21. yüzyılın yeni Güç Üçgeni

ABD´li yazar Stephen Kinzer´dan eksen tartışmalrına farklı bakış

Haberin Devamı

Stephen Kinzer, 5 kıtada 50’nin üzerinde ülkeden haber geçmiş dünya çapında bir gazeteci. Daha da önemlisi New York Times’ın ilk Türkiye temsilcisi (1996-2000). Türkiye, İran ve Orta Doğu konularında uzman. Türkiye’deki görevi bitince yazdığı “Hilal ve Yıldız: İki Dünya Arasında Türkiye” kitabıyla da yakından tanıdığımız biri. “Türkiye eksen mi değiştiriyor” tartışmalarının yaşandığı tam da bu dönemde, piyasaya Reset: Iran, Turkey and America’s Future (Sil Baştan: İran, Türkiye ve ABD’nin Geleceği) adlı yeni kitabı çıktı. Kitap çıkalı daha 10 gün oluyor. Ama gerek ABD’de gerek bizde tartışma koparacağı kesin. Çünkü Kinzer, ezber bozan yeni bir görüş ortaya atıyor. ABD’nin, İsrail ve Suudi Arabistan’a fazla bağımlı geleneksel ortaklığının Orta Doğu’ya şiddet, nefret, terör ve savaştan başka bir şey getirmediğini; bunun yerini daha mantıklı olan ABD-Türkiye-İran ortaklığının alması gerektiğini savunuyor. “Haydi büyük düşünelim. Yeni fikirler ortaya atalım. 20’nci yüzyıl bitti, 21’e girdik. Soğuk Savaş bitti. Ama ABD’nin Orta Doğu politikası hâlâ değişmedi. Aynı yerde sıkışıp kaldık. Bu da mevcut krizleri daha şiddetli hissetmemize yol açıyor” diyor.
Kendisiyle görüştüm. Söylediklerini ve kitabında yazdıklarını merak edeceğinizi düşünüyorum.

***
İyi bir tarihçi olan Kinzer, kitapta İran’a ambargoların neden işe yaramadığından başlıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiliz kontrolündeki İran’da, halk daha fazla demokrasi ve özgürlük ümidiyle şahın rakibi Musaddık’ı başa getiriyor. (1951) S. Arabistan’da faaliyet gösteren Amerikan petrol şirketleri, o dönem petrol gelirlerini Suudilerle 50-50 paylaşma kararı alınca, İran hükümeti de benzer bir anlaşmayı İngilizlerden istiyor. İran petrolünü çıkaran BP bunu reddedince, Musaddık İran’ın petrolünü millileştiriyor. Sen misin yapan?
İngiltere tüm teknisyenlerini ülkeden çekiyor, ABD dahil diğer petrol şirketlerini de İran’ı boykot etmeye ikna ediyor. İran, petrolünü kimseye satamıyor. Aynı zamanda ülkeye denizden abluka başlıyor. Tankerler Basra’dan içeri sokulmuyor. Londra’daki bankalar İran’ın tüm varlıklarını donduruyor, ülkeye ihracat da durduruluyor. (Size tanıdık geliyor mu?)
Daha sonra CIA marifetiyle, Tahran sokaklarında yüzlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan “halk isyanları” başlatılıyor ve Başbakan Musaddık görevden alınarak hapse atılıyor. Yazar Kinzer, Musaddık’tan bahsederken “İran’ın George Washington’unu desteklemek yerine, iktidardan indirdik. Neden? Ülkesinin petrolünü millileştirdiği için” diyor.
Aradan geçen 25 yıl boyunca ABD, katı Şah yönetimininin en büyük savunucusu kesiliyor. “ABD’yi arkasına alan Şah, mutlak diktatör oldu” diye yazıyor Kinzer. 1975 Uluslararası Af Örgütü raporuna göre insan hakları ihlallerinde dünyada hiçbir ülke İran’ın yanına bile yaklaşamıyordu.

