Can Yücel’le başlayalım...
Tam zamanında öpmelisin güzel gözlünü/ Tam zamanında söylemelisin sevdiğini, gözlerinin içine baka baka/ Tam zamanında koymalısın elini omzuna, en sevdiğin dostunun babası öldüğünde/ Tam zamanında affetmelisin kardeşini biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını/Tam zamanında açmalısın kapını hayatına girmek isteyenlere.
Ya Ahmet Hamdi Tanpınar?! Ona da “zaman şairi” desek yerinde olur. Bir baş yapıt olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında Tanpınar, “Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır” der. Bu söz üzerine bile neşriyat çıkarılabilir. Çünkü zaman ve mekan sadece insanla mevcuttur. “Ayar, saniyenin peşinden koşmaktır.” Yani dakik ve senkronize toplumlar ilerleyebilir. “Bir umuttur zaman. Bir müphemdir zaman. İlerledikçe gerileyen. Hep yeniden başlayan. Etmezseniz saatlerinizi ayar, sizin de hayatınız kayar.” Tanpınar’ın Rumeli Hisarı’ndaki mezar taşında “Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında” diye yazdığını biliyor muydunuz?
Erkeğin zamanı hızlı akar
Gelelim aşktaki zamana... Bir kadınla, bir erkeğin zamanları da farklıdır sanki... Aynı anda, aynı yerde, aynı mekandadırlar ama zaman ikisi için de ayrı işler.
Şair ve yazar ağabeyim Ataol Behramoğlu bunu o kadar güzel ifade etmiş ki...
Aşkı doğuran şey nedir;
O yakınlığı, iki can arasında?
Ve kopuş ne zaman başlar?
Ne zaman biter bir sevda?
Bir kurt gibi içten içe
Gelişip büyür çürüme
Bir an gelir ki aynı mekandasınızdır
Ayrı duygusal zamanlarda...
“Kadına göre zaman”, “Erkeğe göre zaman” var bence. Ve erkekler için zaman çok daha hızlı akıyor. Einstein bile ünlü Görelilik Teorisi’ni açıklarken “Elini bir dakika sıcak ocağın üzerinde tut, bir saat gibi gelir. Elini şehvetli bir kadının boynuna bir saat dola; bir dakika gibi gelir. İşte izafiyet budur beyler” ifadesini kullanmış. Demem o ki, yolladığınız “Seni seviyorum”, “Naber” mesajına sevdiğiniz adam ancak iki haftada dönüyorsa bir dahaki sefere ona kızmayın. Sizi umursamadığından değil, sadece zaman onun için farklı aktığındandır.
Eriyip giden saatler...
Salvador Dali’nin eriyen saatleri resmettiği tablosundaki gibi, zaman avucumuzdan akıp gidiyor. Geçmişimize, çocukluğumuza dair anılar her gün biraz daha soluyor. Yaşımızı aldıkça üzerinde dura dura anın tadını çıkarmaya çalışmamız da bundan. Dali’nin tablosu zamanın düz bir çizgide ilerlemediğini, aksine eğilip büküldüğünü anlatıyor. Günümüz bilimsel deneyleri de bize, şu an yaptıklarımızın sadece geleceği değil geçmişi de değiştirdiğini; geçmiş değişince geleceğimizin de otomatik olarak değişebildiğini gösteriyor. (Yanlış okumadınız, bu tamamen kuantum fiziği ile ilgili ve başka bir yazı konusu.)
Zamanı satın alamazsın
Dünya Kupası’nın futboluyla gönüllere taht kuran fakir ama gururlu ülkesi Uruguay’ın filozof Devlet Başkanı Mujica, makam aracı olarak 87 model bir “Vosvos” kullanmasıyla ünlüydü. “Neden bu külüstüre biniyorsunuz” diye sorduklarında kır saçlı düşünür; “Az harcarsam sevdiğim şeyleri yapmak için daha fazla zamanım olur” demiş ve bilgece devam etmişti: “Bir şey satın aldığınızda bunu aslında parayla yapmıyorsunuz. Zamanınızla satın alıyorsunuz. Bu parayı kazanabilmek için yaşamınızdan bir zaman ayırıyor ve bu zamanla almak istediklerinizi alıyorsunuz. Eğer şansınız varsa bu zamana sahipseniz asıl zenginlik budur. Bazı eşyaları alırsınız, ama yaşamdaki zamanı satın alamazsınız. Süpermarkete gidip ‘Bana beş yılımı verir misiniz?’ diyemezsiniz...”
Bir salise bile önemli
Yine en sevdiğim sözlerden biridir; “Bir yılın değerini, finali geçememiş bir öğrenciye sor. Bir ayın değerini, erken doğum yapan anneye; bir haftanın değerini, haftalık bir gazetenin editörüne sor. Bir saatin değerini, buluşmak için bekleyen aşıklara; bir dakikanın değerini, otobüsü ya da uçağı kaçıran birine sor. Bir saniyenin değerini, kazadan sağ çıkan birine sor. Bir salisenin değerini ise, 100 metrede gümüş kazanan atlete sor” derler.
Biri edebiyat dehası Oscar Wilde, diğeri inovasyon dehası Steve Jobs’un sözleriyle son vereyim. Her ikisi de aşağı yukarı aynı şeyi 100 yıl arayla söylemiş...
Zamanınız çok kısıtlı, başkaları için bir hayat yaşamayın. Henüz gençken gençliğinizin değerini bilin. Can sıkıcı insanları dinleyerek, çaresi olmayan aksaklıkları düzeltmeye çalışarak ya da çağımızın kendine hedef edindiği şeyler uğruna, yalancı ülkülerle hayatınızı cahil, sıradan, basit insanlar için feda ederek altın yıllarınızı heder etmeyin. Yaşayın! İçinizde gizlediğiniz olağanüstü hayatı yaşayın. Her zaman yeni duyumlar peşinde koşun. Hiçbir şeyden korkmayın!