Op. Dr. Bülent Türkyılmaz’a göre, güzelleşmek isteyen pek çok kadın ve erkek kimseye fark ettirmeden ve zaman kaybetmeden sonuç almak istiyor ve yeni yöntemlerle bu çok kolay.Çok değil 2000’lerde estetik alanındaki gelişmeleri tartışmak için kongrelere giden doktorlar kongre süresince estetik cerrahi ameliyatlarını konuşurdu. Birçok cerrah son yarım gün, ‘kongre bitmiş’ der ve giderdi. O yarım günde ise estetikteki ufak tefek dokunuşlar konuşulurdu. Son yıllarda plastik cerrahi kongrelerinde bile, dört gün cerrahi tartışılıyorsa, son üç buçuk gün non-invaziv dediğimiz, cerrahi olmayan girişimler ele alınıyor. Op. Dr. Bülent Türkyılmaz ile estetikteki cerrahi dışı yeni gelişmeleri konuştuk. Zamansızlık non-invaziv yöntemleri doğurdu“Non-invaziv girişimlerin günümüzde gelişmesinin tek nedeni insanların zaman sorunu. Ciddi anlamda artık herkes minik işlemleri bir kahve arasında halletmek istiyor. O zaman da devreye non-invaziv cerrahi işlemler, yani bizim estetik dokunuşlarımız giriyor. Artık daha çok cerrah bu konuya el atmaya başladı. 1967’den beri yapılan botoksun her geçen gün milyarlarca kullanıcıya ulaşmasıyla beraber, son derece güvenilir ve güzel sonuçların ortaya çıkması, kullanım alanlarının artması (terleme ve kas kasılmasına iyi gelmesiyle) beraber yeni yöntemler artıyor. Bunların arasında; kolajenler , inorganik dediğimiz dolgu maddeleri ile deprese olmuş alanların bir şekilde daha genç hale döndürülme imkanları oldu.”Cildi provoke ediyoruzBu yöntemlerle gerçekten nereye kadar gidebilir bir yüz?Hasta kendine çok iyi bakıyor, ideal kilosuna yakın, vücudu iyi fakat yılların getirmiş olduğu bir takım çökmeler, su tutma ve kolajen madde eksiklikleri ortaya çıkmışsa; bu hastalarda doğru yerlere doğru miktarlarda gereken madde konulduğunda, onların kendi yaşlarının en güzeli olmalarını sağlıyoruz. Bunun için cildin altını doldurup, cilde hacim kazandırarak lifting etkisi yaratıyoruz ve cilt ön plana çıkıyor. Vampir teknolojiler denilen, hastanın kendi kanının içindeki trombositlerden yoğun maddeyi alıp tekrar dört milimetrelik bir derinliğe enjekte ediyoruz. Burada iki türlü etki devreye giriyor. Bir tanesi enflamatuar dediğimiz vücudun verdiği bir reaksiyon var. İkincisi ise bir takım büyüme faktörlerinin provoke edilmesiyle cildin bir parça parlaklaşması söz konusu. Bu yöntemler aspirin gibi her insanda aynı etkiyi yaratmaz. Bunda cildin rengi, elastikiyeti, hastanın veya kişinin kendi sosyal yaşantısı ve alışkanlıkları çok önemli. Şu anda biz doktorların da heyecanla beklediği şey ise yeni kök hücre teknolojisi. Bu teknoloji çeyrek asıra dayanıyor. Günümüzde iki farklı şekilde yapılıyor. Birinde pubis bölgesindeki yağ dokusu üzerinden zenginleştirilmiş hücre, diğerinde kulak arkasındaki deri alınıyor ve 50-60 gün içinde kök hücre elde edilip kişiye enjekte ediliyor.Selfie estetiğe olan ilgiyi artırdı“Estetikte yeni trend dediğimiz zaman en önemli şeylerden biri hastalarımızın çok kısa bir sürede günlük hayatlarına dönebilecekleri işlemleri tercih etmeleri.Genç insanlar genelde bu işe yatkın. Kendilerini devamlı selfie ile takip ediyorlar. Kendilerindeki en ufak sorunu bile görüyorlar ve gördükleri herhangi bir deformasyona da biz eski nesillerin olduğu kadar toleransları yok. Hemen diyorlar ki bu burun neden güzel olmasın. Dudağım neden kalınlaşamasın?İyileşme süreçleri artık çok kısaldıİşin güzel tarafı estetik ameliyat sonrasında artık eskiden olduğu gibi uzun bir iyileşme süreci yok. Çapa’da ihtisas yaptığımız yıllarda meme protezi olan hastayı üç gün yatırıyorduk. Şimdi hasta o kadar rahat ki anestezik maddeyi vücuttan direkt atıyor. Eğer operasyon çok başarılı geçmişse, hasta iki saat sonra evine gidebiliyor. Dikiş almaya bize gelmiyor, yurt dışı hastalarımız iki-üç gün sonra uçağa atlayıp evlerine dönebiliyor. Aslında bu da yeni trendlerle alakalı. Eski klasik liposuctionlarımız yeni teknikle birlikte çok ilerledi. Artık neredeyse lazer ve vazer dediğimiz ses dalgaları sayesinde liposuction sonrası, ödemler hemen iniyor hatta olmuyor.Eskiden elastik bandajlarla sarardık fakat artık öyle güzel korseler var ki buna gerek kalmıyor. Bunun dışında artık her