Bugün sizi; son dönemin en iyi polisiye suç yazarıyla tanıştırmak istiyorum, Philip Kerr ile... 60 yaşında Edinburgh doğumlu İngiliz yazarın, Dedektif Bernie Günther‘in kahramanı olduğu 2’nci Dünya Savaşı ve Hitler dönemi Almanyası‘nda geçen romanları büyük yankı yaratıyor. Modern zamanlarda geçen polise romanların aksine yazar Kerr, zor yolu seçerek okuyucuyu tarihin belli bir dönemine götürüyor.
Hikayeler 1930’ların Berlin’inden başlıyor. Yazar, Nazi dönemindeki yaşantıyı, giderek artan baskıları, entirakaları bir solukta okutan müthiş bir beceriye, anlatım diline sahip. Tarihsel kişi ve gerçek olayların ardında kurguladığı polisiye öykü sizi hemen içine çekiyor. Her kitapta önce küçük basit bir cinayetle başlıyor ama arkası Nazi partisinin kodomanlarına, Göring, Himmler, Heydrich gibi üst düzey isimlerin karıştığı bir suç ağına dönüşüyor. Polisiye romanlarının tüm şartlarını alıp, arka plana tarihi giydirmek kolay iş değildir. Tarihi polisiye romanları arasında Umberto Eco‘nun Gülün Adı‘nın hakkını verip zirveye yerleştirirsem, Philip Kerr’in “noir” dedektifi Güntherli maceralarını da ona yakın bir yere, John Le Carré‘nin bir çıta altına koyabilirsiniz. Ortalama bir polisiye, Kerr’in tarihsel betimlemesine ve Dedektif Günther’in zeki esprilerinin yanına bile yaklaşamaz.
Aslında Nazi dönemini anlatıyor
Yazarın Nazi dönemini mükemmel tasvir eden anlatımı, her romanında suç ve polisiyenin önüne geçiyor. Bunun için Philip Kerr’in Berlin’de filozofi okuduğunu ve Londra’da İngiliz İstihbarat Servisi’nin savaş sırasında Alman iç politikasıyla ilgili bilgileri topladığı üs konumundaki, ülkenin en büyük Holokost arşivini de içeren Weiner Kütüphanesi‘nde “yatıp kalktığı“ belirtmeliyim. Bu kütüphane gizli istihbaratın yanısıra, Nazi rejiminden kaçan kişilerin biri bir anlatımlarını ve şahit oldukları olayları arşivliyor. Philip Kerr’in kendisi de dedektif Bernie Günter’in hikayelerinin polisiye romanlar değil, polisiye ile maskelenen siyasi romanlar olduğunu savunuyor. Romanlarda ne tür bir suç işlenirse işlensin, aslında en büyük katil “devlet” olarak karşımıza çıkıyor. O ise bu durumu şöyle açıklıyor: “Aslında Avrupa siyaseti ve ahlaki değerleri üzerine yazıyorum. Ama romanlarım polisiye alanına girmiyor desem de saçma olur. Sadece biraz daha fazlasını amaçlıyorum. Arkada büyük planlı kitlesel bir katliam yapılırken, önde cereyan eden sıkıcı küçük bir cinayeti çözmenin büyüleyici olduğunu düşünüyorum. Bana göre Nazi Devrimi, Protestan Reform hareketinden sonraki yaşanmış en önemli tarihi olaydır. Reform Hareketi de Almanya’da başladı. Hitler ve Luther’in birçok ortak özelliği de var. Örneğin ikisi de şiddet içeren Anti-semitizmin hızlı savunucuları.”
ALFA Yayınları‘ndan çıktı
Türk cephesinde savaşmış madalyalı bir asker olan Dedektif Bernie Günther’in ilk macerası 1989 yılında Mart Menekşeleri adıyla çıktı. Bunları serinin diğer iki kitabı Solgun Suçlu (1990) ve Alman Usulu Bir Ağıt (1991) izledi. Philip Kerr, ilk üçlemeden sonra devam etmeme kararı almış. “Evrak ve belge inceleye inceleye kendimi o kadar Nazi işbirlikçisi gibi hissediyordum ki, her akşam yazı masasından kalktığımda duşa girip o histen arınıyordum” diyor. Ancak Bernie Günther karakteri o kadar beğenildi ki Kerr, 15 yıl sonra gelen olağanüstü talepler üzerine serinin yeni kitaplarını kaleme aldı. Peşi sıra Biri ve Öteki, Sessiz Alev, Ölüler Dirilmezse, Sahra Grisi, Ölümcül Prag, Katyn Katliamı çıktı. Philip Kerr’in her biri 400-500 sayfa olan ve bir macera romanından çok öte olan bu öykülerini Türk okuyucusuyla buluşturan ALFA Yayınevi son olarak serinin 10’uncu kitabı Zagrepli Kadın‘ı da Mayıs ayında yayınladı. İnsan ilişkileri, felsefe, tarih, ihanet ve aşk üzerine çarpıcı, baş döndürücü ve yol gösterici olan dedektif Günther’in hikayelerine en iyisi siz birinci romanından başlayın ve kararınızı kendiniz verin.
Bereket Zagrepli Kadın imdadıma yetişti. Çünkü ben de serinin tiryakileri gibi, 9’uncu kitap bittiğinde “Peki şimdi bin Bernie’siz ne yapacağım” diye hayıflanıyordum. Ne diyelim; iyi ki varsın Philip Kerr, iyi ki varsın Dedektif Bernie Günther...