Genellersek yüz yüze konuşan iki kişi arasındaki iletişimin yüzde 35’e yakını ses ile, yüzde 65’i vücut diliyle gerçekleşiyor. Yeni tanıştığımız bir kişi hakkındaki izlenimimizin yüzde 80’ini ilk 4 dakikada görünüşüne bakarak ediniyoruz.
‘Çok da değil’ diyen şu istatistiğe baksın. Siyasetçi konuşurken verdiği mesaj fikrimizi değiştirmede yüzde 7 etkiliyken; bu mesajı verirken seçtiği kelimeler, ses tonu ve vurgusu yüzde 38; vücut dili ise yüzde 55 etkili oluyor.
Bir fıkrayla başlayalım...
At yarışları... Günün en iddialı koşusu... Aynı ata oynamış iki kişi yan yana izliyor. Biri koca göbekli kalantor görünüşlü işadamı, belli ki büyük servet yatırmış. Sağ eli pantolonunun cebinde, sol elindeyse koca bir puro, sakince tüttürüyor. Diğeri küçük esnaf, ufak bir meblağ oynamış ama sanki tüm servetini yatırmışçasına heyecanlı; “Hadi yavrum, hadi aslanım” diye yırtınıyor. Atlar son düzlüğe giriyor. Yarış bitmek üzere... “Hadi oğlum, yürü be oğlum, yürrü be koçum!”, inletiyor küçük esnaf. İşadamında en ufak bir heyecan yok, purosunu tüttürüyor tek kelime etmeden. Geriden atağa kalkan başka bir at son anda bizimkilerin para yatırdığı atı burun farkıyla geçip birinci oluyor. Esnaf perişan, yıkılıyor, kuponu yere atmalar, sinir krizleri falan. Sonra birden gözü, yanındaki kalantora takılıyor. Onun istifini bozmadığını görünce, şaşırıyor:
-Beyefendi affedersiniz. Benim yatırdığım para herhalde sizinkinin yanında devede kulak ama ben babamı kaybetmiş, gibiyim sizse kılınızı kıpırdatmadınız.
Adam bizimkine dönüyor, yüzü kıpkırmızı... Elini cebinden çıkarıp, sinirden sıkıp koparttığı uzvunu gösteriyor: Peki bu ne ulan, bu ne!
İngilizlerin “Güç duruşu”
Ya işte böyle. Siyasilerin o özgüvenli, serinkanlı duruşu sizi yanıltmasın aslında içlerinde ne fırtınalar kopuyor. Siyasette dışarıya karşı duruş önemlidir. Duruş derken, ideolojik değil, fiziki duruşu kastediyorum. Seçmeni etkiler. Örneğin İngilizler bugünlerde Muhafazakar Parti liderlerinin duruşuna takmış. Ada ülkesinin, Avrupa’dan kopuşunun bayrağını taşıyan Muhafazakarlar, Brexit’i bacakları açık, vücudun yarısı ileride yarısı geride, kollar mukavemete hazır bir duruşla karşılıyor. “Güç Duruşu” adını verdikleri bu poz, güveni, istikrarı, yere sağlam basmayı temsil ediyor, amiyane tabirle çevresine “kodum mu oturturum” imajı veriyor. Tabii alaya alanı da var. Kimine göre Beyonce’tan çalıntı, kimine göreyse Marvel’in çizgi kahramanları gibi duruyorlar. Hatta İçişleri Bakanı bacaklarını kalçadan fazla açınca komik duruma bile düşebiliyor.
Siyasetçinin vücut dili şüphesiz seçim kazandırıyor ama bu ülkeden ülkeye de fark gösteriyor. Örneğin Amerikan seçmenleri başkanlarının rahat tavırlarına alışıktır. ABD’li siyasetçilerin bir restoranda fast food kuyruğuna girmesi tv şovunda saksafon çalması, kendini ti’ye alması prim yapar.
Obama rahat, Merkel katı
ABD eski Başkanı Obama’yı Berlin’de Branderburg Kapısı önünde Merkel’le birlikte hatırlıyorum. Yazın hava muhtemelen 30 derecenin üzerindeydi, Obama ceket kravatı atmış kalabalığa rahatça nutuk çekerken, yanındaki Merkel’in bırakın döpiyesinin düğmesini gevşetmesi, tek damla terlemesi bile yasaktı. Trump insanların önünde şarkı söyleyip dans edebilir, ancak Merkel sadece Wagner konserinde görüntülenebilir. Alman siyasetinde ağırbaşlılık prim yapıyor. Ciddiyet, kontrollü yüz ifadesi (sululuğa yer yok) ve ellerin “elmas” duruşu kamuoyuna güç, istikrar, güvenlik mesajı veriyor.
İtalya’da ise seçmenin önüne, mayo, bornoz, banyo havlusu, terlikle çıkmak, eksi değil artı yazıyor. Seçim kazanma şampiyonu Berlusconi’nin bunga bunga adlı bikinili kızlardan oluşan partilerini hatırlayın. Yaş 70, iş bitmemiş imajı...