bölgeye eşit baskı yapan sünger, bu süngerin sızan kanı emmesi, bu şekilde liposuctionda ki düzensizlikler azaldı. Morarmalar son derece çabuk geçiyor. Hastaların günlük hayata dönmesi çok hızlı. Endoskopik yapabiliyoruz bazı şeyleri. Mesela endoskopik yüz germe yapıyoruz. Bunlardan dokular kesilip kaldırılmadığı için, dokular yeni yerlerine yapıştırıldığı için, hastalar günlük hayatlarına dönebiliyor.”Gözaltı ve üstünde sorunlar çözüldü“Göz altı ve göz kapakları bitişiktir. Artık alt ve üst göz kapağı ameliyatlarında yeni trend yağları çıkartmayalım üstüne döşeyelim oldu. İkincisi adaleyi bir milim çıkartalım ki gözde açıklık olmasın diyoruz. Deriyi mutlaka konservatif çıkartalım. Üç tane de dikiş koyup, 72 saat sonra onları alalım istiyoruz. Şimdi uygun hastalarda hiç kesim yapmıyoruz. Lazerle, hafif ısı etkisiyle deriyi yakıp, buradaki fazla deriyi almadan, göz küresini koruyup bu işi halledebiliyoruz. Alt göz kapaklarında son derece koruyucu, oturup, üzerindeki deriyi tamamen ableziv lazerle yakıp hiç kesmeden çözüyoruz Yağ dokuları fazla olanda bile, dışarıdan 11 numara bistüriyi batırıp, hiç kesmeden lazerle oldukça hoş görüntü oluyor.”Lazer tekniği her yerdeNon-invaziv tekniklerin geldiği noktalardan biri de ultrasonik ses dalgalarının kullanımı ve bu ses dalgaları bir çok alanda da kullanılmaya başlanıyor. İşlemlerin konforu arttıkça da insanların cesareti, yaptıkları ameliyatların sayıları, çeşidi de artmaya başladı. Lazer sıkılaştırma artık her yerde kullanılıyor. Hatta artık vajinal gençleştirme ve sıkılaştırmada da yardımcı oluyor. Face lift en yeni diyebileceğim yöntemlerden. Endoskopik midface ve brow lift dediğimiz hiçbir kesim yapmadan ağız içi ve göğüs içinden yapılan kesilerle orta yüz yukarı kaldırılıyor. Klasik yüz germe yapılan cildi sorunlu hastalara da lazer uyguluyoruz.Terleyenlere botoks yapılıyorBotoks yüzde dört ay, 90 gün, koltuk altı terlemelerde yaklaşık olarak 9 ila 12 ay arası gidiyor. Şu sıralar en popüler şey de koltuk altı botoksları. Çünkü sürekli mavi yakalı insanlar geliyor. Koltuk altı terlemesi yaz ile birlikte başlıyor. Çünkü biliyorsunuz yazları insanlar ceketlerini çıkarıyor. Herkes diyor ki ‘Terlemezsem ne olur?’ Koltuk altından terlemezsen eğer, sırtından terlersin, göbeğinden terlersin, bacağından terlersin, vücudunun yüzeyi bunu atar. Sıcak bir günde sadece nefesimizle 4 litre ve üzeri sıvı kaybediyoruz. Zaten koltuk altından terleyeceğimiz ne kadar olabilir ki? 100 mü? 150 mi?Nefesinle 4.5 litre su kaybediyorsun. Terlemezsen sağlığına, sıhhatine en ufak bir zarar bile gelmez. Keza eller keza kasıklarda olduğu gibi. Bu şekilde bunu engelleyebiliyoruz.”Rinoplasti alanında yeniliklerimiz var“Rinoplasti ameliyatlarında radyo frekanslı bir takım uçlarla piazo dediğimiz bir aletle, artık kemikleri titreştirerek kesiyoruz. Titreştirerek kesmek eski klasik törpüleme veya çekiçle vurmak yerine daha rahat bir yöntem. Ses dalgası titreşerek kemiği kesiyor ama alttaki mukozayı kesemiyor. Dolayısıyla artık bu istemediğimiz çökmüş burunlar, kemik bir tarafta yan yatmış gibi görüntüler hiçbir zaman olmuyor çünkü mukoza burnu tutuyor. Sen kemiği istediğin yerden, istediğin kadar kesiyorsun. Yani eskiden olduği gibi bir yeri keserken çift kat kemik kurulması oluşmuyor. Ses dalgasıyla gördüğün yerden alıyorsun ve bunun başka bir özelliği de morarma olmaması.”Yenilikler fiyat artırmadı azalttı“Eskiden çok az olanak ve çok az plastik cerrahı vardı. Fiyatlar bence olması gerektiği gibiydi. Fakat hem plastik cerrah sayısının artması, hem de yapılanların rekabete açık olması, fiyatlarımızı hakikaten azalttı. Hasta sayısı inanılmaz çoğaldı. Bazı günler 14 vaka var diyelim 13’ü yurt dışı hastası 1 tanesi Türk hasta oluyor. Yurt dışından gelen hastalar için de uçak seyahati, konaklaması ile bütçe şişiyor. Bazı özel hastanelerin rekabet yapmak için bu işi ucuzlatması söz konusu. Almanya ve İngiltere’deki fiyatları bile düşürdük.Sonuç olarak Türklerin alım gücüne göre iyi. Ulaşılabilir. Bu işi isteyene hizmeti verebilecek hastanelerimiz ve arkadaşlarımız var. Çok istiyorsanız, burun ameliyatını 30 bin liraya yapan da var 3.500-4.000’e yapan da.
