Türkiye'de müzeciliği uluslararası standartlara kavuşturan Sakıp Sabancı Müzesi, kuruluşunun 15'inci yılında muhteşem bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Ressam Feyhaman Duran'ın hayatı, 1000'i aşkın eserinin yanı sıra sanatçının Beyazıt'taki ev ve atölyesinin kopyası Sabancı Müzesi'nde sizi bekliyor.
Sabancı Holding’in katkıları ve İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle 1914 Kuşağı’nın önde gelen temsilcilerinden Feyhaman Duran’ın (1886-1970) hayatı ve eserlerinin yer aldığı “Feyhaman Duran, İki Dünya Arasında” sergisi, alışılagelmiş sergilerden çok farklı. Zira Duran'ın hayatının kesitlerle anlatılarak hikayeleştirildiği sergi; eşsiz video arşiv görüntüleri ve ressamın kişisel eşya ve mobilyasının yer aldığı Beyazıt’taki evinin odalarının replikaları da ziyaretçileri hayrete düşürüyor.
3.5 yıl önce başlayan heyacan dolu bir maraton
Bu yaratıcı fikrin altındaki isimse; müzecilikte sadece Türkiye'de değil, dünya çapında da haklı ve saygın bir şöhreti bulunan Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer... Nazan Hanım, İstanbul Üniversitesi'nden özel izinle aldığı 1500 parçalık bu koleksiyon için 3.5 yıldır hazırlık yapıyor. İlk kez özel sanat eseri muamelesi gören resimlerin profesyonelce taşınmasından, sigortalanmasına, saklanmasına kadar hemen her detayla tek tek ilgilenmiş.
Feyhaman Duran'ı anlamak için yaşantısına göz atmakta fayda var, ki SSM sergisi bunu çok iyi başarmış zaten. Duran'ın şair ve hattat olan babası Süleyman Hayri Duran, karısının isteğini yerine getirerek küçük Fayhaman'ı Mekteb-i Sultaniye'ye (Bugünkü Galatasaray Lisesi) yazdırıyor. Ancak Hayri Bey çocuğunun büyüdüğünü göremeden o henüz 6 yaşında iken hayata veda ediyor. Geride 141 beyitlik Pend-i Hayri (Hayri'den öğütler) diye oğluna hitaben kaleme aldığı bir şiir bırakıyor. Sabancı Müzesi babadan oğluna atfen yazılı bu şiiri çevirip sergiye koymuş. Son derece dokunaklı şiirde baba, minik Feyhaman'a ‘iyi ve ahlaklı bir adam’ olması için tavsiyeler veriyor. Ve o küçük çocuk hayatı boyunca babasının o sözlerinden dışarı çıkmıyor. Yaşamının sonuna kadar çalışıyor, çiziyor, çiziyor...
İşte böyle bir şiirle başlıyor hikaye... Feyhaman, Galatasaray'da okurken çizim ve hattaki ustalığıyla hemen dikkat çekiyor. Hep Paris'te eğitim görme hayali kurarken bir gün talih kuşu omzuna konuveriyor. Ressam o günü şöyle anlatıyor:
"Paşa'nın kızının portresini yaptı hayatı değişti"
"Galatasaray Lisesi’nde resim öğretmeniydim, bir gün tanıdığım bir hanımefendiye resmini yapmayı teklif ettim. Bana: ‘Ben yaşlıyım ne olacak resmimi yapıp da? Onun yerine şu küçük kız çocuğunun resmini yap!’ diyerek çantasından küçük bir kız çocuğunun resmini çıkarıp verdi. Bu resmi bir portre haline getirdim. Çocuğu tanımıyordum. Sonradan bunun zamanın ünlü kişilerinden Prens Abbas Halim Paşa’nın (Hidiv Kasrı'nın sahipleri) dördüncü kızları olduğunu öğrendim. Paşa, bu resim üzerine öteki beş kızının ve bazı tanıdıklarının daha resmini yaptırdı, takdirlerini kazandım, böylece kendileri tarafından ve bütün masraflarım karşılanarak Paris’e öğrenime gönderildim. Bu vesileyle hayatımda mutlu bir dönüm noktası olmuştur."
1910'ların Türkiyesi ilk kez belgeselde
1900'lerin başında savaş, sefalet ve göç dalgalarıyla kırılan otantik Doğulu İstanbul'u geride bırakarak modern, ışıl ışıl, sanat ve sanayinin merkezi konumundaki Paris'e giden Duran'ın "İki dünya arasındaki yaşamı" da bir anlamda başlamış oluyor.
Tam bu noktada SSM Müzesi gene bir ilke imza atarak, Nazan Ölçer'in girişimleriyle, Amsterdam'daki Bilim Fotoğraf Müzesi'ne başvurmuş. Ve o yılların İstanbul'una ait saatlerce süren video çekimlerine rastlanmış. İnanabiliyor musunuz! Bu sergide ilk kez gün ışığına çıkan videolarda, Feyhaman Duran'ın doğup büyüdüğü ve resmettiği, İstanbul'un esnaf, sokak yaşantısını görmeniz mümkün.
Dönelim Feyhaman'ın yaşantısına 1911 yılında Paris'te gittiği Paris'te Academie Julian ve École des Beaux-Arts’da eğitim alan Duran, aynı dönemde empresyonizm akımından etkileniyor. 3.5 yıl boyunca kaldığı Paris'te devlet bursuyla eğitim gören Namık İsmail, Hikmet Onat, İbrahim Çallı, Hüseyin Avni gibi isimlerle arkadaşlık yapıyor.
