“Bildiğim bir şey varsa, o da hiç bir şey bilmediğimdir”
Sokrates
Sokrates, dönemin en bilge geçinen alimlerinin yanına gidip, onlardan daha az bildiğini çevresine kanıtlamak istemiş. Gerisi meşhur Savunması’nda şöyle anlatılır: “Ben de, (yanına gittiğim) bu alim de; güzel ve iyi olanı hiç mi hiç bilmiyoruz. Fakat bu adam, hiçbir şey bilmediği halde bir şey bildiğini zannediyor. Tamam ben de bilmiyorum ama bildiğimi de zannetmiyorum. Bilmediğim şeyleri bilir sanmadığıma göre kendimi, o adamdan en azından küçük bir farkla da olsa bilge sayabilirim.” Diyalektik akıl yürütme... Ne kadar harika! Dönemin Atinası’nda bilgisizlik ikiye ayrılırdı. Biri salt bilgisizlik, diğeri çifte bilgisizlik, yani bir şey bilmediği halde bildiğini sanmak anlamındaki cehalet.
Mindhunter diye bir dizi var Netflix’te. Kuzuların Sessizliği’ni sevenler izlemeli. 1970’lerde geçen dizide iki FBI ajanı, cinayet psikolojisini araştırmak veri toplamak üzere, cezaevlerindeki canilerle mülakat yapıp yakınlık kurar. Kurdukları bu ilişki, devlet içinde başlarına dert olur ama diğer taraftan seri katillerin zihinlerini okumada yeni bir ufuk açar. Birçok cinayet aydınlanır, failler yakalanır, daha da ilginci potansiyel akıl hastaları suç işlemeden tespit edilip, izole edilir. Hatta ilk bölümün bitiriş cümlesi bile hafızamda: Suç, toplumu çürütmez. Zaten çürük olan topluma tepki olarak çıkar!
Şu an ABD’nin en çok satan kitabının yazarları da acaba bu diziden mi etkilendi? Zira başını Yale Üniversitesi Profesörü Bandy Lee’nin çektiği ABD’nin önde gelen 27 psikiyatristinin makalelerini içeren “Donald Trump’ın Tehlikeli Hali” (Dangerous Case of Donald Trump) adlı kitap aylardır listede ilk sırada... Kitap beraberinde Trump’ın akıl sağlığı tartışmasını ciddi biçimde gündeme getirdi.
Trump’ın hareketlerini izleyen psikiyatristler, Başkan’ın ruh halinin ülkeyi felakete sürükleyebilecek ipuçları içerdiğini, kendisinin de farkında olmadığı görüşünde. Tespitleri şöyle;
Sözlü saldırganlık, cinsel saldırıya övgü, başkalarına şiddet uygulama, silaha ilgisi, başka uluslarla sürekli alay etmesi. Fevri olması, pervasızlık, paranoya (zehirleyecekler korkusu), öfke patlamaları, eylemlerinin sonucunun kötü olacağını kavrama gerçekliğinden yoksunluğu, empati eksikliği, savaş naralı meydan okumaları, sürekli gücünü test etme ihtiyacı.
Trump’ın Müslümanlar aleyhine yapılan şiddeti öven tweetler atması, kadınlarla ilgili küfürlü, aşağılayıcı ifadeler kullandığı bariz ses kaydını yalanlaması ve en son “nükleer bombanın düğmesi masamda” diyen K. Kore liderine, “Benim düğmem daha büyük ve güçlü” diye cevap vermesi, psikiyatristlerin bu endişelerini haklı çıkarıyor. Zira Küba krizinin en hararetli günlerinde bile Kennedy, ABD’li generallerin baskısına rağmen savaş çıkartmamakta direnmiş, nükleer facianın eşiğinden dönülmüştü.
Bu hafta yayımlanan ve Trump’ın Beyaz Saray’daki marifetlerini içeriden bilgiye dayanarak anlatan Fire and Fury (Ateş ve Öfke) kitabı da tüm bu “zihinsel yetersizlik” tartışmalarını daha da alevlendirdi.
20 yıllık saygın psikiyatrist Prof. Bandy Lee, geçtiğimiz haftayı ABD Kongre’sinde Meclis üyeleri ve senatörlere, Başkan’ın mevcut ruh halinin potansiyel tehlikelerini anlatarak geçirdi.
Amerikan kamuoyu şu an ciddi ciddi Trump’a ruh sağlığı testi yapılmasını tartışıyor. Başkan’ın aynı zamanda orduyu yöneten Başkomutan olarak en az yılda bir kez akıl sağlığı kontrolünden geçmesi gerektiği vurgulanıyor. ABD’de polis teşkilatı, yüksek yargı mensupları ve ordu komuta kademesi düzenli olarak bu testlere tabi tutulurken, Başkan’ın neden tutulmadığı, herkesin dilinde.
Alternatif yollar da devreye sokuldu. Anayasa’nın 25’inci maddesine dayandırılarak Başkan’ın zihnen görev yapamayacağının kabinede oylanması ya da Temsilciler Meclisi kararınca azledilmesi gibi iki yöntem üzerinde çalışmalar olgunlaşıyor. Tüm bunlara cevaben Trump’ın “Ben son derece dengeli bir dahiyim” diye tweet atması da Başkan’ın gerçekten “üşüttüğü” yolundaki endişeleri iyice körüklüyor.
Behramoğlu’na bir düzeltme!
“Hiç hata yapmamış adam, yeni bir şey denememiştir” demiş Albert Einstein. Ben de geçen hafta ünlü şair Ataol Behramoğlu ile yeni bir şey denedim. “Ne Çok Hain Kitabı” adlı kitabını konuşmak için oturup, şiir ve edebiyatın içerisine o kadar daldık ki, gözümden kaçmış, daha doğrusu gönlümden öyle kopmuş diyelim, Behramoğlu’nun İspanyol şair Lorca‘yı tanıdığını yazmışım. Halbuki 1936’da ölen Lorca ile yollarının kesişmesi mümkün değildi. Keşke kesişseymiş. Düzeltir, özür dilerim.