Geçmişte Beyoğlu’ndaki 150-200 kişi kapasiteli canlı müzik dinlenen mekanlar yerini binlerce kişiyi aynı anda eğlendiren mekanlara bıraktı.Kayıkhane - Denize nazır müzik dinleyebileceğiniz mekanKayıkhane’de konserler başladığından beri her tarzda müzik dinleyene alternatif var. Arabeskten rock müziğe uzanan konserlerde en kalabalık olan gecede 1100 kişiyi gördüklerini belirtiyor Erkan Ulutaş. Kayıkhane’nin başarısında geçmişte sahip oldukları birikimin yattığını söyleyen Ulutaş, “Bizim koyduğumuz ses sistemleri ile ayrı bir mekan açılırdı. İnsanlar da farkı hissediyor tabii. Kaliteli bir müşteri kitlesi var. Genelde 25-30 yaş üzeri” diyor. Bu arada mekanın restoran kısmının üst katına 1.5-2 ay içinde çok güzel bir bar açılacakmış. Önünde büyük bir de terası olan barın yanı sıra 1300 kişi kapasiteli orta bahçede de bir tiyatro ve yazlık sinema projesi hayata geçirilecek...İkinci derece tarihi eser restore edildiModa Sahil ve Kayıkhane’nin sahibi Erkan Ulutaş, iddialı projeyi nasıl hayata geçirdiklerini şöyle özetliyor: “Zaten sektörün içindeydik ve projeye 2010’da başladık. 4 yıl izinler sürdü. 1935’te Atatürk’ün İngiltere kralını ağırladığı bir bina. Türk-İngiliz yat kulübü olarak kurulan derneğin şimdi kayıkhane olan bölümünde yelkenliler tamir ediliyormuş. İkinci derece tarihi eser olduğu için Anıtlar Kurulu’ndan izin alınırken, kurul bu konu üzerinde çok hassas davrandı. Halka açık günübirlik konaklama ve ağırlama amaçlı tesis haricinde kullanılamaz diye projeye şart koydu. Kayıkhane de zaten konser alanı ve restoran olarak yapıldı.” DasDas - Ataşehir’e sanatı getirdiMert Fırat, Didem Balçın, Harun Tekin, Koray Candemir, Muzaffer Yıldırım, İstanbul Anadolu yakasına yepyeni bir sanat, eğlence ve lezzet noktası kazandırdı.Yemek, tiyatro ve müziği bir araya getiren DasDas, ziyaretçilerine sanatla iç içe keyifli vakit geçirtmeyi amaçlıyor. İçerisinde bir performans sahnesi, bir tiyatro salonu, bir atölye sahnesi, bir de dünya mutfağı restoranı yer alan mekan, Mart ayında Batı Ataşehir’de kapılarını açtı. DasDas Müzik 350 kişilik kapasitesiyle haftanın altı günü rock, caz ve bağımsız müzik performanslarını ağırlıyor. Sahne 400 kişilik oturma kapasitesi ve meydan yahut çerçeve sahne formuna geçebilen DasDas Sahne, kendi çatısı altında üretilen prodüksiyonlara ve konuk tiyatro ekiplerine, stand up gösterilerine, çocuk oyunlarına sahne oluyor. Koltuklar kaldırıldığında 1200 kişilik bir konser alanına dönüşüyor.Living Room - Caz müziğin adresiCaferağa’da Anadolu Yakası’nın ilk ve tek caz kulübü olarak anılan Living Room; sanatı, müziği, eğlenceyi, yemeği bir araya getiriyor. 80 ve 100 kişilik iki farklı sahnesinde caz, blues, etnik, tasavvuf, new age, latin, pop, alternatif müzik türlerinin müzisyenlerini ağırlıyor. Jolly Joker Vadistanbul - 1500 kişilik mekanJolly Joker, Vadistanbul AVM’de sanatçılarla müzikseverleri buluşturuyor. Jolly Joker konseptinde iç dekorasyonu ve son teknoloji ses & ışık sistemi ile Jolly Joker Vadistanbul, yılda 200’ün üzerinde etkinlik yapılan, 2 bin m2 ve 1.500 kişi kapasiteli bir mekan. IF Performance Hall - Ankara’dan İstanbul’aIF Performance Hall, 2016’da Ataşehir sonra da Beşiktaş’ta açıldı. IF Performance Hall, İstanbul’da canlı müzik dinlemek isteyenlerin uğrak yeri. Mekanın iddiası: Kadrosu ve kaliteli ses-ışık sistemiyle, dünyanın en iyi müzik festivallerinin ambiyansını ayağınıza getiriyor. Ağaç Ev - Rock ve blues keyfiRock konserleri ile tanınan Shaft’ın yerine açılan mekan Kadıköylü müzikseverlere blues ağırlıklı müzik keyfi yaşatıyor. İddialara göre mekan müdavimlerini yaratacak gibi görünüyor. Beyoğlu’nda hizmet verirken çok sevilen Ağaç Ev’in Kadıköy’de de müşterilerinin üzerinde aynı etkiyi bırakacağı konuşuluyor. Dorock XL - Ataşehir’e sanatı getirdi2 bin m2 kullanım alanına, yani istanbul’un büyük kapalı canlı müzik sahnelerinden birine sahip. Dorock stage, dorock cafe & bistro ve dorock baze olarak ayrılan mekanda herkes kendine göre bir şeyler bulabiliyor. İstanbul’un en köklü alternatif müzik mekanlarından Taksim Dorock, 2015 yazında yeni içeriği ve genişletilmiş konsepti ile “Dorock XL” ismiyle Kadıköy’de hayata geçti. Dorock xl Stageİstanbul’un en büyük, ses ve ışık sistemi ile en çok tercih edilen kapalı canlı müzik sahnelerinden birine sahip olan Dorock XL, Stage alanında haftanın her günü iki farklı ismi ağırlıyor. Yerli ve yabancı çeşitli müzik tarzlarından usta müzisyenlerin performans sergiledikleri Dorock XL Stage, genç isimlere de sahnesinde yer veriyor. Müzikseverlerin zevklerine göre mutlaka bir alternatif bulabildikleri Dorock XL Stage, konforlu alanı ve iyi müziği ile ilgi çekiyor.Babylon - 19 yıllık konser mekanı 1999’dan bu yana İstanbul’un sanat hayatında öncü bir yere sahip olan Babylon; mimarisi, akustik tasarımı ve teknik donanımıyla Türkiye’nin en iyi canlı müzik mekanı olarak değerlendiriliyor. Yurt dışı müzik endüstrisi İstanbul’da görülmesi gereken ilk 10 mekan arasında kabul ediyor.
