Burgazada yangınını birkaç gün sonra unutur muyuz?

Canım Burgazada'yı yaktık... "Küçük Prens"i (Burgazada'ya çocukluğumdan beri öyle derim!) diri diri yaktık...

Haberin Devamı

Canım Burgazada'yı yaktık... "Küçük Prens"i (Burgazada'ya çocukluğumdan beri öyle derim!) diri diri yaktık...

Göz göre göre...

Hiç değilse bundan sonra toplum olma bilincini ve halka saygıyı yakmayalım.

Devlet kamuya bilgi verme sorumluluğunu üstlensin artık...

Yanıp gidenin arkasından ağlayalım. Ama hiç değilse bundan sonra nasıl ağlamayacağımızı bilelim...

Yangında yananlarla birlikte yine hafızamızı da yakmayalım.

40 hektar orman alanını, güzelim adasını ve maalesef yine yetkili kurumlara güvenini kaybeden İstanbulluların sonuçta hiç değilse şu kazancı olsun: Bundan sonra desin ki İstanbullular, "yetkililer ilk kez soruşturma sonuçlarını kamuya açıkladılar, yanlışların sorumluluğunu üstlendiler ve aynı yanlışların bir daha tekrarlanmaması için yeniden örgütlendiler!"

Bir yangın düşünün ki, medya helikopterleri yarım saat sonra orada.

Ama yangın söndürme helikopter ve uçakları 2,5 saat sonra geliyor.

Bu korkunç gerçeğin üstünü ne örtebilir?

"Sabotaj" demek, "vatan hainlerini" suçlamak, yangına ilk doğru düzgün müdahalenin 2 saat sonra yapıldığı gerçeğini unutturabilir mi?

Sonra şu çöplük konusuna gelelim.

Adalılar yangının çöplükten çıktığını iddia ediyor, Büyükşehir Belediye başkanı Gürtuna "yok öyle şey!" diyor.

Diyelim ki, gerçekten de yok öyle bir şey.

Ama bu durum, şu gerçeği gölgeleyebilir mi? Türkiye'deki çöp dökme sahalarının yüzde 28'i orman alanlarında. Yani her an alev alabilir olan çöp alanlarını götürüp ormanların içine koymuşuz!

Peki ülke genelinde düzenli çöp depolama tesislerinin sayısının ne kadar olduğunun farkında mıyız? Sadece 12 tesis var koca Türkiye'de.

Simdi Burgazada yangınından birkaç gün sonra bunları unutacak, yine eski tas eski hamam devam edeceksek, yazık! Bin kere yazık!

Tuhaf bir toplumuz, devlet bizi öyle bir ruh haline alıştırmış ki, felâketin arkasında bilinçli bir hainlik varsa ya da felâket özünde bir terör olayıysa, akan sular duruyor.

Suçlu terörse, her şey normal geliyor sanki: İnsanlar ölebilir, ormanlar yanabilir, evler çökebilirmiş gibi düşünmeye başlıyor yetkililer. Halkın da böyle düşünmesini istiyorlar. "Peki kardeşim siz ne iş yaparsınız?" diye soran çıkarsa halkın içinden, geçen gece Burgazada'da olduğu gibi onun da üzerine "devletlu" biçimde yürünüyor.

Olmaz!..

Böyle bir mantıkla ne insan olunur ne toplum olunur ne de uygar olunur...



"Fallus" konusunda düzeltme
Etekli İktidar kitabının editörü ve değerli araştırmacı Mümin Sekman'ın gönderdiği mektup şöyle:

"Fallus'un 'Faus' olması için kusura bakmayın.

Başka yanlışlanmız da oldu. Kitap çok hızlı bir şekilde baskıya gönderildi. Üç baskı üç günde tükendi. Ancak 4. baskıda tüm yanlışları düzelttik."



Okurdan
"Seni hep seveceğim" meselesi!

* Sosyal(ist) gerçekçilik var, romantik gerçekçilik var, böyle bir sürü gerçekçilik türleri var edebiyatta. Bunlan biliyoruz. Fakat sizin aşk üzerine yazdıklarınız için, hele son "seni hep seveceğim - bence geçelim bunları" başlıklı yazınız için de ben bir ekol adı uyduracağım, kusura bakmayın: Acımasız Gerçekçilik. (A. B.)

* Sosyolojik olarak günümüz kentli insanı üzerine yaptığınız, hayata ve aşka dair tahlillerinizi ilgiyle takip ediyorum. Son pazar yazınızda değindiğiniz "Seni Hep Seveceğim" konusuna yaklaşımınıza belki farklı bir açıdan bakmak ve bir ekleme yapmak daha doğru olacaktır diye düşünüyorum. Belki çok erkeğin gizliden gizliye ağzına pelesenk olmuş şu şarkı sözleri "seni hep seveceğim" sözünü söyleme noktasında belki aklımızın bir köşesinde yer almaktadır. Şarkı sözleri şöyle, belki hatrlıyorsunuzdur: "Pişman olur da bir
gün dönersen bana geri/ Gönül kapım açıktır çalmadan gir içeri/ Sana sevgiler sonsuz henüz geçmedi zaman/ Gönül kapım açıktır çalmadan gir içeri." (H. A.)

* Beni terkeden sevgilim en son "seni hep seveceğim" dedi diye birkaç gün kendimi idare edebilmiş ve fakat sonra çok bozulmuştum. Senin yazıyı okuyunca içime oturan acıyı daha iyi anladım da... Ne söyleyeceğimi bilemiyorum be ağabeycim! (S. K.)

* Malatya İnönü Üniversitesi öğrencisiyim. İnanın bana bir tane SON BAKIŞTA AŞK ÖYKÜSÜ'nü, on tane SON BAKIŞTA AŞK yazısına değişmem, hatta çok sevdiğim koca bir tencere dolusu sebzeli makarnaya bile... Çok şey istemiyorum, değil mi? Ben pazarları yine öyküler istiyorum. Eminim benim gibi düşünen yüzlerce okurunuz vardır. (T. E.)

DİĞER YENİ YAZILAR