“Düşmanla daha karşı karşıya gelmeden savaşı kazanana gerçek savaşçı derler.”
Sun Tzu
28 Eylül günlü yazımızda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi toplantısı sonrası yaptığı açıklamada dikkatleri Fırat’ın doğusu ve PYD/YPG’ye çekerek Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve terörizmle ortak mücadele için Rusya ile İran’a dolaylı bir mesaj ilettiğine yer vermiştik.
Nitekim Erdoğan, Rusya’nın saygın gazetelerinden Kommerstant’da 24 Eylül günü yayımlanan makalesinde yer alan “Rusya’nın da özellikle PKK, PYD, YPG gibi terör odaklarına karşı Türkiye’nin mücadelesine destek vermesini bekliyoruz” cümlesi ile bu defa açık ve doğrudan bir çağrıda bulunmuştur.
Bu çağrının muhatabı Rusya’nın, PKK’yı terör örgütü olarak tanımadığı, PYD’ye Moskova’da temsilcilik açma izni verdiği, Suriye’de Afrin’in güneydoğusunda Tel Rifat’ta YPG unsurlarının varlığına göz yumduğu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tel Rifat konusunu 25 Temmuz’da Güney Afrika’ya gitmeden önce “Suriye’de gelişmeler gerek Tel Rifat olsun gerek Münbiç olsun, bunlar istenilen istikamette gelişmiyor” sözleri ile gündeme taşıdığı anımsanmalıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fırat’ın doğusunda PYD/YPG varlığı ve bağlı olarak Suriye’nin toprak bütünlüğü ile ilgili ısrarlı ve açık çağrıları ABD’den bir karşılık bulmasa da Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un 21 Eylül’de yaptığı açıklama, özellikle Amerika’nın Suriye’de kalıcılığının belli olmasının ardından bu bölgenin Rusya’nın da gündeminde yer aldığını göstermektedir.
Lavrov; “Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelik ana tehdit, ülkenin doğusundaki bölgelerden, ABD’nin doğrudan denetimi altında bağımsız özerk yapıların fiilen kurulmakta olduğu Fırat’ın doğusundan gelmektedir” sözleri ile Erdoğan’ın görüşlerine açıktan katılırken, isim vermeksizin PYD’ye “bu yasadışı faaliyetlere son verilmesi için ısrarlı olacağız” ikazını da yöneltmiştir.
Eylül ayında Fırat’ın doğusu ile ilgili Türkiye’nin yanı sıra Rusya ve İran’ın da dahil olduğu açıklamaların yoğunluğu önümüzdeki süreçte ABD’nin bölgedeki varlığı ve PYD’ye Suriye’nin geleceğinde biçtiği role ilişkin tartışmaların tırmanma eğilimine gireceğini gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretinde 24 Eylül’de TÜRKEN Vakfı’nda yaptığı konuşmada “Fırat’ın doğusunda da Afrin, Cerablus benzeri güvenli bölgeler oluşturma” konusunda Türkiye’nin kararlığını vurgulaması bu eğilimi daha da güçlendirmektedir.
Her ne kadar, PYD/YPG’nin donatıcı ve koruyucusu ABD’nin Fırat’ın doğusunda varlığı ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması konusunda Türkiye-Rusya-İran arasında bir konsensüs oluşmuş görünse de yüzeydeki bu paydaşlık derine inildiğinde ayrışmalar göstermektedir.
Çünkü Tahran için birincil tehdit, ABD’nin Suriye’de kalıcılığını İran’ın kuşatılmasının yeni bir halkasına dönüştürerek Fırat’ın doğusunu kendisine müzahir PYD aracılığı ile bir tür ileri üs olarak kullanmasıdır. PYD/YPG’nin doğrudan bir tehdit odağı olarak Tahran’ın gündemine girmesi, örgütün ABD ile işbirliğini İran’a karşı doğrudan ya da dolaylı eylemsel bir düzleme taşımasına bağlı olacak görünmektedir.
Rusya’ya gelindiğinde; ABD’nin PYD aracılığı ile Fırat’ın doğusunda bir garnizon devlet oluşturma konusunda aldığı mesafe, Rusya’nın Suriye’de etkinliğini sınırlamanın ötesinde bölgesel tasarımları ile de örtüşmediğinden Moskova, bir yandan ABD varlığına karşı çıkarken bir yandan da PYD’nin Amerika’nın koşulsuz güdümüne girmesine neden olacak doğrudan radikal girişimlerden uzak durmayı seçebilecektir.
ABD’nin ise gerek İsrail’in güvenliği gerekse İran’ın bölgesel gücünün kırılarak sınır ötesi operatif yeteneğinin ortadan kaldırılması açısından Suriye’de elde ettiği konum ve bu ülkede varlığını sağlayan PYD’den vazgeçmesi görünür gelecekte beklenmemesi gerektiğine göre ayrı nedenlere ve görüş farklılıklarına dayalı olsa da Türkiye-Rusya-İran arasında Suriye bazlı işbirliğinin sürmesinin önünde ciddi bir engel görünmemektedir.
PYD konusunda düğüm, BM Genel Kurulunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Türkiye’nin kayda geçirdiği kararlılık ve bağlayıcılığı karşısında ABD’nin tavrının ne olacağıdır.
Otto von Bismarc’ın “Her millet bilmelidir ki kendi barış ve güveni, kendi öz kılıcına dayanır” sözünün gereğini defalarca uygulamış ve halen uygulamakta olan Amerika, başkalarının da bunu üstelik yasal bir hak olarak gereğinde kullanacağını herhalde en iyi bilecek ülkelerden birisi olmalıdır.