***
Şah’ın devrilmesinden sonra da ABD’nin İran’ın iç işlerine müdahalesi değişmiyor. İranlılar bugün bile 1980’de Saddam’ın İran’ı işgal etme planının arkasında ABD olduğuna inanıyor. 2002’de New York Times’ta yayınlanan bir rapordaki satırlar bunu doğrular nitelikte: “Amerikan istihbaratı, o yıllarda Iraklı generallerin İran’a karşı kimyasal gaz kullanacaklarını biliyordu. Ve Irak’ın İran’la arasındaki savaşta kimyasal gaz kullanması, daha sonra Bush yönetimince Irak’ta rejim değişikliğinin haklı gerekçesi olarak gösterildi.”

Kinzer şu satırlara yer veriyor: “Irak’ın kimyasal silah kullanması, ABD’nin bunu araştırmaya yönelik soruşturmaları engellemesi, Saddam’ı eleştirilerden koruyup kollaması; mollaların konvensiyonel silahları bırakıp kendi nükleer programlarını geliştirmeye itti.”

***
Kinzer, tüm bu olanlara rağmen, İran’ın 11 Eylül saldırılarından (2001) sonra El Kaide’ye yönelik ve Afganistan’da Taliban’a karşı mücadelede ABD ile aktif işbirliği yaptığını söylüyor. Hatta CIA tarafından da onaylanan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın o dönemki raporunda “İran’la ilişkilerin yeniden düzelmesi için gerçek bir fırsat yakalandığı”na dikkat çekiliyor. Ama gel gör ki 2002’de Bush, İran’ı şer eksenine dahil ediyor. Buna rağmen İran, 1 yıl sonra ABD ile kapsamlı görüşmeler başlatılmasını teklif ediyor. ABD’den; ekonomik ambargoyu kaldırmasını, barışçıl amaçlarla nükleer teknolojiye izin vermesini ve molla rejimini yıkmak isteyen terörist gruplarla mücadele etmesini istiyor. Tahran karşılığında nükleer programında “tam şeffaflık” sözü veriyor; Hizbullah, Hamas, İslami Cihad’a malzeme yardımını tamamen kesmeyi, ABD’ye El Kaide ile mücadelesinde desteği artırmayı, ayrıca İsrail’i 1967 sınırları içerisinde kabul etmeyi tahahhüt ediyor. Bush yönetimi bu teklifi elinin tersiyle geri çeviriyor.

Kinzer’a göre İran’a bugün yapılanlar, ABD ve İngiltere’nin 1953’ten beri yürüttüğü politikanın aynısı: Önce ambargo, sonra “demokrasi hareketleri”, en son rejim değişikliği. Ama bu politika daha istikrarlı bir Orta Doğu ve güvenli bir dünya yaratmıyor.

KINZER NELER SÖYLÜYOR?

* Dünyada ikinci bir ülke daha yok ki (Türkiye), hem Hamas, Hizbullah, Taliban tarafından saygı duyulsun, hem de İsrail, Lübnan ve Afgan hükümetleriyle iyi ilişkiler içerisinde olabilsin.

* Türkiye eksen kayması yaşıyor mu? Hayır ben buna inanmıyorum. Türkiye kendine yeni bir jeopolitik pozisyon aramıyor. İran’la yakınlaşmıyor. Batı’ya bağlı, ABD ve Avrupa’nın siyasi değerlerini paylaşıyor. Amerika’ya sadece “Çatışma ve ambargo politikası İran’da sonuç vermeyecek. Bu sizin (ABD’nin) ve bizim (Türkiye’nin) çıkarımıza değil” diyor. Bu, Türkiye’nin nereye gittiği ile ilgili değil, sonuca nasıl ulaşıldığı ile ilgili bir tartışma.

* Türkiye, ABD’nin yörüngesinden çıkıyor. Ama Türkiye’nin yeni rolü, ABD için son derece önemli fırsat. Bölgeyi tanıyan bir Müslüman ülke olarak, Türkiye Amerika’nın gidemeyeceği yerlere gidebilir, kuramayacağı ortaklıklar kurabilir, yapamayacağı anlaşmalar yapabilir. Amerikan birliklerini kendi topraklarından Irak’a sokmayarak ya da İsrail’in Gazze operasyonlarına karşı çıkarak Müslüman ülkeler nezdinde itibarını artırdı. Onlar üzerinde etkili olma gücü arttı.

