“Dün ile bugün arasında bir kavga çıkarsa yarını kaybederiz.”
Churchill
Ne kadar dost ve müttefik olurlarsa olsunlar, devletlerin davranışlarındaki farklılığın temelinde ayrışan çıkarların damgası vardır. Uluslararası ilişkilerin bu gerçeklik zemininde biçimlenerek yürütüldüğü düşünüldüğünde devletler arasında ortaklık kavramının mutlak bir paydaşlık ifade etmediği çok daha rahat kabul edilebilir.
Lord Palmerstone’un “dış politikanın Magna Carta’sı” kimliğindeki “devletler arasında dostluk ve düşmanlıkların değil yalnızca çıkarların ebedi olduğu” sözleri anımsandığında Astana Mutabakatı’nın tarafları Türkiye-Rusya ve İran arasında Suriye’de “temel ilkeler” dışında özellikle İdlib konusunda yoğunlaşan ikincil anlaşmazlıkların varlığı eşyanın tabiatından kaynaklanan olağan bir yansıma olarak görülmelidir.
Bu bağlamda Astana Mutabakatı ile “Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğü ile BM Şartı’nın amaç ve ilkelerine olan kuvvetli ve devam eden taahhütlerini” Tahran Zirvesi sonrası yayımlanan Ortak Bildiri’nin 2’nci maddesinde kayda geçiren Türkiye-Rusya-İran arasında İdlib konusunda yaşanan ayrışma, ortaklık ruhuna aykırı gibi algılansa da bu farklılığın “müzakere edilebilir” ve “diyaloga açık” niteliği dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.
Nitekim Tahran Zirvesi sonrası yayımlanan Ortak Bildiri’nin 4’ncü maddesinde “BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanan DEAŞ, Nusra Cephesi ile El Kaide veya DEAŞ’la bağlantılı tüm bireyler, gruplar, teşebbüsler ve oluşumların tamamen ortadan kaldırılması” ifadesine yer verilmiş ancak belli ki Türkiye’nin talebi üzerine bu maddeye “terörist grupların, ateşkes rejimine katılmış veya katılacak olan silahlı muhalif gruplardan ayrıştırılmasının sivil zayiatı önlemek üzere büyük önem arz ettiği” şeklinde bir kayıt düşülmüştür.
Türkiye’nin, İdlib kent merkezi ve kırsalının büyük bir bölümünü denetim altında tutan ana gövdesini El Nusra’nın oluşturduğu HTŞ’yi 31 Ağustos günü Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararı ile terör örgütü listesine dahil etmiş olması Ortak Bildiri’nin 4’ncü maddesi ile bir arada değerlendirildiğinde İdlib konusunda yaşanan anlaşmazlığın bütünü ile “yöntem konusuna” indirgendiği görülmektedir.
Çünkü 4 Mayıs 2017’de Astana’da, “gerginliği azaltma ya da çatışmasızlık bölgeleri” üzerinde varılan anlaşmada, bu mutabakatın “terörist grupları” kapsamadığı kayda geçirilmiş ve Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, açıklamalarında bu hususu sıklıkla gündeme getirerek örtülü bir şekilde Ankara’ya mesaj vermişti.
Rusya’nın, İdlib’in güneybatısında Cisr eş Şuğur’da üslenen Türkistan İslam Partisi’ne mensup grupları yaklaşık bir yıldır zaman zaman bombaladığı, Kremlin Sözcüsü D. Peskov’un, İdlib’deki terörist grupların “imha edileceği” açıklamaları ile birlikte anımsandığında militanlarının tümü Uygur, Çeçen, Tacik, Özbekler’den oluşan bu gruptan Rusya’nın duyduğu güvenlik kaygıları ile sınırlarımıza yönelecek bir göç dalgasından Türkiye’nin duyduğu güvenlik endişeleri, ortak asgari müşterekler üzerinden bir işbirliği ve paydaşlığın zeminini oluşturabilecektir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tahran dönüşü uçakta yaptığı açıklamada “İdlib bölgesinde dostlarımız Rusya’yı rahatsız eden istenmeyen unsurların üstesinden gelebiliriz” sözleri İdlib’le ilgili yöntemsel bir anlaşmanın zeminini oluşturacak değerde görülmelidir.
Yarını kaybetmeme adına İdlib’e devam etmek üzere.