Türkiye’de kadınlar için kullanılan ‘’kirli çıkı’’ deyimi dünyanın her yerinde var.Çünkü çoğu kadın, gelirine göre bir miktar parasını eşinden saklıyor...Kadınları evlilik içinde gizli gizli para biriktirmeye iten neden ne?Evlilik boyunca eşlerin birbirinden sakladıkları irili ufaklı pek çok konu olduğunu herkes kabul ediyor ama bunlardan biri var ki araştırmalara konu olmuş durumda. ABD’de kadınlar arasında yapılan bir anketin sonuçlarına göre, kadınların eşlerine sıkılıkla söylemekten kaçındığı şeylerin başında: gizli biriktirdikleri paralar ve banka hesapları geliyor. Saklanan paranın miktarında; kazancın yanında eşe duyulan güven, evliliğin genel gidişatı, çocuk sayısı da etkili. Güven azaldıkça doğal olarak eşten gizlenen para, altın gibi değerli şeylerin miktarı çoğalıyor.Ayrılık anksiyetesi para gizlemeyi artırıyorBir kadının eşinden gizli bir banka hesabının olması için evliliğinin mutsuz bir seyir izlemesi ya da kocasını terk etmeye niyetinin bulunması gibi nedenler gerekmiyor. Aksine kadn çok mutlu bir evlilik sürüyor ve kadın kocasını çok seviyor da olabilir. Sadece bir gün gelip kocası başka bir kadına gönül verirse ya da yaşlılığında ondan ayrılırsa diye bir önlem alma ihtiyacı duyuyor.Kadınların gizli bir “kaçak fon”u olması gerekir mi?Kadınlardan bazıları bu kaçak fon için pek de iyi şeyler söylemiyor: “ Kaçak fon fikri, evlilik konusundaki kararlılığın ya da inancın eksikliğini gösteriyor. Hayat boyu sürecek bir taahhüt olarak evliliği baltalayan korkunç bir fikir olarak algılanıyor. Hatta bazıları, “Bunu asla yapmazdım ve kocamın gizlice bunu yaptığını keşfedersem de harap olurum” diyor.Bununla birlikte, karşı taraf yalnızca kendi adlarına acil para biriktirirken, bunu “kaçak bir fon” olarak görmeyeceklerini söylüyor ve bunu şöyle temellendiriyor, “Bir acil durum fonu ya da benzeri olsun olmasın, kendi kazancınızı elde etmeyle ilgili yanlış bir durum yok ortada, ve bunu ‘kaçak’ bir fon olarak adlandırmak biraz da saçma bir durum.”Ayrılık beklentisi kadınları gizli para biriktirmeye itiyor Beş kadından birinin gizli tuttuğu bir banka hesabı varKaçak bir fonun bir zorunluluk olduğunu kabul edenler var ve aslında bunu mutlu bir evliliğin anahtarı olarak kabul ediyorlar. Onlara göre evli kadınlar için gizli para gerekli. Diğer yarınız olan eşinize tamamen bağımlı iseniz o evlilikte mutlu olmak neredeyse mümkün değil. Çünkü “Evlilik bir taahhüttür ve yeterli paranız varsa sözünü tutmak ve geleceğe güvenmek daha kolaydır.”Gizli banka hesapları mutlu bir evliliğin anahtarı mı?İlişki uzmanlarına göre “gizli bir kaynağa sahip olmak, evlilikten ayrılmak istemediğiniz, aksine zihinsel bir kaçış noktasının değerlendirilmesi” anlamına gelir. Ekonomik özgürlüğü olanlar daha sakin, istedikleri gibi bir ilişki yaşar, bağımlı değildir, karşısındakini bunaltmaz. Aksi durumda ise işler sarpa sararsa öylece ortada kalacağını düşünen kadın tedirgin olur.Sonuç olarak yapılan ankete göre, neredeyse beş kişiden biri gizli banka hesaplarını eşinden saklıyor. Bu duruma dair konuşan ilişki uzmanlarının tümü tabii ki aynı görüşte değil. Örneğin yazar ve ilişki uzmanı April Masini, “Gizli banka hesapları veya ortaya çıkmayan büyük borçlar, bir ilişkide güven ve yakınlığı etkileyebilen sırlar” diyor. “Hasar asla parayla ilgili değil. Bu sırla ilgili; gizli, zararlı bir dinamik.”
Unutulmaz şairlerin şiirlerini Fazır Say besteledi, Güvenç Dağüstün söyledi Ece Dağıstan piyanoda çaldı ve Güz Şarkıları raflardaki yerini aldı... Nâzım Hikmet, Can Yücel, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Behçet Aysan, Ahmed Arif, Attila İlhan gibi ünlü şairlerin şiirlerinin Fazıl Say bestelerinde yeniden hayat bulduğu, Güvenç Dağüstün’ün solist olarak yer aldığı ve piyanist Ece Dağıstan’ın piyano partisini çaldığı “Güz Şarkıları” albümü, 7 Aralık’ta Ada Müzik etiketiyle dinleyicilerle buluştu. Yayınlandığı ilk günden beri büyük ilgi gören albüm, kısa sürede aralık ayının En Çok Satan Albümler Listesi’ne girdi ve zirveye yerleşti.2002 yılında Fazıl Say’ın Nâzım Oratoryosu’ndaki “Bugün Pazar” adlı besteyi de seslendiren Güvenç Dağüstün, Fazıl Say’ın ve Nâzım Hikmet’in yıllar sonra bu albümle, bu kez “Akrep Gibisin” ile yeniden hayatına girdiğini söylüyor. Güvenç Dağüstün, şan tekniği açısından bir hayli zor olan şarkılardaki müthiş yorumuyla, her parçada dinleyenlere farklı bir tat bırakıyor.Dağüstün ile albümü konuştuk...Bu albümü insanlar bizim kadar sevdiGüz şarkıları projesine nasıl başladınız, fikir nasıl gelişti?Güz Şarkıları Fazıl Say’ın üçüncü şarkı albümü. Fazıl’ın şarkılarının ilk seslendirilişini 2002 yılında yine piyanoda Fazıl Say eşliğinde birlikte gerçekleştirmiştik. Ancak Fazıl bu şarkıları hep bir kadın sesi düşünerek yazdığını söylerdi. İlk iki albümün solisti böylece Serenad Bağcan oldu ve şarkıları muhteşem yorumunladı. Her iki albüm de çok büyük başarı kazandı. Bundan yıllar sonra Fazıl Say yine şiirler besteledi. Sesi bana, tuşları da Ece Dağıstan’a emanet etti. Böylece başladık.Nasıl bir tepki bekliyorsunuz?En güzel üretim müzik! Biz çalışırken de kaydederken de çok mutlu olduk. Bitti, dinledik; yine sevdik. Bu albümü en az bizim kadar sevecek insanların olacağına emindik zaten. Sayısı önemli değildi. Ama gördük ki çok kalabalığız. Çıktığımız günden beri birinci sıradayız. Çok mutlu olduk tabii.Piyasada nasıl bir boşluğu dolduruyorsunuz?Piyasa benim için hiç ölçü olmadı. Saydığım, sevdiğim bir şey değil. “Piyasa olmama” boşluğunu dolduruyoruz bence.Dinleyenlerin bir hikayesi olacakHerkeste başka bir şey yaratsın isterim. Hepsi şiir bestesi. Şiir aslında kişisel bir şeydir ya zaten; herkese başka yerinden dokunur. Bu şarkılar da öyle olsun. Herkesin başka hikayesi olsun dinledikçe. Biz de vesile olmuş olalım. Bir de güzel güzel konserlerimiz olsun tabii. Canlı canlı götürelim müziğimizi.
