığı dalı kesmekten kaçınmalıdır.