Fransızlar, karısını aldatmayanı adam yerine koymuyor. En taze örneği bir önceki Cumhurbaşkanı Hollande’ın motosiklet ve kaskıyla Elysee Sarayı’ndan gizlice oyuncu sevgilisine kaçarkenki görüntüleri...
Latin Amerika’da duygular ön planda. Özellikle kameralar önünde ağlamak seçmeni etkiliyor. Arjantin eski Devlet Başkanı Cristina Kirchner, daha eskilerden Eva Peron da bunu en iyi bilen, kampanyalarında ya da düşen popülaritelerini artırmak için en iyi kullananlardan. Don’t Cry For Me Argentina (Benim İçin Ağlama Arjantin) şarkısının adı tesadüf olmasa gerek.
Rusya’ya dönelim. Putin’in karate yaparken, üzeri çıplak ata binerkenki görüntülerini bir düşünün. Güçlü lider, güçlü Rusya imajı.. İş yapıyor mu? Seçimlerin adil ve tarafsızlığı tartışılsa da evet iş yapıyor.
Türkiye’de de kitleleri peşinden sürükleyen tüm liderlerin, onlarla özleşen birer imajı var. Zaten aksi halde siyasette başarılı olunamıyor. Atatürk’ün herhalde ülkemizin ve hatta kendi döneminin en iyi imaj makerı olduğunu kabul etmeliyiz. Demirel’in fötr şapkasını, Ecevit’in kasketini mavi gömleğini, Çiller’in beyaz kıyafetini, Özal’ın başının üzerinde kenetlediği selamını, Erdoğan’ın sağ elini kalbine götürüşünü... Bu işaretlerin hepsinin kitlelerde bir karşılığı var.
Ülkeler bazından çıkıp, genel seçmen psikolojisine girersek orada da Stanford Üniversitesi’nin yaptığı güzel bir araştırma var. Üniversite şu faktörlerin oy tercihimizi etkilediğini ortaya koymuş;
- Adayın etnik ve dini kökeni. Siyah, Beyaz, Alevi, Sünni, Kürt, Müslüman, Hıristiyan vs. Ne dersek diyelim ne kadar yalanlarsak yalanlayalım seçmenlerin adaylar arasında dikkat ettiği unsurlardan biri bu. Bunu her zaman bilinçli yapmıyoruz çoğu zaman istem dışı, bilinç altında, yetiştirilme şeklimizin belirlediği ön yargılarla yapıyoruz.
- Kapalı çevrede, köyde, uzak bir kasabada yetişen insanlar daha muhafazakar oluyor. Ve muhafazakarlar, liberallere göre farklı olan (tanımadıkları, bilmedikleri, kendilerinden olmayan) her şeye “Onu yapma, ondan uzak dur, bana zararı olabilir” gözüyle bakıyor. Mevcudu değiştirmek, denemek istemiyor.
- Adayın çekici, yakışıklı, boylu poslu olması seçmenin tercihini etkiliyor. Özellikle de kendinden yakışıklı ve güzelse...
- Seçmeni korkutmak işe yarıyor. ABD Nebraska’da yapılan bir araştırma, özellikle muhafazakar seçmenin korku dürtüsüne hassasiyet gösterdiğini, güçlü bir ters tepki koyduğunu kanıtladı. Terör tehdidi, ekonomik istikrarsızlık gibi siyasi söylemlerin, bir taraftan diğer tarafa oy kaydırmada ciddi etkisi var gibi görünüyor.
- Negatif söylem etkili oluyor. Seçmen (beynimiz) pozitif bilgi yerine negatif bilgiyi hatırlama eğiliminde. Yani oy kullanırken, siyasilerin negatif yönlerini düşünerek karar veriyoruz. Ortada iki aday olabilir ve seçmen her ikisine de pozitif bakıyor olabilir. Bu durum, seçmenin sandığa gideceği anlamını taşımıyor. Seçmeni motive etmiyor. Halbuki, bu adayların birinden nefret etmesi sandığa gitmek için iyi bir neden, motivasyon oluşturuyor.
- Hiç alakası olmayan olumsuz olayların faturasını halk dönüp siyasetçiye kesebiliyor. Bunun bir benzeri, 2000 yılında Bush-Al Gore arasında yaşandı. Seçimden önce ABD genelinde inanılmaz sel ve kuraklık felaketi oldu. Doğal felaketin sorumlusu olarak Demokratlar görüldü ve Al Gore sırf bu nedenle 54 eyalette 2.8 milyon oy kaybetti.
- Futbol, siyaseten seçim kazandırıyor. ABD’de 44 yıllık istatistikler kolej (ABD futbolu) oyunlarının, seçimlerin hemen 10 gün öncesine rast geldiği dönemlerde, hali hazırda görev yapan yerel ve ulusal siyasetçilerin yeniden kazandığını gösteriyor. 2004’teki Bush (Cumhuriyetçi) ve Kerry (Demokrat) arasındaki başkanlık yarışında futbol fanatiği seçmenlere sormuşlar “Kime oy vereceksiniz?” diye.. “Kerry ile televizyon karşısında hamburger yiyip maç izlediğimi hayal edemiyorum, ama Bush’la yaparım” cevabı almışlar. Türk siyasetçiler bunu da bir düşünsün...