Türkiye’de Sultangaliyev üzerine yapılan ilk araştırmalara imza atan Halit Kakınç yeni kitabı ile Mirseyid Sultangaliyev ve komünizm hareketini irdeliyor.
İlk kez 20 yıla yakın bir zaman önce tanıttınız Sultangaliyev’i Türkiye’ye… 21’inci yüzyıldayız. Kızıl Turan’la yeniden bu konuya döndünüz. Neden? Başka konu mu kalmadı, yoksa bir tür politik aziz diye mi bakıyorsunuz?
“Konu çok… Sultangaliyev de aziz filan değil elbette. 21’inci yüzyıla ‘Küreselleşme’ dayatmacasının ışığı altında bakacak olursak, öngörüleri hâlâ tazeliğini koruyan Sultangaliyev’in saptama ve önerilerinin, bir tür neo-sultangaliyevciliğin gelişmesi için son derece uygun bir önkoşullar atmosferi sunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.”
Konuya pek aşina olmayanlar için kısaca hatırlatalım mı… Kimdi bu Sultangaliyev?
“Bir Kazan Tatarı… 1892’de doğdu… Sovyet Devrimi’nin önde gelen liderlerinden. Millî Komünizm fikrinin önderi. Daha 1920’lerde ters düştüğü için Stalin tarafından dışlandı. İki iddia var. Ömrünü toplama kampında tamamladı veya kurşuna dizildi.”
Rejimi sorguladı
Neydi farkı?
“Stalin ile birlikte ülkede en azından sömürgeci zihniyet adına hiçbir şey değişmediğini gördükçe, parçası olduğu rejimin geleceğine ilişkin beklentileri ve öngörüleri giderek kötümserleşti ve kendince bir hipotez geliştirdi: Devrim’in devamlılığı için önce Kızıl Turan’ın önderlik etmesi… Ardından Sömürgeler Devrimi… Ve en sonunda Dünya Devrimi.
Büyük millet şovenizmine, yani Rus miliyetçeliğine olduğu kadar küçük milletlerin azınlık milliyetçiliklerine de karşı duruşu, çağının ötesine kadar yansıyan örnek bir tavırdı.
Sınıfsal devrim kavramları ile değil, uluslararası ilişkiler temelinde düşünen bir devrimciydi.”
Bugün niye yeniden önem kazansın ki?..
“Çünkü, devrimin yoksullarda şimdikinden de daha beter bir kötüye gidişin varlık erozyonunun ivme kazanmasına yol açmaktan başka bir işe yaramadığı ortaya çıktı. Sultangaliyev, böyle olacağını söylemişti.
Somut Rakamlar’ın Dili ile konuşalım mı:
Komünist Manifesto’nun kaleme alınışından bu yana, 170 yılı aşkın bir zaman dilimi geride kaldı… Ve ne yazıktır ki, eşitsizlik, insanlığın ‘küresel gündemi’nde yine ilk maddeyi oluşturuyor.
Küresel dünyada zengin, daha da zenginleşiyor… Yoksulun ise zenginliği, sadece üreme konusu ile kısıtlı kalıyor.
Dünyanın en zengin ülkesi ile en yoksul ülkesi arasındaki ortalama gelir düzeyi farkı, 19. Yüzyıl’ın sonlarında 9’a - 1 iken, bu oran günümüzde 60’a 1’e tırmanmış bulunuyor. (Amerika Birleşik Devletleri ile Etyopya)
Dünyanın toplam nüfusunun yüzde 85’i, dünyanın toplam gelirinin ancak yüzde15’’ini elde edebilen ülkelerde bulunurken dünya nüfusunun yüzde 15’lik bir kısmı ise bu gelirin yüzde 85’ini paylaşmanın keyif ve mutluluğunu yaşıyor.
Zenginliğin, yerküre üzerinde zaman tüneli içerisindeki seyri, aynen şu tabloyu veriyor:
Ortaya net bir sonuç çıkıyor:
Globalleşen gelir ve gelir paylaşımı değil, uluslararası sermaye’dir. Yöntemler farklılaşmış, çehreler uygarlaşmış ve/fakat, eski sömürge ülkeler üzerindeki sömürünün boyutları artış göstermiştir. Sonuçta, Mirseyid Sultangaliyev, bence bir kez daha haklı çıktı.”
Çekişme, kuzey-güney çepheleşmesinde