1970’li yıllar... O dönem, İstanbul’un gözde semtlerinden Moda’nın sahillerinde denize girilirdi. Plajlar vardı. Kadın erkek karışık olanı, bir de sadece kadınların girdiği... Kadınlar plajının gelenekselleşen Güzel Bacak Yarışması Temmuz ayında yapılırdı. Katılanlar, sadece gözlerini ve bacaklarını açık bırakan Ku Klux Klanı andıran kıyafetlerle jürinin önünde sıralanırlardı.
İşte öyle bir yarışmanın fotoğrafı, dönemin çok satan gazetesi Günaydın’da yazıişleri masasına geldi. Beğenildi, resme uygun başlık aranıyordu. Toplantı masasında Aziz Nesin de vardı. Gözler ona çevrildi; Haydi Aziz abi, patlat bir başlık!..
Usta, resme bakıp kısa bir süre düşündü; “Üstü öcü, altı cici” dedi. Ve mizah dehası Aziz Nesin’in bulduğu başlıkla haber, Günaydın’ın birinci sayfasında kocaman yer buldu.
Üstü öcü, altı cici!.. Bana hep, erkeklerin kadınlara bakışını hatırlatmıştır. Erkek önce ürkek, korkak ve şüpheli yaklaşır. Çünkü kadın benzin gibidir, çabuk parlar ve en olmadık nedenlerle tartışma çıkarabilir. Adamı bezdirir. Ama özünde temiz, affedici ve iyi kalplidir, değil mi?
“Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya… En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir. Ama o yüreğin değerini bilememiş.” (Aziz Nezin)
Gerçek hikaye...
Madem ki, Sevgililer Günü haftası bir hikaye daha anlatayım. Ortaokul yılları... İsmi bende kalsın sınıf arkadaşlarımdan biri, bizden bir sınıf üstteki bir kıza tutulmuş. O devirde cep telefonu yok. Mesajlaşma mektupla yapılıyor. Edebiyatla arası iyi olmayan arkadaşımın aşk mektuplarını da birlikte yazıyoruz, daha doğrusu ben yazıyorum. Arkadaşım ateşli, bodoslama asılma niyetinde. Bense tecrübeli, bilir kişi olarak “Oğlum romantik dizelerle kızı etkilemek” lazım diyorum ve Cyrano de Bergerac olarak alıyorum kalemi elime; “Kalbimi çalmışsınız, sizinkine muhtacım...” diye başlayıp “Boğaz’da el ele yürüyoruz, gözlerinin içine bakıyorum..” gibi yarım akıllı laflar ediyorum. Ya da “Kırlarda seninle dolaşırken kalbim davul gibi çarpmaya başlıyor, ayaklarım birbirine dolanıyor...” Tabi tam olarak bu cümlelerle değil ama genel olarak bu mealde, beyne kan gitmeyen ergen çocuk ifadeleriyle.
Kızdan uzun süre ses çıkmıyor. Sadece teneffüslerde hafif hoşça tebessümler o kadar. Biz de hem merak ediyor, hem de harıl harıl yazmaya devam ediyoruz. Sonunda beklediğimiz cevabı elden gelen bir not ile alıyoruz. Yanıt sade ve kısa: “Sen deniz kıyısında oturmaktan, yağmurda, kırda dolaşmaktan başka bir şey bilmez misin?”
Haydaaa!
Bir kitap tavsiyesi...
“Genç erkekler sadık olmak ister ama olamazlar, yaşlı erkekler ise sadakatsiz olmak ister ama beceremezler. Erkekler yoruldukları için evlenir, kadınlarsa merak ettikleri için. Her iki taraf da hayal kırıklığına uğrar.”
Bu hafta özellikle kadın okuyucularımız, kendiniz için bir kitap arıyorsanız, Oscar Wilde’in Dorian Gray’in Portresi’ni tavsiye ederim. Oscar Wilde, 1900’de Fransa’da sürgünde bir otel odasının duvarına “Birimiz gitmeli” yazarak sefil bir şekilde intihar ettiğinde, birkaç yıl önce İngiltere’nin en sevilen yazarıydı. Dorian Gray, onun tek romanı ve suçunun itirafıydı. Suçuysa eşcinsel olmaktı. Wilde öldü, eseri yasaklandı ama, tüm bunlar sansürcü Viktoria Dönemi’nin de sonunu getirdi. Wilde’ın; genç erkekler, sadakatsizlik, aşk, evlilik hakkında dahiyane aforizmalarıyla dolu bu kitabı, kurgusal açıdan sonu çarpıcı biten bir cinayet romanı aynı zamanda. Örneğin ayrılırkenki vicdan azabı için şöyle demiş yazar: “Vicdan azabının da kendine özgü bir lüksü var. Kendimizi suçladığımızda, başka kimse bizi suçlayamazmış gibi hissederiz.”
İyi pazarlar...