OCAK:Kalori saymayı bırak Kilo almanın ve obezitenin sorumlusu ilk bakışta ‘sağlıksız ve aşırı beslenme’ olarak görünse de tek başına suçlu değil. Hep aldığımız kalorilere odaklanıyoruz ama yaktığımız kaloriler de obezitenin büyük sorumlusu, daha doğrusu yakamadığımız… Ben de bu yüzden hem danışanlarıma hem de çevremdeki herkese ‘kalorileri saymayı bırak, adımlarına bak’ diyorum. Aktif olabilmek için profesyonel sporcular gibi spor yapmanız gerekmiyor. Öncelikle daha sağlıklı ve aktif bir yaşam için gün içinde en az 10.000 adımı hedefleyin. Yağ yakma nabzı ve egzersize yeni başlayanlara öneriler de iyi yaşam günlüğü 2018’de size eşlik ediyor.ŞUBAT:Popüler besin deneBazı besinlerin yıldızı parlıyor. Her gün medyada, yakın çevremizde isimlerini duyuyoruz. Kimisi her derde deva olarak kimisi de kilo verme vaadi ile sunuluyor. Elbette ki hiçbir besinden mucize beklenmemeli ama hepsinin kendisine özel faydaları olduğu gerçek. Geçtiğimiz yıl adından bahsettiren omega-3 içeren chia tohumu, C, A vitamini, B grubu vitaminleri ve antioksidanlar açısından oldukça zengin gojiberry, tahılların anası olarak bilinen kinoa, adını çok sık duymaya başladığımız yağ yakımına yardımcı Hindistan cevizi yağı, tüm dünyada yoğun talep gören kara lahana ve matcha çayı 2018’de hayatımıza tüm hızıyla giriyor. MART:Su ve çikolata yararlı‘Ne yemeli’ konusu hep merak edilmiştir. Bu ikilinin başına bir çok şey getirebiliriz. Örneğin, ödem atmak için öncelikle yapılması gereken bol su içmek ve tuz içeriği yüksek besinlerden kaçınmak. Yağlı tohumlar, bitter çikolata ve omega-3 içeriğiyle balık da stresin azalmasına destek olur. NİSAN:Uyku yaşam enerjisiUyku bizler için yaşam enerjisi depolama aracı. Uyku ihtiyacı yeterli miktarda giderilmediği zaman, fazla kilolarımızdan, duygu durum bozukluğuna hatta kalp damar sağlığının olumsuz etkilenmesine kadar birçok sistem zarar görebiliyor. Evet doğru duydunuz, fazla kilolar ile uykusuzluk arasında önemli bir ilişki var, hatta günde ortalama 6 saat uyuyan bireylerin bel çevreleri, günde 9 saat uyuyanlara göre 3 cm daha fazla. Ayrıca yedikleriniz uyku düzeninizi ve uyku düzeniniz de yediklerinizi etkiliyor.MAYIS:Smoothie gerçekleriSmoothieler son zamanların popüler konularından. Zayıflamak isteyen, detoks yapan bu içecekleri tercih ediyor. Eminim siz de herkes gibi, ‘Bunun içinde ne var? Neye iyi geliyormuş?’ diye merak ediyorsunuz. Hazırlaması kolay ve pratik. Üstelik taze sebze ve meyvelerle de hazırlandığı için sağlıklı ama sınırsız tüketmeyin. HAZİRAN:Dijital detoksTeknoloji hayatı kolaylaştırıyor ama bağımlı olmamak ve faydalarını zarara çevirmemek gerekiyor. İnsan psikolojisi ile ilgili araştırmalara göre yemek yerken masanın üzerinde duran cep telefonları duygusal strese sebep olabiliyor. Sosyal medya paylaşımları iştahımız üzerinde etki bırakıyor, özellikle tatlı paylaşımlarının iştah açtığı belirtiliyor. Bu nedenle detoks lazım. TEMMUZ:Tencere diyetiOrganik beslenme uzun yıllar gündemimizi meşgul edecek gibi görünüyor, peki atmamız gereken ilk adım ne olmalı? Değişim kendi mutfağımızdan başlar, hep söyleriz anne yemeği gibisi var mı diye? Tencere yemeğine dönüş bu yıl sağlığınız için atacağınız adımlardan en önemlileri arasında yer alacak bana güvenin. AĞUSTOS:Bağışıklık önemliBağışıklık sistemi biz fark etmesek de gün içinde durmadan çalışır. Ancak bazı durumlarda bizim dışarıdan desteğimize ihtiyaç duyabilir. Bağışıklık sistemimizi güçlendirmek açısından, meyve-sebze tüketiminin artırılması önemli. Mürdüm eriği, şeftali, kayısı, vişne ve duta yer ayırın. Yulaf betaglukanı da bağışıklık sistemini güçlendirmede oldukça etkili. Anti-oksidan kapasitesi oldukça zengin olan üzüm kolesterolden kansere pek çok soruna iyi geliyor. EYLÜL:Probiyotikleri keşfedinEminim hemen hemen hepiniz bu faydalı bakteriler hakkında bir şeyler duymuşsunuzdur. Probiyotiklere; bağırsaklarımızın üzerinde