* NATO ve AB’nin aklı varsa aktif bir Türkiye’nin kendilerine faydalı olacağını görürler. Batı, bölgede istikrar istiyor. Orta Doğu’nun tansiyonunu düşüren her hareket ABD ve Avrupa için iyidir. Ayrıca Türkiye, diğer Müslüman ülkelere de örnek oluyor. Şeffaf politika ve ekonomiyi benimserlerse başarılı olacaklarını kanıtlıyor. Çünkü bunlar Batı için emsalsiz değerler.

* Bu süreçte Türkiye Batı’nın iyi bir ortağı olabilir. Ancak her iki tarafın da dinlemeyi öğrenmesi gerekiyor.

* İsrail’in gerçek dostları, İsrail’in uzun dönemde huzurlu yaşamasını güvence altına alan politikaları desteklemeliler. Sadece askeri metodlarla sağlanan güvenlik kalıcı olmaz.

* Türkiye İran ve ABD’yi birleştiren ortaklık iki nedenden ötürü anlamlı: Bir, hepsinin uzun vadede stratejik çıkarları aynı. Orta Doğu’da istikrar, enerji kaynaklarının serbest dolaşımı, Irak’ta ve Afganistan’da silahların susması vs. İki, halkları aynı değerleri paylaşıyor. İran ve Türkiye, Orta Doğu’da demokratik kültür geleneği olan tek Müslüman ülkeler. Eğer İran’da uzun vadede rejimde bir demokratik ilerleme kaydedilirse, 21’inci yüzyılın yeni “Güç Üçgeni”, ABD, Türkiye, İran olur.

* Arap dünyasında bir lider boşluğu var. Bu da Türkiye’ye daha büyük bir rol oynama şansı tanıyor. Ve şu an dindar inançlı bir hükümet tarafından yönetiliyor. Yani bölgedeki inandırıcılığı daha fazla. Türkiye birçok rejim, fraksiyon ve hatta radikallerle ilişki ağlarını açık tutarak bence çok iyi bir iş yaptı. Ama İsrail’le de diyaloğu ve ilişkisini muhafaza etmeli. ABD’nin dış politikadaki kötü huylarını kendine örnek edinmezse, bölgede çok etkili olur.

* (Erdoğan’ın sert üslubuyla ilgili yorumu) Türkiye, Amerika’nın dış politikadaki iki kötü huyunu edinme tehlikesiyle karşı karşıya. İlki dünya sahnesinde duygularıyla hareket etme. İkincisi birincisiyle bağlantılı. Kısa vadede insanların kendini iyi hissetmesine yol açan, tatmin edici gibi görünen açıklamalar ve davranışlar, gerçekte uzun vadede ulusal çıkarlara zarar veriyor. Türkiye sorunların çatışmayla değil, diyalogla, diplomasiyle çözülmesi gerektiğini söylüyor. Bu harika bir mesaj. Ancak Türkiye her zaman kendi önerisini izlemiyor.

* Irak’ı istikrara kavuşturmaktan tutun da, İsrail-Filistin barışına, El Kaide’nin marjinalleştirilmesine kadar Amerika Orta Doğu’daki hiçbir çıkarını, İran’ın yardımı olmadan başaramaz. Amerika kabul etsin ya da etmesin, İran bölgesel bir güçtür. İran-ABD ilişkilerinin başlaması durumunda, bunun getirisi şunlardır:
* İran’ın, Irak’ta barışın sağlaması için diğer ülkelerin hepsinden daha çok faydası dokunur.
* İran, Afganistan’ın istikrara kavuşmasına yardımcı olabilir.
* İran, Hamas, Hizbullah gibi gruplar arasında arabuluculuk yapabilir, anlaşmalar sağlayabilir.
* ABD-İran ittifakı, El Kaide’yi zayıflatır. Çünkü bu, iki devletin ortak çıkarı.
* İki ülke ilişkisi, ekonomik alanda da yeni fırsatlara, işbirliğine dönüşebilir.

DİĞER YENİ YAZILAR