“İdrak-i maali bu küçük akla gerekmez../ Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”
Ziya Paşa
Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de, zaman zaman alevlenip uygun an gelinceye kadar uykuda tutulan üç zehirli sorun yeniden filiz vermeye başlamış bulunuyor.
Bu sorunlardan Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren birincisi GKRY’nin tek taraflı ilan ettiği münhasır ekonomik bölgelerde 6, 8 ve 10 numaralı parsellerde İtalyan Eni şirketi ile doğal gaz arama faaliyetlerine girişmesi... İkincisi Ege denizinde “aidiyeti belirlenmemiş ada, adacık ve kayalıklarla” ilgili Yunanistan’ın “de facto” girişimlere yönelmesi...
Ortadoğu’yu ateşe verecek üçüncüsü ise ABD’nin İsrail Büyükelçiliğini Mayıs ayında Kudüs’e taşıyacağını açıklamış olması...
Türkiye’nin enerji ve dikkatinin Suriye’de “Zeytin Dalı” harekatına yöneldiği bir zaman diliminde Yunanistan ve GKRY’nin aramızda mevcut ihtilaflı konularda hareketlenmesi kendilerine bir yarar sağlamayacak her zaman ki açık ve ucuz bir fırsatçılığın yansıması...
GKRY’nin, anlaşmalı İtalyan ENİ şirketi adına sondaj yapmak üzere ihtilaflı parsellere gelen geminin (Saipem 1200) Türk Deniz Kuvvetlerince engellenmesi üzerine konuyu AB’ye taşıdığı ve Rum lider Anastiadis aracılığı ile KKTC’ye yaptırım tehditlerinde bulunduğu günümüzde önce “münhasır ekonomik bölge” kavramına açıklık getirelim.
1982 yılında imzalanan ancak Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’in kapalı deniz kimliği nedeniyle taraf olmadığı BM Deniz Hukuku Sözleşmesinde MEB özetle şöyle tanımlanmaktadır.
“Münhasır Ekonomik Bölge; karasularının ötesinde (bittiği yerden başlayarak) ve bu sulara bitişik, belirlenen özel hukuki rejime tabi ve sahildar devletlerin hakları ve yetkileri ile diğer devletlerin hakları ve serbestliklerinin belirlendiği bölgeyi ifade eder.”
Bu bağlamda Münhasır Ekonomik Bölge, ilgili devletlere; “deniz yataklarında ve bunların toprak altında canlı/cansız doğal kaynakların araştırılması/işletilmesi/muhafazası ile ilgili faaliyetlerde bulunma hakkını verir.”
Bu bağlayıcı açıklama ve hükümlerle Deniz Hukuku Sözleşmesinin 74’cü maddesinde yer alan “Sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasında Münhasır Ekonomik Bölgelerin sınırlandırılması hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak amacı ile, Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün 38’nci maddesinde belirtildiği şekilde hukuka uygun olarak anlaşma ile yapılacaktır” kaydına karşın GKRY’nin tek taraflı ve “ben yaptım oldu” mantığı ile hareket etmesi imzaladığı sözleşme hükümlerine bütünü ile aykırı bulunmaktadır.
Kaldı ki Akdeniz’de MEB’lerle ilgili anlaşmazlık yalnızca Türkiye-KKTC-GKRY arasında değil Rumların anlaşma imzaladığı Mısır ve Türkiye ile Suriye ve Lübnan arasında da mevcut olup çok taraflı ve çözülmesi gereken bir sorun kimliğindedir.
Gelecek yazımızda bu konuya devam etmek üzere...