yaşayan, bağırsağın doğal dengesini sağlayan mikroorganizmalar diyebiliriz. Sağlıklı bireylerde bağırsaklarda iyi bakteriler kötü bakterilere oranla daha fazladır. Probiyotik açıdan zengin beslenmedeki amacımızda iyi bakterilerin bağırsaklardaki egemenliğini artırarak fayda sağlamalarına yardımcı olmaktır. Probiyotiklerin bulunduğu besinler başta anne sütü olmak üzere yoğurt, kefir, lahana turşusu.EKİM:Kasları abartmayınSosyal medyanın hayatımıza girmesiyle fiziksel güzellik olgusu değişti görsellik konuşulur oldu. Herkes daha ince, kaslı, güzel, fotojenik olmak arzusu taşıyor. Sağlıklı olmak, fiziksel ve mental açıdan daha mutlu yaşayabilmek için egzersizin önemi tartışılamaz. Ama her konuda olduğu gibi bu konuda da dengeyi kaçıranlar olabiliyor. Daha çok kas yapabilmek için protein tozlarına abartan, daha zayıf kalabilmek için bütün günü aç geçiren ya da zamanının büyük bir çoğunu spor salonunda harcayan insanlar size de tanıdık geliyor mu?KASIM:Ruhunuzu besleyin Yemek yememizin tek nedeni bedeninizi beslenmek mi? Bazen aç olan duygularınızı doyurmak için de yemek yiyor olabilirsiniz. Önce bedenden başlayacak olursa şöyle düşünmenizi isterim; Bedenimiz bizim mabedimiz, evimiz. Evimizi her gün nasıl düzenli ve temiz tutup içinde keyifle yaşanacak bir hale getiriyorsak aynı şey bedenimiz içinde geçerli. Ruhunu beslemek bu noktada önemli!ARALIK:Umuda sarılınYılın son ayı olan Aralık’ta gelecek seneler için daha iyi ve mutlu bir yaşam sürme umudunuzu kaybetmeyin ve hayatın tüm alanlarında umuda sarılın. Daha sağlıklı bir beden, sakin bir ruh ve yaşama kavuşmak için umut sizin rehberiniz olsun. Dünyanın içinde bulunduğu sorunlar, anlaşmazlıklar hatta savaşlar pozitifliğinizi yok etmesin. İyi bir yaşam her zaman mümkün.
Rize’nin İkizdere ilçesine bağlı Meşeköy’de kar yağışı ile birlikte 7’den 70’e herkes, “Petranboard” adını verdikleri tahtalarla kaymaya başlıyor.Petranboard ile adını duyuran Meşeköy’ün muhtarı Ahmet Tığcı, petranboard geleneğini şöyle anlatıyor,“Bu kayak yöntemi köyümüzde 150 yıl önce başlayan, dedelerimizden bize kalan miras. Kayak için tahtaları çam ve gürgen ağaçlarından köyün erkekleri bizzat yapıyor. Her yaştan köylümüzün yüzde 90’ı kayıyor. Kadın, çocuk ve erkekler birlikte yapıyor. Her yıl Şubat ayının 4’ünde yarışma yapıp kazanana petran balı veriyoruz” diye anlatıyor. Petranboard’ın hikayesiKaçkarlar’da 10 yıl önce helikopterli kayak sporu Heliski’nin başlamasıyla profesyonel kayakçılara özenen Meşeköy sakinleri de dedelerinin karda kaydığı tahtaları yeniden gün ışığına çıkarıp, köyün eski adı Petran’dan esinlenerek ‘petranboard’ adını verdikleri tahtalarla kayağa başlamıştı. 7’den 70’e herkesin kayak yaptığı köyde ‘petranboard’ artık kış aylarının ulaşım aracı oldu. Köyden kara yoluna yaklaşık 3 kilometrelik dik yolu tahtalarla kayarak inen köylüler, daha sonra da araçlarla ilçeye gidiyor. Yüksek kesimde oturanlar köyün alt kısmında yaşayan akrabalarına gidebilmek için de petranboardları kullanıyor. Namaz tahtasından Petranboard’aBu köyün insanları eskiden kestikleri tahtaların üzerinde namaz kılarmış. Ve tahtaları temizlemek için de kar ile ovarlarmış. Üzerine oturup karlı bir yamaçtan kaymak temizlik için pratik kabul edildiğinden bu yöntemi tercih etmişler. Kaçkarlar’ın tepelerindeki köyden merkeze inmek için süper bir yol olduğunu da keşfetmişler. Bunun üzerine, tahtanın uçları kar toplamasın diye yukarı doğru yuvarlanmış. Yön verebilmek için denkleme bir de arka elde tutulan sopa (baton) ve burnunu kaldırarak fren yapmasını sağlayan ip eklenmiş.İpi çekerek yön veriyorsunuzMeşeköy’de yaşayan Fatma Havuz (57), Petranboard yapanlar arasında. Köylerinde yıllardır kayak yapıldığını beyirten Havuz, “Petranboardın ipini çekince yön veriyorsun. Arabanın direksiyonunu nasıl tutuyorsan bunun da ipini tutacaksın. Yoksa yönünü kaybedersin, yere yıkılır, dumanlara karışırsın” diyor.