Nü modele bakamadı
Sergide Paris’teki eğitimi sırasında ilk kez canlı modelden çalıştığı nü eserleri de yer alıyor. Ressam, hayatında ilk kez çıplak bir model görmüştür. O günü şöye anlatır: "Ecole des Beaux-Arts’a (Güzel Sanatlar Okulu) imtihana girdik. Ömrümde böyle çıplak adam görmemişim. İlk defa yapıyorum. Bu ilk çıplak resim enteresandır. Yapınca hoca geldi, baktı, kızdı. 'Ne kadar çabuk yapmışsın, acele ediyorsun’ dedi. Bana, 'Öyle olmaz, yavaş yapacaksın’ dedi, 'Pekâlâ' dedim amma, bir şey anlamadım. Ben de nasıl yapıyor diye merak ettim. Yanındaki çocuklara istirahat zamanı baktım, içerisinde mükemmel olanı da var. Benimki zayıf. Bunları görünce cesaretim kırıldı. Nazmi Ziya’ya baktım, o da zayıf. Önündekine bakıp yapıyor. Model dururken insan başkasınınkine bakar mı? Baktım ki zayıfım, öğrenemiyorum, dedim, gitmedim."
Beyazıt’taki evi sergide
Bu eğitim 1'inci Dünya Savaşı patlayınca maalesef yarıda kesiliyor. Savaş nedeniyle tüm yabancılar sınırdışı edilince Türkiye'de 1914 kuşağı olarak adlandırılan ressamlar kuşağı doğuyor. Duran da kendisini 1933'te İstanbul Üniversitesi'nde akademisyen olarak buluyor. Feyhaman Duran'ın dünyasını aydınlatan sergide; sanatçının Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e geçiş döneminde hem Doğu hem de Batı sanatını içselleştirerek ortaya koyduğu bini aşkın eseri ve ressam eşi Güzin Duran’la beraber hayatının büyük bir bölümünü geçirdiği Beyazıt’taki evinden bazı bölümler; onun gündelik hayatını ve çalışma ortamını anlatan özel düzenlemeler eşliğinde sergileniyor. Resim malzemeleri, mobilya ve hat koleksiyonundan örneklerin bir araya getirildiği bu düzenlemeler, Türkiye sanat tarihinde öncü bir konuma sahip olan ressama ve dönemine ayrıntılı bir bakışı mümkün kılıyor. Sanatçının, CHP’nin Yurt Gezileri Projesi kapsamında Gaziantep’te yaptığı çalışmalar ise hem döneme dair belge niteliği taşıyor hem de İstanbul resimlerinden farklı üsluplarıyla Duran’ın sanatına yeni bir yaklaşım olanağı sunuyor.
Türkiye'de müze gezme kültürü Picasso sergisiyle başlayıp, yerleşti
Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı ise, 15'inci yılını kutlayan Müze'nin (SSM) kuruluş öyküsünü anlattı. Rahmetli Sakıp Sabancı'nın eş dost çevresinden gelen "İnsan oturduğu evini müze yapar mı, ne gerek var boşver Sakıp Ağa..." laflarına aldırış etmeden müzenin kuruluşuna öncülük ettiğini söyleyen Güler Sabancı, ilk kez 1998'de Hilton Parksa Otel'de yapılan bir aile toplantısına o zamanın önde gelen yerli yabancı akademisyen ve yöneticilerini de davet ettiklerini, "Özel koleksiyonun, bir aile evinin nasıl müzeye dönüştürülebileceğine" dair herkesin fikrine başvurulduğunu ifade etti.
Sakıp Sabancı'nın, "Bana Picasso'yu getirin" hedefiyle 2002'de kapılarını açan SSM'nin, bu İspanyol dehayı Türk halkıyla 2005 yılında buluşturduğunu; "Picasso İstanbul'da" sergisinin Türk müzeciliğinde çığır açtığını söyleyen Güler Sabancı;
"O dönem yabancı basın mensuplarından biri, sanırım Le Figaro'ydu, 'Türk halkı Picasso'ya bu kadar aşina mı?' diyerek imalı sorular soruyordu. En iyi cevabı Türk halkı verdi. 3 ayda 254 bin 500 kişi sergiyi gezdi" diye konuştu.
Sabancı "Picasso Sergisi Türkiye'de kırılma noktasıydı. Getirme, taşıma, nakletme, sigortalama, sergiye girerken audio kulaklık takma, palto bırakma, gruplar halinde dolaşma gibi, müze gezme kültürü bu sergi vesilesiyle beraberinde ülkemize giriş yapmış oldu" dedi.
Şu ana kadar Monet, Rembrant, Miro, Rodin gibi dünya devlerinin eserlerini Türk halkıyla buluşturan SSM'nin "Sadece kıymetli eser sergilemek amacıyla değil, topluma ne veriyoruz" misyonuyla ilerlediğini vurgulayan Güler Sabancı, "Ne tortu bırakacağız, ne bilgi üreteceğiz, diye soruyoruz. Örneğin her kataloğumuz bir başvuru kitabı olarak hepsi de ulusal kütüphanelere giriyor. Bu bizim için çok önemli" ifadesini kullandı.