Kentin en eski mücevher ve moda dükkanlarının bulunudğu Vendome Meydanı’na birkaç adım mesafede olduğu için Park Hyatt Paris -Vendome olarak anılan otelde bir iki gün için davet edilince hayır diyemedim. Sting gibi ya da buranın 14 bin Euro’luk günlük ücretini ödeyerek suit kiralayan Arap prensesleri gibi hayatın ister istemez içine düştüm. Öncelikle bu gibi otellerin Türkleri örnek almışcasına davetli davetsiz her konuğa ev konukseverliği gibi bir hizmet verdiklerini söylemeliyim. Tek bir otel müşterisini bir an gözünden kaçırmayan misafir ilişkileri görevini üstlenmiş olan Anthony Doucet’in konukseverliğinin ise müstesnanın ötesinde.
Spa’sı insanı gevşetir
Beş eski Paris binasının birleştirilmesiyle bir bütün haline getirilen otelin içi modern bir saray sanki. Kapı kolları bile çağın Rodin’i diye anılan heykeltraş Roseline Granet’in tasarımı imiş. Binada bol bol kullanılan sütunlar ise bana Mısır tapınaklarını hatırlattı. Yani enine, boyuna, derinine bir otel saray burası. Otelin lezzetli yemeklerine geçmeden odaların banyo ve Spa’sına göz atalım. Banyoda küvet var ama dileyen mermer taban üzerinde de altın kapalama duşlardan akan su ile yıkanabilir. Hamamın Pariscesi mi desem... Ben Spa’cı değilim ama gelmişken bunu da deneyelim dedim. Güller, mumlar ve maun panelli loş oda insanı daha masaj başlamadan gevşetiyor. Şiatsu kemiklerinizi birbirinden ayırır gibi bir masaj. Yöntemi de tepeden tırnağa her sinir lobunu ovalayıp yumuşatmak. Sinirsiz bir külçe haline gelmek için birebir özetle.
Artık şiatsu masajından mıdır yoksa otelin ünlü barında barmen Christian Yann ile birlikte hazırladğımız güllü Park Hyatt’ın özel gül sulu kokteyli miydi bilemem ünlü şef Jean-François Rouquette’in tasarladğı tapa’ları pek iştahla yedim. Özellikle de şefin tapalarla bizi farklı ülke mutfaklarına doğru öz bir tat yolculuğuna çıkarması hoşuma gitti. Rouquette bu yolculuğun ayrıntılarını kendisi detaylamış. Fındık gibi minyon çizburgerlere ne yapıp edip hem soğan halkasını, hem turşuyu hem de domatesi yerleştirmeyi başarmış. (Bu arada İstanbul, City’s de açılan pişmemiş soğanı snobe edip onu kızartarak hamburgere koyan yerlere bunun mideye çok ağır geldiğini hatırlatmak isterim...) Humusu kendi baharatları, kari ve taze kişniş ile yorumlayarak bir tazelik yaratmıştı. Fois gras’yı ise créme brule (krem brüle okunur). Bunu üzeri ateşe tutulurak şekeri yakılan son zamanların iyice popüler tatlılarından biri tarzında sundu... Hoş bir sürpriz yani. Ayrıca kaz ciğerini ona nikahlı şarabı Sauterne ile hemhal ederek sunması da iyi bir yorumdu. Yani bizde denildiği gibi bir taşla iki kuş... Bordeaux’nun ünlü tatlı beyaz şarabı Sauterne içilmedi yenildi yani...
Hayatta denemediğim birşey kalmasın diyenler için herhalde, burada dileyen müşterilere kendi kokteylerini hazırlama fırsatı veriliyormuş. Barın üzeri de geniş bir mutfak tezgahı gibi yapılmış bu nedenle.. Bar dediğin de bu olmalı zaten. Nitekim geçtiğimiz yıl burası Paris içindeki en iyi bar ödülünü almış. Benim öğrendiğim iki şey oldu. Bu kokteylerin boğazdan kayması için az bir yumurta akı gerekiyor. (Bu gizli ama bir kere gördük... Bu köpük de yapırmış. Bir de shaker’de (şeykir okunur) damla su kalmamalı. Ama o günü taçlandıran yaptığımız kokteylin gülsulu olması oldu. Paris yüzünü Doğu’ya çevrmiş, Art Deco döneminde olduğu gibi. Fena da etmemiş...
FRANSIZ MUTFAĞININ DEĞİŞİK TATLARI HERKESİ BÜYÜLEDİ
Paris Park Hyatt’ta üç kez yemek yedik, bunların her biri başlıbaşına bir konu olabilir. Değişik ürünleri olgunluk dönemine girmekte olan Michelin’den iki yıldızlı şefi, Jean-François Rouquette yerinde ve incelikle kullanmış, abartmadan. Bir de Fransız mutfağını burnumuzda tüttürdü Rouquette. Yüksek Fransız mutfağının kokusu fındık rengine gelinceye kadar kızdırılan tereyağdır. Rafinasyon içinse Floransa tarzı yapılmış süt dana escalope’un (Eskalop okunur. İnce dövülmüş etin ekmek kırıntısına bulanıp kızartılması suretiyle yapılır. Minyon şinitsel denebilir) danasının mönüde yağsız sütle beslenmiş olduğu yazılmaktaydı ama üzerine kızdırılmış tereyağı döken Rouquette bu eksikliği lezzetle telafi etmiş. Eline sağlık... Büyük sürpriz ise tadı limona benzeyen ama tam tamına ne limon, ne misket limonu, ne de portakal diyebiliceğimiz Buda eli limonu ile tanışmaktı. Şef parfait’yi bununla lezzetlendirmiş. Parfait malum dondurulmuş ama içinde krema olduğu için kolay erimeyen ve kesilebilen bir tatlı. Merakımızı limona dönüşmüş bir ahtopot gibi olan bu Buda elini mutfaktan getirerek giderdiler. Eksik olmasınlar sonra da odama göndermişler...
Getiresiye kalmadı zira ne yazık ki küflendi. Acıdım bu nadide yiyeceğin böyle göçmesine... Bunun için bile buraya gitmeye değerdi doğrusu ama dahası var. Şeflerin yaptıklarına bire bir tanık olunan Pur Gril denilen ikinci yemek mekanında kaz ciğerini üzerinde serpiştirilmiş taneler limon havyarı imişler. Havyar taneleri görüntüsüde olan bir meyvenin içinden çıkıyormuş bunlar. Bunu görmeyi talep edemedim, bir kez daha bir ziyana sebebiyet vermemek için... İki günlük Paris seyahatinde iki özel ürün tatmak nasipmiş. Hyatt Paris hayatına başka bir renk daha katmış. Darısı sizlerin başına...
Park Hyatt Paris’te bir lezzet sarayı
İki günlük Paris seyahatinde farklı lezzetleri tatma imkanı buldum. Barmen Christian Yann ile hazırladığımız gül sulu kokteyl ve Michelin’den iki yıldızlı şef Jean- François Rouquette’in yaptığı Fransız yemekleri bilmediğim nadide yiyeceklerle tanışmamı sağladı
Haberin Devamı