Plak meraklıları için bir soluk olarak yola çıkan Plak Mecmuası yayın yönetmeni Onur Bayrakçeken, plaklara ilginin artmasının bu alandaki çalışmaları hızlandırdığını söylüyor. 80’lerde tanıştığımız plastik kültürü; porselen tabakları ve ahşap mobilyaları melamin ve formika ile değiş-tokuş ederken pikapları da müzik setlerinde dinlenen kasetlerle tarihe gömmüştü. Nitekim 2000’lerin başına kadar plaklar ve pikaplar tam anlamıyla tavan arasına kalktı. Ancak, müzikle dinleyenin arasına kimsenin giremediği plakların verdiği sesin kalitesine hiçbir alet ulaşamadı. Ne kaset ne CD çalar ne de müzik setleri aradaki mesafeyi bir türlü kapatamadı. Plak sesinin yalınlığı bir türlü yakalanamadı ve sonuçta plak itildiği diplerden çıktı. Çünkü çizilen plakların cızırtılı sesi bile özlenir oldu. Ve 2000’lerde CD çalar mp3’e, online satışa yenilirken plak onların arasından yükseliye geçti. Nihayet plak sevdalıları yaklaşık 10 yıldır eski plakları dinlemeye başlarken yenilerinin basımına da yol açtı. Şimdi onların yeni çıkan dergileri, müzik dinleyecekleri kafeleri bile var. Mylos Yayın Grubu’nun geçtiğimiz hafta piyasaya çıkardığı Plak Mecmuası’nda verilen bilgiler de plakların yükselişini doğruluyor; Nielsen Music’in açıkladığı verilere göre 2017’nin ilk dokuz ayında plak satışlarında 2016 yılına oranla yüzde 3,1’lik artış görüldü. Plak artık basılı müzik pazarı içinde yüzde 16’lık paya sahip.Plakta müzik sıkışıp kaybolmuyorPlak dinleyenlerin o yalın sese aşık olmasının nedeni boşuna değil. Çünkü stüdyoda kaydedilen müziğin orijinal halini dinliyorsunuz plakta. Oysa CD ya da diğer aracı aletler için kayıt sıkıştırıldığından dolayı ses bozuluyor.Yerli ve yeni plak zamanıErkal, yerli ve yeni plaklar konusuna, rock ve alternatif yapımlar penceresinden bakınca şunları söylüyor, “ 90’larla birlikte kimi albümler arşiv amaçlı olarak CD’lerde tekrar yayınlandı. Bu analog kayıt severleri tatmin etmedi. Ülkemizde sınırlı bir çevre içinde plaklar hep dolaşımda kaldı ve kullanıldı. Öncü yapımlar Gerek arşiv gerekse güncel yerli plakları ülkemizde üretip satmak isteyenler 90’ların ortasından sonra harekete geçmeye başladı. Ülkemizde bir zamanlar onlarca plak basım ünitesi varken bir anda hepsi hurdaya gitmişti. Dünyada plak basımı ve analog kayıt teknolojisi gelişimini sürdürmüş durumdayken Türkiye’de üretim günümüze kadar dışarıya bağımlı olarak sürdü (ki hala dışarı bağımlı ama en azından yapımcılar yerli). Yurtiçinde ve yurtdışında basılan yeni basımlarla geri dönen bu plakların büyük bölümü eski plaklar, daha sonra basılan CD’ler hatta kaset kopyalardan elde edilerek basıldı. Yani iyi korunmuş orijinal ilk basımlar, yeni basımlar nedeniyle asla değerinden bir şey kaybetmedi aksine açıkça duyulan farklılıklar nedeniyle daha da değerlendi. Tabi ki yeni basımı eski basımlar karşısında daha iddialı plaklar da çıktı. Ama önce, plaklar nasıl geri döndü... İlk adımlardan başlayalım.İlk dönüş plakları1997’de Sibel Tüzün’den yeni jenerasyon ilk plak çıktı: Hayat Buysa Ben Yokum Bu Yolda. Ardından, Ada Müzik Bulutsuzluk Özlemi’nin Yol adlı albümünü bastı. 2003’te Arkaplan Yayıncılık, iki LP yayınına imza attı. İzmirli 21’inci Peron’un eski ve basılmamış kayıtları gün yüzüne çıkarıldı. 2004’te ise Hakan Tuna’nın, bu türde şarkıların yer aldığı Karanlıkta Güneş çıktı.Issızlıktan sonra müzik2008 Yılının ortasında gösterime giren Issız Adam filmi, plak ve pikaplara talebi artırdı. Mevcut “nostaljik” beklentiler film sonrasında büyüdü. Dinleyicilerin artması ve müzik mağazalarının açılması yapımcıların da ilgisini çekti. Madem plak satılıyordu o zaman plak da basılmalıydı. İMÇ kültürü içinden gelen ama uzun yıllardan beri plakla ilgisi olmayan yapımcılar şaşkındı. Yeni kuşak dinleyiciler de konuya hakim değildi. Süs eşyası olmaktan başka pek işe yaramayan yeni gramofonlar, dinleyiciye bol miktarda kakalandı. İstanbul’un Plak DükkanlarıZihni MüzikKadıköy’deki en eski müzik dükkanlarından biri. Plak dinleyicisi mutlaka bu dükkana uğruyor. Burada her tür plağı bulmak mümkün. Rainbow 45Kadıköy’ün keyifli plak dükkanlarından biri de Rainbow 45. Burada rock tabanlı plakları, yeni, sıfır ve ikinci el olarak bulabilirsiniz. Mono PlakÇukurcuma’nın plakçılarından Mono’da hem yeni hem eski plakların bulunuyor. Müzik alışverişine ek olarak alt kattaki sergi alanında sanat molası verilebiliyor.Feriköy Antika PazarıFeriköy Antika Pazarı’nda birçok farklı tezgahta ikinci el plaklara rastlanıyor. Plak pazarı sadece Pazar günleri kuruluyor.
