Türk kültüründe meyvenin yeri

Türkler meyve kültürünü Orta Asya’dan at sırtında taşınmış. Marmara Üniversitesi Türkiyat Bölümü Başkanı Prof. Emine Gürsoy Naskali de bu yolculuğu “Meyve Kitabı”adlı eserinde ayrıntılarıyla anlatıyor

Haberin Devamı

Bizde meyve yemeden bir sofradan kalkılmaz. Akşam ziyareti olsun sabah ziyareti olsun misafire meyve sunulmadan gönderilmez. Bağı bahçesi olan yetiştirdiği meyveleri eşine dostuna gönderip bu zevki paylaşır. Ne şanslıyız ki, Marmara Üniversitesi Türkiyat Bölümü Başkanı Profesör Emine Gürsoy Naskali üniversitenin kampusünde altı ayda bir Türk kültürü üzerine tertiplediği sempozyumlardan biri olan “Türk Kültüründe Meyve” ile bu davranışların bizim yaşam geleneğimizin bir uzantısı olduğunu açığa çıkardı. Tertiplenen sempozyumların bir kitap haline getirilmesine ön ayak olan Profesör Naskali’nin meyve sempozyumunun ilk kitabı, Kitabevi Yayıncılık tarafından “Meyve Kitabı” adıyla çıktı. Kitap öncelikle birçoklarının sebze kültürü gibi Anadolu’ya mal edilen meyve kültürünün daha Orta Asya’da çok gelişmiş ve zengin bir düzeyde olduğunu göstermesi açısından önemli. Meyve kültürümüz sac gibi, su buharında yemek pişirmek gibi at sırtında buraya taşınmış ve bu yolculuk boyunca karşılarına çıkan meyvelerle harmanlanarak daha da zenginleşmiş. (Hurma gibi...) Bunun farkına varmak için Meyve Kitabı bir derya. Meyve sözcüğü aslında Farsça mive’den dilimize geçmiş ama Türkçe yemiş sözcüğü halk arasında kullanılmaya devam ediliyor. Kitapta ahlaki kültürümüzde önemli bir yeri olan Sufi anlayışında meyvenin önemine değinilerek Mevlana’nın “Her meyvenin tohumu (önce) yerden biter sonra yükselir” gibi sözleri yer alıyor. Bunun yanı sıra Sufi canların olgunlaşmak için girdikleri 40 günlük halvetin hikmetini anlatmak için Abdülmecid Sivasi “Çiçeğin koruk, koruğun da üzüm olması için pek çok zahmete katlanması gerekir” diyerek, ‘olmayı’ bir meyvinin gelişimiyle dile getirmiş. Tekkelerde aşure yapılırken içine hububatın yanı sıra, incir, üzüm gibi meyveler besmeleyle eklenir ve üzerine nar taneleri, rendelenmiş hindistan cevizi, siyah kuş üzümü konarak meyvelerin sembolik önemleri dile getirilirmiş...

Üzümün ayrı bir yeri var
Yasevi dervişlerin oruçlarını çorba ile açıp arkasından da bir miktar karpuz yemeleri de bu görüşle ilintili görünüyor. Yunus Emre ise olgunluğu meyveli dizelerle dile getirip bakın ne demiş. “Çıktım erik dalına yedim üzümü - Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu (ceviz)... Bu da hangi meyve ağacında hangi meyveyi arayacağını bilmeyen kişinin durumunu, benim yorumuma göre de hayatın manasını anlayamamış, kişiyi belirtmekte... Meyve kültürünün zenginlinliği kitap da yer alan meyvelere atfedilen atasözlerimizden de belli. Adı geçen meyvelerin hepsine değinmek için sayfalar yetmez ama mevsimi olan üzüm sanki hepsinden daha da zengin... Birkaçı: Bağa bak üzüm olsun üzüm yemeye yüzün olsun... Baba oğluna bir bağ bağışlamış, oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş...

Üzüm (Vitis vinifera) başta Türklerin erken çağlardan beri tanıdıkları bir meyve ve sözcük olarak da Türkçe. En eski olarak da Uygur belgelerinde geçiyor. Türklerin Orta Asya’da sahip oldukları zengin üzüm kültürünün bir ucu da şaraba dayalı. Şarabın en eski tarihi Anadolu’dur ama Türklerin şarap kültürü de yadsınmamalı. Çağatay Türkçesi’nde şarap anlamında kullanılan çağır, mesela çakırkeyf gibi bir sözcüğe de ilham vermiş.
Orta Asya’daki üzüm yetiştirilen bölgelerden biri Ceyhun nehrinin (Amu Derya) suladığı ve deltasının Aral Gölü’ne aktığı topraklarmış. Harezm ile bugün büyük bir bölümü Özbekistan’ın doğu kesiminde, bir bölümü de Tacikistan ve Kırgızistan’da olan Fergana bölgesi de üzüm yetiştiren önemli yerlermiş. Hatta Milattan önce bu bölgeden geçen Çinli seyyah Cang- Çien burada üzümü görmüş ve bağ çubuklarını dönüşte ülkesine götürmüş. Dağlarda elma, ceviz gibi yemişlerin yanında yabani üzüm de bolmuş. Sahipleri olmayan bu üzümleri herkes toplayabilirdi deniyor. Doğu Türkistan’daki bir vaha, XIV asırdan beri kullanılan adıyla Turfan bölgesinde üzüm en çok yetiştirilen meyveler arasındadır. Sultani, Müşküle ve Çavuş gibi üzümler, şaşırmayın, Orta Asya kökenli olarak geçiyor kitap da.

Şarap yerini pekmeze bırakmış
Bir Çinli seyyah yine Uygurların yazlık merkezi durumundaki Beşbalık kentine geldiğinde Uygur prensinin kendisini çok iyi karşılayıp bir bağ evinde konuk ettiğini yazmıştır. Nitekim Anadolu’da devam etmekte olan yazları bağlara göçmek gibi bir gelenek hâlâ vardır. Bağ da zaten Türkçe bir sözcük. Orta Asya’dan oturmuş bir kültür olarak gelen meyvecilik arasında en çok yer eden üzüm kültürü ile şarap ancak Anadolu’ya İslam dini şarabı yasaklayınca üzüm başka yiyeceklerin üretilmesine yol açan bir meyve olmuş. Hemen aklımıza gelenler üzüm sucukları, pestiller, köfteler (kurutulmuş pekmez köfteleri)... Yaş üzüm ve pekmezin kaynatılmasıyla yapılan kışlık katık, zartlama; üzüm ve pekmezle yapılan üzüm reçeli zorklama; pekmez ve nişastadan yapılan bir nevi yiyecek, hatize. Şarap kültürü tarihe zaman içinde halk arasından uzaklaşıp yok olurken yerine işte böyle pekmezli ve üzümlü bir kültür canlanmış Anadolu’da. Yanlız unutmayalım pekmez Kaşgarlı Mahmut’un Divani Lügat-it Türk’te bekmes olarak geçen, Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınmış bir üründür. Bu bilgilerin çoğu Meyve Kitabı’ndan kopuk alıntılar. Dahası için okunması gerek. “Meyve Kitabı’na dolayısıyla Türk kültürüne hayat veren başta Profesör Emine Gürsoy Naskali olmak üzere katkıları bulunan tüm araştırmacıların ellerine sağlık...”


DİĞER YENİ YAZILAR