Görüyorsunuz, bugünlerde Batı basınında Türkiye’nin PKK ile mücadelesini konu alan haber ve yorumlarda devlet suçlanıyor hep. Öyle ki terör örgütü durup dururken devletin saldırısına uğramış masum bir topluluk gibi tasvir ediliyor. İktidarın seçim yatırımı olarak bu işe kalkıştığı, Erdoğan ile Davutoğlu’nun HDP’den ve Demirtaş’tan korktukları için yapay bir savaş ortamı yarattıkları vs. vs. anlatılıyor. BBC’den tutun Amerika’nın Sesi’ne kadar belli başlı uluslararası yayın organlarının çoğunda hava böyle...
Şimdi, bizim klasik komplocu yaklaşım sahipleri bu tabloya bakıp “PKK’nın arkasında Batı var zaten, bunları üstümüze onlar saldırtıyor. Bütün bu yayınlar da bunun ispatı” diyeceklerdir. Ne var ki batı basınının bunca taraflı ve hatta hasmane yayınlarına karşılık Batılı devletlerin söz konusu meseleye yaklaşımları hiç de Türkiye karşıtı bir pozisyonda değil. Başta ABD olmak üzere Fransa, Almanya, İngiltere bu süreçte Türkiye’nin teröre karşı haklı ve meşru mücadelesini desteklediklerini açıkladılar. Bunların hiçbiri usulen veya yasak savma kabilinden yapılmış açıklamalar değil. Zorunlu bir müttefik dayanışması gösterisi de değil gördüğümüz. Hatırlayacak olursanız, aynı ülkeler başka konularda “bu ülke bizim müttefikimizdir” falan demeden Hükümet’i en ağır ifadelerle eleştirdiler yakın zamanlarda. Mesela Gezi Parkı olaylarında... Şimdiyse Türkiye’nin teröre karşı haklı mücadelesini bilinçli ve kararlı bir şekilde destekliyorlar.
Demek ki Batı basınındaki Türkiye aleyhtarı yayınların devlet ve hükümetlerin bakış açısını yansıttığını söyleyemeyiz. Bana sorarsanız, problemi anlamak için uluslararası haber networkünün Türkiye ayağında kimlerin etkin olduğuna bakmak lazım. Tamam, Avrupa’daki yayın organları ne Türkiye’nin ne de özellikle iktidardaki kadronun hayranı değiller ama neticede Türkiye’den kendilerine bilgi veren kişilerin bakış açısını yansıtıyorlar. O haberler Londra’da, Berlin’de vs. yazılmıyor. Çoğunlukla İstanbul’dan yazılıp gönderiliyor. Gerçi Londra ve Berlin’de de durum aynı… Batı basınında Türkiye veya Ortadoğu muhabiri olarak çalışan veya bu kurumların Türkçe servislerinde görev yapan Türk kökenli gazetecilere bakın; kahir ekseriyeti sol kökenlidir. Hatta bir kısmı bulundukları ülkelere siyasi mülteci olarak sığınmıştır. Bunların bakış açısı da malum. (Uluslararası haber networkünün Türkiye ayağında Cemaat unsurlarının etkinliği de var ama bu apayrı ve karmaşık bir sorun...)
Diğer yandan, Batı basınında özellikle Ortadoğu konularında uzman sayılan ve buralarla bağlantıları olan kişiler de genellikle sol eğilimli meslektaşlarımızdır. Bunların irtibatları belirli çevrelerle sınırlıdır. Türkiye’yi çok az tanırlar. Dahası, tanımak istedikleri gibi tanırlar. Romantik devrimci gözlükleri vardır. Türkiye kendi vatandaşlarını katleden bir devlet, PKK ise özgürlük savaşçısıdır.
Batıdaki bu tipolojinin buradaki muadilleri ise daha tuhaf bir paradoks canlandırıyorlar: Türkiye’de marjinal sol partilerin toplumdaki desteğinin oranı belli. Ama bizim ülkemizde sol ideoloji toplumdaki desteğiyle orantısız bir güce ve etkinliğe sahip. Özellikle iş dünyasındaki sol hegemonya ilginç bir fenomen. Türk kapitalistleri şirketlerinin tepe pozisyonlarında “sermaye düşmanı” komünistlerin bulunmasını tercih ederler nedense! (Hemen endişelenmeyin, kapitalistler kendi ayaklarına kurşun sıkacak kadar ahmak olamazlar. Bahsettiğimiz sol sınıf gerçekte sermaye düşmanı, proletarya devrimcisi falan değildir; “solculuk” bu kesimin toplumun yaygın değerleriyle mesafeliliğini ifade eder yalnızca. Bizde sol budur çünkü...)
İş dünyasında özellikle medya sektörü solun egemenliği altındadır öteden beri. Okuyucularının çoğunluğu sağ partilere oy veren gazetelerin yöneticileri de yazarları da solcudur. İzleyicilerinin çoğunluğu sağ partilere oy veren tv kanalları da aynı durumdadır. Bu paradoksal vaziyet bütünüyle Türkiye’ye has bir durum değil aslında. Dünyanın her tarafında sol en fazla okumuş yazmış kesimler arasında yaygınlık kazandığı için bu kesimin doğal istihdam alanları olan sanat, medya ve reklamcılık gibi sektörlerde daha fazla görünür olmaları normal. Ama başka hiçbir yerde bu sektörlerde bizdeki şekliyle bir sol hegemonya yok. Ama bunu sol fikriyatın başarısı olarak değil, büyük ölçüde Türkiye’nin özgün sosyolojisiyle açıklamak gerekiyor.