Türkiye’de Sultangaliyev üzerine yapılan ilk araştırmalara imza atan Halit Kakınç yeni kitabı ile Mirseyid Sultangaliyev ve komünizm hareketini irdeliyor.İlk kez 20 yıla yakın bir zaman önce tanıttınız Sultangaliyev’i Türkiye’ye… 21’inci yüzyıldayız. Kızıl Turan’la yeniden bu konuya döndünüz. Neden? Başka konu mu kalmadı, yoksa bir tür politik aziz diye mi bakıyorsunuz?“Konu çok… Sultangaliyev de aziz filan değil elbette. 21’inci yüzyıla ‘Küreselleşme’ dayatmacasının ışığı altında bakacak olursak, öngörüleri hâlâ tazeliğini koruyan Sultangaliyev’in saptama ve önerilerinin, bir tür neo-sultangaliyevciliğin gelişmesi için son derece uygun bir önkoşullar atmosferi sunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.”Konuya pek aşina olmayanlar için kısaca hatırlatalım mı… Kimdi bu Sultangaliyev?“Bir Kazan Tatarı… 1892’de doğdu… Sovyet Devrimi’nin önde gelen liderlerinden. Millî Komünizm fikrinin önderi. Daha 1920’lerde ters düştüğü için Stalin tarafından dışlandı. İki iddia var. Ömrünü toplama kampında tamamladı veya kurşuna dizildi.”Rejimi sorguladıNeydi farkı?“Stalin ile birlikte ülkede en azından sömürgeci zihniyet adına hiçbir şey değişmediğini gördükçe, parçası olduğu rejimin geleceğine ilişkin beklentileri ve öngörüleri giderek kötümserleşti ve kendince bir hipotez geliştirdi: Devrim’in devamlılığı için önce Kızıl Turan’ın önderlik etmesi… Ardından Sömürgeler Devrimi… Ve en sonunda Dünya Devrimi.Büyük millet şovenizmine, yani Rus miliyetçeliğine olduğu kadar küçük milletlerin azınlık milliyetçiliklerine de karşı duruşu, çağının ötesine kadar yansıyan örnek bir tavırdı.Sınıfsal devrim kavramları ile değil, uluslararası ilişkiler temelinde düşünen bir devrimciydi.”Bugün niye yeniden önem kazansın ki?..“Çünkü, devrimin yoksullarda şimdikinden de daha beter bir kötüye gidişin varlık erozyonunun ivme kazanmasına yol açmaktan başka bir işe yaramadığı ortaya çıktı. Sultangaliyev, böyle olacağını söylemişti.Somut Rakamlar’ın Dili ile konuşalım mı:Komünist Manifesto’nun kaleme alınışından bu yana, 170 yılı aşkın bir zaman dilimi geride kaldı… Ve ne yazıktır ki, eşitsizlik, insanlığın ‘küresel gündemi’nde yine ilk maddeyi oluşturuyor.Küresel dünyada zengin, daha da zenginleşiyor… Yoksulun ise zenginliği, sadece üreme konusu ile kısıtlı kalıyor.Dünyanın en zengin ülkesi ile en yoksul ülkesi arasındaki ortalama gelir düzeyi farkı, 19. Yüzyıl’ın sonlarında 9’a - 1 iken, bu oran günümüzde 60’a 1’e tırmanmış bulunuyor. (Amerika Birleşik Devletleri ile Etyopya)Dünyanın toplam nüfusunun yüzde 85’i, dünyanın toplam gelirinin ancak yüzde15’’ini elde edebilen ülkelerde bulunurken dünya nüfusunun yüzde 15’lik bir kısmı ise bu gelirin yüzde 85’ini paylaşmanın keyif ve mutluluğunu yaşıyor.Zenginliğin, yerküre üzerinde zaman tüneli içerisindeki seyri, aynen şu tabloyu veriyor:Ortaya net bir sonuç çıkıyor:Globalleşen gelir ve gelir paylaşımı değil, uluslararası sermaye’dir. Yöntemler farklılaşmış, çehreler uygarlaşmış ve/fakat, eski sömürge ülkeler üzerindeki sömürünün boyutları artış göstermiştir. Sonuçta, Mirseyid Sultangaliyev, bence bir kez daha haklı çıktı.”Çekişme, kuzey-güney çepheleşmesindeDiyelim ki her şey aynen böyle… Ne olacak peki?“Batı Dünyası’nda ortaya atılan bir yaklaşım vardır: Winner-take-all… Yani, işin biraz argo Türkçesi ile ‘Kazanan, mal’ı götürür!’ Götürüyor da…Bir IMF ve Dünya Bankası, ABD’nin istekleri doğrultusunda hareket eden… Gücün yerküre çapında uygulanabilmesi için bizzat ABD tarafından yaratılmış birer canavar gibiler.Çelişki ve çekişme kuzey-güney cepheleşmesinde somutlaştı… Diğer bir deyişle, eski sömürgeci varsıl kuzeyliler ile eski sömürge halkları yoksul güneyliler karşı karşıya gelecekler günün birinde.”Köktendinci ve ırkçı mı?“Köktendinciymiş… Irkçıymış… Bütün bu yalan yanlış yakıştırmaları fırlatıp atın. Sultangaliyev için, Turan ve Turancılık olguları, şoven ve ırkçı bir özlem değil, kendine özgü tarih ve toplum analizinin doğal ve kaçınılmaz bir sonucuydu. Sultangaliyev, iki radikal hareketin, ifrat ile tefritin karşısında oldu. Bunlardan biri yerel milliyetçilik, diğeri ise süper devlet şovenizmiydi. İnce sınırı şöyle anlatıyordu:‘Bizler dünya sosyal devrimini gerçekleştirmeliyiz.’. Bunun için de uluslararası emperyalizmi yenmeliyiz… Bunun için de öncelikle uluslararası kapitalizmi yenmeliyiz.”Sultangaliyevci mi olunacak şimdi?“Toplumların sosyal yaşamları ve sınıfların, ulusların uluslararası emperyalizm ile ilişkileri; diyalektik bir süreç izler. Elbette hiçbir şey 100 yıl öncesi gibi değil. Birinin 100 yıl önce söylediklerinin bir bölümünde gerçek payı mevcutsa ve bu gerçekler hâlâ nicelik ve nitelik olarak geçerli ise üzerinde durmaya değer.