Nobel ödülüne aday gösterilen ve kazananların hikayeleri her zaman ilgimi çekmiştir. Kimi acı, kimi hüsranla perçinlenen, yarı delilik yarı dahilik arasında gidip bilim insanlarının, yazarların cep delik cepten delik yıllarının çabalarının sonucunda gelen başarı öyküleridir her biri.
Bu yılki Nobel Fizik ödülünü üç bilimadamı ortak çalışmasıyla kazandı. Ödül parasının yarısı 1.1 milyon dolar Dr. Rainer Weiss’e gitti. Kendisi MIT Üniversitesi’nde profesör. 85 yaşında. Hitler döneminde henüz küçük bir çocukken doğup büyüdüğü ülkeyi, ailesinin kanatları altında terk etmiş, Çekoslovakya üzerinden Amerika’ya kaçmış. Para ödülünün diğer yarısını ise California Teknoloji Üniversitesi’nden (CALTEC) Dr. Kip Thorne (75) ile Dr. Barry Barish (81) birlikte paylaştılar.
100 yıllık teoriydi
Peki ne yapmış bu bilim insanları? Einstein’in 100 yıl önceki teorisini ispatlamışlar. Einstein nasıl bir dehaysa artık taa 1916’da demiş ki; “Bu uzayın boşluktan oluşması imkansız. Gezegenler nasıl boşlukta asılı duruyor? Yaptığım hesaplara göre, uzay boşluğu diye bir şey yok. Uzay çekim dalgalarından oluşuyor. Gezegenler ve yıldızlar bu dalgaların üzerinde dalgalanıyor.” Einstein, madde ve enerjinin (gezegenler, yıldızlar, ışık vs.) uzayın geometrisini bozduğunu öne sürmüştü. Bu durumu, yatağa uzandığınızda içine gömülmek gibi düşünün.
Uzay ve zaman esniyor
Biraz daha açayım. Einstein’in hes apları uzay ve zamanın çekip uzatılabildiğini, sıkıştırılabildiğini, yırtılıp kara deliklere dönüşebileceğini gösteriyordu. Bu nasıl olabiliyordu? Çünkü tüm gezegenler, yıldızlar ve ışık, dalgalı bir denizin (ya da jölenin) içinde gibiydi. Uzay aslında boş değildi. Gezegenler ve yıldızlar aynı, denizin üzerinde batıp çıkan şamandıralar gibi, çekim dalgalarının üzerinde yüzüyordu. Dolayısıyla ağırlıkları ölçüsünde ne kadar çekim dalgasına battılarsa yakınlarında bulunan cisimleri de o kadar kendilerine doğru çekiyorlardı. Bunu gergin bir çarşafın ortasına koyduğunuz ağır bir kütleye doğru çekilen demir bilyeler gibi düşünebilirsiniz. Zaman, uzay boşluğundaki bu dalgalanmanın etkisiyle esneyip kısalabiliyordu.
“Siz manyak mısınız?”
Bu üç bilimadamı, ilk kez 1975’te Einstein’ın bu teorisini doğrulamak için kolları sıvadı. Uzaydaki çekim dalgalarının ve bunların yarattığı dalgalanmanın karşı karşıya konulan iki ayna arasındaki mesafeyi değiştireceğini öne sürdüler. Lazerle ince ölçümler yapıldı ve sonuçta iki aynanın uzay dalgalarının etkisiyle birbirlerine bir proton atomu kadar yaklaştıklarını belirlediler. Koşa koşa devlete gittiler. Amerika’nın TÜBİTAK’ı olan Ulasal Bilim Vakfı, Dr. Weiss’in kendi ifadesiyle “Kardeşim siz manyak mısınız?” dedikten sonra, 40 yıl boyunca bu bilim adamlarının çalışmalarını desteklemek amacıyla projeye 1 milyar dolar ayırdı.
CERN fikri onlardan
Dahi bilimadamları bugün İsviçre’nin CERN kasabasında kurulu dairesel Hadron partikül hızlandırıcısının yapımını çok daha önceden, taa 1993’te Kongre’ye “Gelin böyle bir makineyi ABD topraklarında biz inşa edelim” diye teklif etti. ABD Kongresi bütçeyi fazla bulup reddetti. Ardından bu kez CERN’dekinin daha ufak, doğrusal bir versiyonu olan LIGO’yu geliştirdiler, Kongre onayladı. Parçacık deneylerinde kullanılmak üzere 1994 yılında LIGO’dan iki tane inşa edildi, çalışmalar başladı.
İki kara delik çarpıştı
Yıllarca süren çabalar, 2015 Eylül’ünde sonuç verdi. İki kara deliğin çarpışmasını izleyen bilim adamları, bu doğa olayı sırasında uzaydaki “Çekim dalgalarını” açıkça tespit etti. İki ay boyunca, verileri kontrol edip, gerçekten doğru olduğuna ikna olduktan sonra dünyaya bu buluşu duyurdular.
Hollywood’a film oldu
Dahi üçlünün çalışmaları Hollywood’un da dikkatini çekti. Dr. Thorne’un kara deliklere olan ihtirası onu küçük çaplı şöhrete kavuşturdu. Thorne, 2014’te çekilen Matthew McConaughey başrol oynadığı Interstellar (Yıldızlararası) filminin hem fikir babalığını hem de yapımcılığını üstlendi. Filmde uzaydaki bir solucan deliğinden geçerek birkaç saatliğine devasa bir kara deliğe gidip geri gelen ve döndüğünde kızını 100 yaşında bulan bir astronotun macerası anlatılıyordu.
Sonuçta, şu an uzaydaki cisimlerin, dalgaların üzerinde inip çıkan toplar misali durduğunu biliyoruz. Dalgaların yüksekliği ve hızı artırılırsa, çok kısa zamanda cisimlerin bir yerden bir yere gitmesi de mümkün. Aynı; şiddetli dalgada karaya kısa zamanda vuran bir topu düşünün. Dalgalar durulduğunda top da karaya ulaşmakta güçlük çekiyor. Uzay bükülebildiğinden zamanda yolculuğu da mümkün kılıyor. Medeniyetimizin önünde yeni bir ufuk açılıyor.
Haberin Devamı