Haşmet Babaoğlu

Haşmet Babaoğlu

hasmetb@gazetevatan.com

Çocuğunuz nasıl olacak?

Son günlerde pek sık dikkatimi çeken bir şey var. Çocukları ergenlik çağına henüz varmış ya da varmak üzere olan anne babalar kıvranıp duruyorlar: "İyi bir anne miyim, iyi bir baba mıyım? Çocuğuma yeterince özen gösterebiliyor muyum?"

Haberin Devamı

Dışardan bakınca çocukların bir dediğinin iki edilmediğini düşünürsünüz. Ama çocuklar tatsız, anne babalar huzursuz... Üstelik başka bir şeyi daha gözlemliyorum: Batılıların "single parent" dedikleri, tek ebeveynli aile modeli içinde kendisini çocuklarına adamış çok sayıda anne bir taraftan işinde gücünde ayakta kalmaya çalışırken, öte taraftan da bu sancıyla baş etmeye çalışıyor. (Babalar nedense hep uzakta, başka şeylere takılmışlar, haber almakla yetiniyorlar!)

Müthiş bir sorgulama, feci bir sancı bu...

Çocukları karşısında hep bir yanlış yapıyorlarmış, hep bir yerlerde bir eksik varmış gibi geliyor onlara.

Oysa elde avuçta ne varsa harcanıyor, paralar dökülüyor, bütün başarı fırsatları çocukların önüne seriliyor. Fakat içlerindeki bu sancı bir türlü dinmiyor.

Şimdi burada temel talihsizliği görmemek imkânsız.

O da şu: Çağlar boyu anne babalara "doğru" yaptıklarını gösteren ve işlerini kolaylaştıran gelenekler birer birer solup köşelerine çekilmişler...

Kaldı ki popüler kültür de kafaları karıştırıyor.

Çünkü bir yandan anne baba olmayı dünyanın en eğlenceli şeyiymiş gibi gösteriyor: Hani çocuklar neredeyse birer oyuncak!

Olacak şey mi?

Kaldı ki oyuncaklarla oynanır, oynanır ve gün gelir o çağ biter, oyuncaklar rafa kaldırılır! Çocuklarsa hep çocuk olarak kalırlar. Kocaman adamken bile anne babaları için "cocuk"turlar; onların "çocuk olma çağları" ebeveynleri için hiç geçmez.

Yani popüler kültürün zihnimize yaptığı bütün enjeksiyonların tersine, çocuk yapmak bir şaka olamaz!

Popüler kültürün kafamızı karıştırmasının bir nedeni de, çocukları "neşeli, keyifli oyuncaklar" gibi gösterirken anne babalığı bir eğitim-öğrenim konusu gibi değerlendirmesi...

Oysa bu öyle bir şey ki, ne kadar öğrenirsen öğren hayat pratiği "çalışmadığın yerlerden" sınava sokuyor insanı...

Medyada ne zaman çocuklara ilişkin toplumsal krizler, ergen intiharları, çocukça bunalımlar ve "yoldan çıkmalar" gündeme gelse, dikkat edin;
hemen devreye anne babaların çocuklarını ne kadar sevdiğine, nasıl da onların iyiliğini istediğine dair hamasi nutuklar girer.

Hariçten bakıp gazel atmama izin verirseniz görüşümü söyleyeyim: Evet, tabii ki çocuklarını seviyorlar! Ama soru da şu: Nasıl, ne şekilde seviyorlar?

Ve daha da önemli soru şu: Bütün anne babaları düzene sokan şu içinde yaşadığımız DÜZEN var ya, o düzen acaba nasıl çocukları seviyor?

Zurnanın zırt dediği yerlerden biri de burası çünkü..

Sevgisini "şelale yapmış" anne babaların bile içlerini kemiren "iyi bir anne miyim, iyi bir baba mıyım?"
sancısının altında bu düzenin "emirleri"nin, baskılarının, yönlendirmelerinin de büyük payı var.

Çünkü bu düzen yalnızca çocukları değil, ne yazık ki onların surundan anne babaları da yarıştırıyor.

Bazen alttan alta, bazen içten içe ama alabildiğine acımasızca ve çirkin biçimde yarıştırıyor...

Anne baba olmak artık yarış atletlerinin antrenörü, menajeri olmak gibi bir şey... E, o zaman da kafalar yastığa konduğunda huzursuzluk büyüyor.

Hatta bazen atletlerden biri üzerindeki formasını yatağının üzerine atıyor, odasının kapısını kapatıyor ve bu kahrolası yarıştan ayrılmak istediğini haykırıyor gözyaşları içinde...

O zaman ne kadar zor huzurlu, endişesiz, neşeli bir anne baba olmak!

Ve söyleyin bana...

Bir çocuğun ilerde iyi insan olmasının değerini unutan, sadece doğru düzgün tarif bile edilmemiş "başarılı insan" kavramına prim tanıyan bir düzende hangi ebeveynin içi gerçekten rahat olabilir?

(Son not: Öyle bir düzen ki modern hayat, çok gecikmeden ve son çare olarak bütün yalınlığıyla "iyi insan" olmayı bir tür "basan" olarak tarif etmeliyiz belki de!)

Fon/Dip notları
"Deli ne eder, aklına geleni eder"

Akıllı ne eder, aklına geleni edemez.

Gece bekçileri geceyi bekliyorlar da ne oluyor

Gene de sabah oluyor. Karaoğlan: "Ben kara değilim"

Keloğlan: "Ben de kel değilim".

Çocuklar ve kadınlar bıyıkaltından gülemediklerinden, daha az gülerler! Sesli harfler, sessiz harflerden azdır Sessiz harfler çoğunluğa benzer, sessiz oluşları ondandır!

AHMET ÇUHACI

DİĞER YENİ YAZILAR