Papa’nın 1915 olaylarına ilişkin açıklaması son zamanlarda dışarıya ucu gösterildiği için beklenen bir çıkıştı. Ne yazık ki Türkiye böyle bir çıkışı engellemeye yetecek güce ve dolayısıyla diplomatik imkânlara sahip değil. Bir de bu işin zamanlamasındaki şanssızlık var... Tam da bu dönemde kendi iç sorunlarımıza bu kadar gömülmüş olmasaydık bazı mekanizmaları harekete geçirebilir miydik, orası meçhul gerçi ama uluslararası Ermeni Hareketinin “altın vuruş” yapma hazırlığı içinde olduğunu yıllardır söyleyip durduğumuz Nisan 2015’te siyasetimizin ve toplumumuzun hali ortada.
Ne yazık ki Avrupa’nın ve Amerika’nın bizi el üstünde tuttukları bir döneme denk gelmedi 1915’in yüzüncü yılı. Keza Ortadoğu ve İslam dünyasındaki itibarımız ve etkinliğimiz de Türkiye’nin “model ülke” olarak görüldüğü zamanlardaki gibi değil artık. Türkiye’nin iki dünya arasında köprü olduğunun düşünüldüğü ve Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakerelerine başlandığı sıralarda olsaydı bu yıldönümü, Ermeni lobileriyle daha rahat baş edebilirdik. Keza Arap Baharı öncesi dönemde olsaydı bu yüzüncü yıldönümü, hiç değilse İslam âlemini arkamıza alabilirdik. Şimdi Türkî cumhuriyetlerden bile doğru düzgün bir destek açıklaması gelmiyor.
“Neden böyle oldu” sorusunun cevabını bulmak bu yazının konusu değil. Ama çoktandır dışarıdan ziyade kendi içimizle meşgul bulunduğumuz bir gerçek. Bu da büyük ölçüde şartların ve zorunlukların getirdiği bir sonuç. Yani bu olumsuzluktan dolayı herhangi birilerini tek başına sorumlu tutmak haksızlık olur. Siyaseti ve bürokrasiyi eleştirmek elbette hakkımız ama o kadrolar da nihayetinde bu toplumun bir hülasası. Toplumda ne varsa siyasette ve bürokraside de o var.
Birkaç ay oldu yazalı... 1915 olaylarına ilişkin Türkiye’nin tezlerini en güçlü şekilde ifade ve ispat eden iki önemli kaynak eserden bahsetmiştim. Her iki kitabın da “yüzüncü yılda” baskılarının mevcut olmadığını ekleyerek... Nisan 2015’teyiz; hâlâ yeni baskıları yok iki kitabın. Bu konuya ilişkin daha pek çok başka kitap gibi...
Kitap dediğinizde bir küçümsemeyle karşılaşıyorsunuz üstelik. “Bu iş kitap basmakla mı olur” diyen aşağılayıcı bakışlarla... Bence de bu iş kitap basmakla olmaz. Ama kitap bile basamıyorsanız daha ötesi nasıl olur? İkincisi, bugün bütün dünyada hâkim algı haline gelen Ermeni tezi yüz yıllık yoğun ve kesintisiz bir propagandanın sonucu. Yani biraz da kitapla oluyor bu işler...
Ama tabii ki bu hikâyeye inanmaya hazır bir kitlenin varlığı da önemli. Zaten propaganda size inanmaya yatkınlığı olan kitleler üzerinde başarıya ulaşır. Öbür türlü kitlelere yönelik faaliyetin adı başkadır. Hatırlayacak olursanız, Ermeni meselesi daha en başında bir Hıristiyanlık meselesi olarak algılanıp ona göre tavırlar geliştirilmiştir. Daha 19. yüzyılın sonlarında Doğu Anadolu’da bazı Kürt aşiretleriyle Ermeni komiteleri çatışırken ve Osmanlı devleti göçebe Kürt unsurlarına karşı yerleşik Ermeni nüfusun yanında yer alırken- bölgedeki Protestan misyonerleri “Hıristiyanlar katlediliyor” raporları geçmeye başlamışlardı. 1915 olaylarına ilişkin Türk aleyhtarı “kanıt”lar da çoğu Amerikalı olan Protestan din adamlarının yazdıklarından ibarettir.
Papa’nın bugünkü çıkışı ise Vatikan’ın geçmişteki tavırlarından çok farklı olmamakla birlikte Hristiyan dayanışmasını Protestanların tekelinde bırakmadığını göstermekle kalmıyor; bu makama gelir gelmez canlandırmaya çalıştığı Ortodokslarla yakınlaşma projesine önemli bir katkıda bulunmuş oluyor. Dünkü pazar ayinine katılan Katolik Ermenilere hitaben, ‘Geçen yüzyılın ilk soykırımına, Katolik ve Ortodoks Suriyeliler, Süryaniler, Keldaniler ve Yunanlarla birlikte siz Ermeniler maruz kaldınız” demesini böyle yorumladım ben.