1915 olaylarıyla ilgili fikir belirtenlerin bir kısmında şartlanmışlık, bir kısmında kötü niyetle tarihi gerçekleri saptırma eğilimi var. Ama konuyla ilgili lehte veya aleyhte görüşü olanların büyük bölümünü yoldan çıkaran faktör cehalet. Düşünün ki uluslararası Ermeni hareketince “soykırım yıldönümü” kabul edilen 24 Nisan 1915 tarihinde hangi olayın yaşandığını bilmeden bu konularda kalem oynatanlar var. (Bir arkadaş “Talat Paşanın 24 Nisan günü çektiği telgraftan dolayı bugün soykırımın başlangıcı sayılıyor” diye yazdı mesela...)
Bilmeyenlere anlatalım: Birinci Dünya Savaşı başlayınca özellikle Doğu Anadolu’daki Ermeniler silahlı milis kuvvetleri oluşturup vatandaşı oldukları Osmanlı devletine karşı düşman ordusu safında savaşa girdiler.
Sevinçle karşıladıkları ve destekledikleri 1908 Devrimi’nden sonra silahlı mücadeleden ve terör eylemlerinden -çoğunlukla- vaz geçip iktidardaki İttihat ve Terakki Partisi’yle iyi ilişkilerinin neticesi olarak kabinelere bakan bile veren Ermeni örgütleriydi bunu yapan...
Çünkü savaşı bir fırsat olarak görüyorlardı. 1913’ün başlarından itibaren bekledikleri ve hazırlandıkları gündü bu.
O günlerde Ermeni köylerini dolaşarak propaganda yapan bir köy papazı Ermeni köylülere şunları söylüyordu: “Osmanlı Hükümeti ilân-ı harp etti. Şimdiye kadar toplanan silahların kullanılması vakti geliyor. Az zaman sonra Türkler Ruslara mağlup olacaklar, Ruslar önden biz arkadan Osmanlı Ordusu’nu perişan edeceğiz. Vaktiyle silahları alırken çekingenlik gösterenler şimdi anlayacaklar ve Ermenistan’ın teşekkülünü görerek bu işlere çalışanları takdis edecekler.”
Batılı kaynaklara göre Ermeni Gönüllü Tugaylarında 200 bin Ermeni genci vardı. Bunlar son kertede Rus ordusuna bağlı olan ama fiilen müstakil faaliyet gösteren birliklerdi.
Ermenilerin yoğun olarak bulundukları savaş bölgesine yakın illerde organize edilen isyanlar aslında Rus ordusunun öncü birlikleri olan Ermeni Gönüllü Tugaylarının işgal ve katliam operasyonlarıydı. Söz gelimi Van’da gerçekleştirilen Ermeni isyanı neticesinde bu şehirde tek bir Müslüman bırakılmadı. Ne yaşlıların, ne kadınların ne de çocukların gözünün yaşına bakıldı. Yapılan temizliğin ardından ise şehir Rus ordusuna teslim edildi.
(AK Partili eski bakan Doç. Dr. Hüseyin Çelik, memleketi Van’da yaşananları o günleri gören yaşlıların tanıklığıyla “Görenlerin gözü ile Van’da Ermeni Mezalimi” isimli belgesel kitapta anlatır.
Yaşananlar o kadar yürek burkucu, o kadar vicdan kanatıcıdır ki insanlığından utanmak istemeyenlerin okumasını tavsiye etmem.) Osmanlı ordusu 7 cephede savaşırken, özellikle de Çanakkale’de İngilizlerle, Sarıkamış’ta Ruslarla ölüm kalım savaşı verirken (Sarıkamış’ta savaşan Rus ordusunda Ermeni Gönüllü Tugayları da yer
almıştır) cephe gerisinde kendi vatandaşlarının kanına girenlerin etkisiz hale getirilmesi gerekiyordu.
Maraş Zeytun’da, Muş’ta, Bitlis’te, Diyarbakır’da, Sivas’ta, Van’da ve başka merkezlerde yaşanan katliamları planlayıp organize edenler ise İstanbul’daki ileri gelen Ermeni aydınları ve din adamlarıydı. Van isyanından hemen sonra 24 Nisan 1915 tarihinde İstanbul’daki bu komitelere yönelik tutuklamalar gerçekleştirildi. Tehcir Kanunu ise bundan bir ay sonra, 27 Mayıs 1915’te çıkarıldı. Bu konuda konuşabilmek için bunları bilmek gerekiyor...
Ama bunları bilmek de yetmiyor. Çünkü mesele hangi tarafın kaç insanın canına kıydığı, kavgayı önce kimin başlattığı, hatta hangi tarafın haklı olduğu meselesi değil. Eğer tarihteki kavgayı bugüne taşımak niyetinde değilsek hayatını kaybeden, maddi ve manevi ıstıraplar yaşayan insanların hepsi adına gözyaşı dökmek zorundayız. Ama böyle olmuyor da sadece Türk tarafı ölen Ermeniler adına üzüntü ifade ediyorsa ve batı dünyası “ölen Müslümansa önemli değil” yaklaşımını sürdürüyorsa insani vasıflarını muhafaza eden tarafta olmak yeğdir.